Tahran'dan sonrası

Kurd24

Diplomatik zirvelerde genellikle liderler önce medyaya bir resim verir ve iyi niyet temennilerini dillendirirler. Ardından asıl mesai başlar, kapalı kapılar ardında kıran kırana pazarlıklar yapılır ve nihayetinde varılan netice kamuoyunun bilgisine sunulur.

Ancak Tahran’da farklı bir yol izlendi; Astana Süreci’nin ortaklarının, bilhassa İdlib vesilesiyle, merakla beklenen zirvesi canlı yayınlandı. İran, Rusya ve Türkiye heyetleri bütün dünyanın göz önünde müzakere ettiler. Putin ve Erdoğan, zirve sonrasında yaptığı açıklamalarda ev sahibinin bu sürprizinden haberdar olmadıklarını belirttiler ancak şikâyetçi de olmadılar.      

Tahran’ın görüşmelere herkesi tanık kılması, her üç devletin de durduğu yerin net bir şekilde görülmesini sağladı. Taraflar gerek Suriye’nin genelinde ve gerek İdlib’de savundukları pozisyonu mümkün olan en açık dille ifade ettiler. Bu açıklık, aralarında üç konuda ciddi farklılıkların bulunduğu ortaya çıkarttı.

TERÖRİSTLERİN KİMLİĞİ

  1. “Teröristlerin kimliği”, Astana’nın garantör devletleri arasında önemli bir sorun teşkil ediyor. Zirvede Erdoğan, İdlib’e yoğunlaşırken Suriye’nin kuzeyindeki önemli gelişmelerin gözden kaçtığını belirterek PYD’yi işaret etti. ABD’nin, Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü PYD’ye verdiği destekten duyduğu rahatsızlığın altını çizdi. Astana’daki yol arkadaşlarından da destek talep edip ortak bir tutum almalarını istedi.

Fakat Ruhani ve Putin’den bu talebe olumlu bir karşılık gelmedi. Rusya ve İran için terörist olanlar, Suriye rejimine karşı savaşanlardır. PYD’yi ise bu kategoride değerlendirmiyorlar. Tahran’daki zirvede de bu noktada bir değişim yaşanmadı. Rusya ve İran mücadele edilmesi gereken örgütler bağlamında PYD’nin adını zikretmediler ve Türkiye’den tamamen ayrı bir çizgide durmayı sürdürdüler.

  1. Türkiye’nin İdlib’deki hedefi ya da oyun planı şöyle özetlenebilir: Bir askeri operasyona meydana vermemek için HTŞ silah bıraksın, Türkiye’nin kontrolündeki topraklara çekilsin ve onlardan doğacak boşluğu da “ılımlı muhalif” olarak tanımladığı örgütler doldursun. Bundan umduğu iki fayda var: Biri, sivil halkın yerinde kalmasını sağlamak ve Türkiye’ye doğru yeni bir kitlesel göçü önlemektir. Diğeri ise, İdlib’de yönetimi kendisine bağımlı/bağlantılı örgütlerin eline vermek ve böylece Suriye’deki gücünü artırmaktır.

    İDLİB HAMLESİNE VETO

    Ama Türkiye burada da yalnız kaldı. Rusya ve İran, Türkiye’nin teklifini kesin bir dille reddettiler.  Bu reddin altında iki nedenin yattığı söylenebilir: Birincisi, Putin ve Ruhani için mesele çok basit; onlar Esed’in ülkenin % 90’ında hâkimiyetini tekrar kurduğunu ve geride kalan % 10’unun da en kısa sürede rejimin denetimine girmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bu nedenle ılımlı ya da değil herhangi bir muhalif grubun İdlib’i kontrol etmesini içeren bir teklifin onların nazarında kabul edilir bir yönü bulunmuyor.

İkincisi, Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytindalı Operasyonları ile Suriye’de bir egemenlik alanı inşa etmesinden Rusya ve İran’ın ziyadesiyle rahatsızlık duydukları biliniyor. Vaziyet bu iken Moskova ve Tahran’ın, Ankara’nın Suriye’de bir de İdlib üzerinden güç tahkim etmesine vize vermeleri düşünülemez.

Bugün Türkiye’nin Suriye’deki varlığı hem Rusya hem de İran açısından bir soruna tekabül ediyor. Dolayısıyla Putin ve Ruhani’nin Türkiye’nin sahada elini kuvvetlendirecek ve kendilerince sorunun varlığını derinleştirecek bir hamleye karşı durmalarında şaşırtıcı bir taraf yok.

SİLAH BIRAKMA

  1. Erdoğan Tahran’da Suriye’deki taraflara bir “ateşkes” çağrısında bulunulmasını önerdi. Buna mukabil Putin ve Ruhani terörist ve silahlı grupların temsilcilerinin olmadığı bir ortamda “ateşkes” kararının alınamayacağını belirttiler. Erdoğan’ın bir “karar”dan değil “çağrı”dan söz ettiğini yinelemesi üzerine de Putin “Bütün taraflara silah bırakmaları çağrısında bulunduk” dedi. Nihayetinde “ateşkes” ifadesi 12 maddelik sonuç bildirisinde yer almadı.

Putin’in kullandığı “silah bırakma” kavramı sadece silahlı gruplara yönelik. Esed bu kapsamda değerlendirilmiyor. Rusya ve İran, silahlı grupların koşulsuz silah bırakmalarından başka bir çözüm yolu tanımıyor ve Esed’e karşı mücadele eden bütün grupların -radikal ya da ılımlı fark etmez- hedef tahtasına oturtuyor. Nitekim Tahran’da liderler masada toplantı hâklindeyken Rusya ve Suriye İdlib’i hem havadan hem de de karadan vurmaya devam ediyorlardı.

Aslında Astana Süreci’nin başlangıcından beri bu oyun hep tekrar edegeldi. Bilindiği gibi Astana’da dört bölge, gerginliği azaltma bölgeleri veya çatışmasızlık bölgeleri olarak ilan edilmişti. Rusya ve İran’ın gayesi, Esed’in toparlanması ve Esed karşıtı güçlerin belli bir bölgede toplanmasının sağlanmasıydı. Plan işledi, Esed gücünü toparladı, Mayıs 2017’den bugüne kadar geçen süre zarfında da İdlib dışında kalan bütün bölgelere hâkim oldu.

Rusya ve İran, şimdi aynı stratejiyi İdlib’de de izliyorlar. Bölgenin -kısmen değil- tamamen rejimin kontrolüne terk edilmesini talep ediyorlar. Ve muhaliflerin silah bırakıp çekilmelerin dışındaki bütün tekliflere kapılarını kapalı tutuyorlar. Alandaki koşullar ve güç dengeleri de Rusya ve İran’ın lehine; bu da her iki ülkeye planları dâhilinde daha rahat hareket etme olanağı sağlıyor.

DÜĞÜM NOKTASI

İdlib, Suriye meselesinde bir düğüm noktasına dönüşmüş durumda. Kerim Has’ın işaret etiği gibi, Rusya İdlib’i “Suriye’de siyasi çözümün konuşulduğu masada eli güçlü bir şekilde yer alabilmesinin hem ön şartı hem de önündeki son engel” olarak değerlendiriyor. Yani Rusya her halükarda İdlib’i çözmek ve bir sonraki aşama olan siyasi çözüm aşamasına geçmek istiyor.

Bu aşamada masadaki en kritik konulardan biri de Türkiye’nin Suriye’deki durumu olacak. Rus yetkililer bir süreden beri “Suriye’deki bütün yabancı güçler ülkeyi” terk etmeli makamında açıklamalar yapıyorlar. Muhatabının Türkiye olduğu belli bu açıklamalar, Moskova’nın Ankara üzerindeki tazyiklerini artıracağının bir sinyali olarak okunabilir. Muhtemelen önümüzdeki günlerde Rusya, Türkiye’nin Esed ile görüşmesini ve Suriye’de kontrolü altında tuttuğu toprakları Şam yönetimine devretmesini daha gür bir sesle talep edecektir.

Talebin reddi, Türkiye ve Rusya ilişkilerini daha kırılgan kılar. Talebin kabulü ise, Ankara ve Şam arasında ya Moskova üzerinden dolaylı ya da gizli diplomasi kanallarını kullanarak doğrudan bir diyalogu başlatır. Her iki durumda da Suriye’de dengeler değişir ve denklemlerin yeniden kurulması gerekir.

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir..