100 yıl önce sadece bir ateşkes mi olmuştu?

Kurd24

1914-1918 yılları arasında meydana gelen Birinci Dünya Savaşı’nın 11 Kasım 1918'de ilan edilen bir ateşkesle sona ermesinin yüzüncü yıldönümü nedeniyle savaşta hayatını kaybeden 10 milyonu aşkın askeri onurlandırmak amacıyla Paris’te bir anma töreni düzenlendi.

100 yıl önce Avrupa’da bir süreliğine de olsa silahların susturulduğu günü anma etkinlikleri münasebetiyle, ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Almanya Başbakanı Angela Merkel, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra Avrupa, Afrika ve Ortadoğu’dan yaklaşık 72 lider Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ev sahipliğinde bir araya geldiler. Hep birlikte Ravel’in ünlü eseri Bolero dinletisi sonrasında yaptıkları kısa görüşmelerle, muhtemelen birbirlerine çok da güzel temennilerde de bulunmuşlardır.

Kendi aralarında giriştikleri kanlı bir savaşı sona erdirerek taraf devletlerin ateşkes ilan etmeleri, savaşın bütün yıkıcılığına rağmen olması gerek bir sonuçtu ve pek kalıcı gözükmese de bir barış antlaşmasıyla bir süre için durumu idare etmeye çalıştılar. Bu süreçte Avrupa’da imparatorluklar sona ererken, çok ciddi siyasi alt-üst oluşlar da yaşandı. Rusya’da Bolşevikler, İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler ve İspanya’da Franko iktidara geldi.

1939 yılında, bu kez 6 yıl sürecek ve bedeli çok daha ağır ödenecek olan 60 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği yeni bir savaşa giriştiler. Böylece 30 yıl içerisinde iki kez giriştikleri savaşlarda 70-75 milyon insanın hayatı sona erdi.

Törendeki konuşmasında Emmanuel Macron, ‘içe kapanma, şiddet ve hegemonyanın reddedilmesi ve barış için mücadele…’ çağrısında bulunarak, “Bazılarına karşı korkularımız yerine umutlarımızı birleştirmeye çağırıyorum. Küresel ısınma, çevresel bozulma, yoksulluk, açlık, hastalık, eşitsizlik ve cehalet gibi tehditlere birlikte karşı koyabiliriz” dedi.

Galipleri ve mağluplarıyla veya “kaybedenleri ve kazananlarıyla” bir araya gelerek birbirlerini katlettikleri bir savaşın bitmesinin yüzüncü yılında, dünya ve insanlığın geleceği üzerine barıştan, çevre sorunlarından, eşitsizlikten, daha birçok meseleden söz ederek birlikte çare arayışı çağrısında bulunabilmek elbette olumlu bir gelişme. Savaştan sonra 45 yıllık bir soğuk savaş dönemi yaşanmış olsa da artık bir kez daha benzer şeylerin yaşanmaması için bir arayışa girmek gerektiğini nihayet görebilmek ve birbirlerini boğazladıkları savaşlar için “bir daha olmasın” türünden tedbirler için diyalog ve müzakerelere başvurabilmekte olumlu bir gelişme.

Macron’un konuşması ve her iki savaşın da asli faili durumunda olan devletlerin en üst düzeyde temsilcilerinin bir araya geldiği böylesi bir olay nedeniyle Murat Belge’nin geçenlerde okuduğum bir yazısı hatırıma geldi. Murat Belge yazısının bir yerinde diyordu ki; 

“Fransa-Almanya (düşmanlıklar dillere destan olmuş iki ülke) ya da İtalya-Avusturya tarihin bir kısmı buharlaşıp havaya karışabiliyor. Orta Doğu’da ise böyle bir şey yok. Tarih kaskatı orada oturuyor. Bir türlü geçmediği için, bütün sorunlar, ebedi bir ‘şimdiki zaman’ içinde sıralanıp duruyorlar.

Dünyanın burasında hangi sorunlar çözülmüş diye baktığımızda özellikle burada yaşayanların kendi başlarına çözdükleri bir şey görmüyorsunuz.” (t24, 23 Eylül 2018)

Bütün tarihleri boyunca birbirlerinin topraklarını fethetmek üzere giriştikleri kanlı savaşlarla geçmiş olan ülkeler, artık aynı hukukun ve neredeyse aynı devletin çatısı altında bir değişime bile girmeyi denerken, bizler burada hala “ebedi bir şimdiki zaman” yaşamaya devam ediyoruz.

Peki, dünyanın burasında neler oldu? 100 yıl önce biten savaşın galipleri tarafından egemenlik altına alınarak parçalara ayrılan ve yine kendileri tarafından kurulan bir takım devletlerin kontrolüne bırakılan topraklarda yaşayanlar için nasıl bir kader çizildi?

Gertrude Bell isimli, arkeoloji meraklısı bir İngiliz casus kadın vardır. O’na alçak demek bile iltifat sayılır aslında. Biz Kürtler gayrimeşru gördüğümüz Sykes-Picot ile başımıza örülen beladan söz ederken bu iğrenç yaratığın ismini pek fazla telaffuz etmeyiz. Ancak Kürdistan’ın parçalanmasının, asıl ve en büyük mimarı olarak hatırda tutulması gereken ismin, bu yaratık olduğunu da unutmamamız gerekir.

Bu casus kadın, savaşın galiplerinden İngiltere’nin emperyal çıkarları ve güya bölgede tesis edilmeye çalıştıkları dengeleri de gözeterek kendi kafasına göre bir Ortadoğu haritası çizdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesiyle tasarladığı bu haritada, tarihi, coğrafi ve sosyolojik özellikleri bakımından birbirleriyle yaşamaları pek de kolay olmayacak özelliklere sahip, Kürtlerin bir bölümünü, Sünni ve Şii Arapları, Türkmenleri ve Müslüman olmayan bazı kavimleri Irak ve Suriye adı verilen uydurulmuş iki devletin sınırları içerisinde topladı.

100 senedir 30 milyonu aşkın bir nüfusa sahip olan Kürt toplumu, çeşitli vesilelerle büyük katliamlar ve göçler yaşadı; kendi geleceğine dair kararlar verebilmesi yönünde hiçbir kalıcı politik statüye sahip olamadı. Ardında 100 yıldır kanlı çatışmaların hiç durmadığı bir coğrafya bırakan Gertrude Bell’e gelince, 12 Temmuz 1926’da 58 yaşındayken yüksek dozda uyku ilacı alarak yaşamına son verdi.

Elbette Macron ve davetlileri arasında sona ermesini andıkları savaşın dünyanın burasında yarattığı ve günümüzde de etkilerini sürdüren yıkıcı sonuçları üzerinde bir müzakere veya değerlendirme yapılmış olduğunu sanmıyorum. Yapılmadığı gibi, belki mevcut statükonun korunarak devam etmesi yönünde yeni pazarlıklar bile yapılmıştır.

Bu önemli günün anılması amacıyla Paris’e giden Trump’ı protesto etmek amacıyla toplanan kalabalıkların, aynı zamanda Kürdistan’ın da 100 yıl önce parçalanmış ve o gün bu gündür bir türlü başını doğrultmasına izin verilmemiş olduğunu akıllarına geçirdiklerini hiç sanmıyorum.

Öte yandan Reisicumhur Recep Tayyip Erdoğan, günün önemine binaen Fransız gazetesi Le Figaro’da yayınlanmak üzere bir yazı kaleme almış. Erdoğan bir taraftan Bölgemizde yeni Sykes-Picot paylaşımlarının yapılmasına itiraz etmek…” suretiyle paylaşıma tepkisini ifade ederken, diğer taraftan da, “Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin her döneminde komşularının toprak bütünlüğüne saygı göstermiş, onların barış ve istikrarını destekleyici adımlar atmıştır…” diyerek, kendi ifadeleriyle çelişkiye düşmektedir..

Eğer bugün bölgede yaşayan ve yaşadıkları toprakların sahipleri olan toplumlar arasında bir gerilim yaşanıyorsa, her şeyden önce Erdoğan’ın komşuları olarak görüp, sözde toprak bütünlüklerini desteklediğini söylediği o uydurulmuş devletlerin ortaya çıkması ve Kürdistan’ın paylaşılmasından kaynaklanmaktadır. Eğer yeni Sykes-Picot’lar yaratılmasına karşı çıkıyorsanız, o anlaşma ile ortaya çıkarılan devletleri meşru görerek, asla sahip olmamaları gereken toprakların bütünlüğünü savunmak samimi ve inandırıcılıktan uzak bir davranıştır. Gerçekte hiç de dost olarak görmediğiniz bu sözde komşu devletlerin toprak bütünlüğünün korunmasını üstlenerek itiraz ettiğiniz Sykes-Picot’ yu meşru görmek çifte standartlı bir bakış açısıdır ve doğru değildir.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.