Kürdistan Sorununun Çözümü, Devletin Kuruluş Felsefesinin ve Yapısının Değişmesine Bağlıdır…

Kurd24

Kürt/Kürdistan Sorunu, Kürdistan’ın ve Kürt milletinin 1639 yılında Osmanlı ve Fars İmparatorluğu arasında yapılan Kasrı Şirin Antlaşmasıyla ortaya çıktı. O tarihten sonra, Kürtler, millet olarak kendi milli haklarına tümden kavuşmak ve milli devletlerini kurmak için mücadele içine girdiler. Bu mücadele Türk ve Fars ulus devletlerinin kuruluşuna kadar devam etti.

Ondan sonra da, Kürdistan’ın ve Kürt milletinin Lozan Antlaşmasıyla dörde bölünmesi ve uluslararası bir sömürge haline gelmesi, Kürt/Kürdistan sorununu Ortadoğu Bölgesinin, Lozan Antlaşmasıyla kurulan ulus devletlerin temel ve kronik bir sorunu oldu.

Böylece Kürt/Kürdistan sorunu, T.C Devletinin kuruluş felsefesine bağlı olarak, devletin temel bir sorunu haline geldi. Kürt sorununun varlığı, devletin kuruluş felsefesiyle ortaya çıktı. Devletin bu felsefesinin değişmesi; devletin yapısal olarak çoğulcu, demokratik, federal bir yapılanmasıyla çözülür ve devletin sorunu olmaktan çıkar. Devlet içindeki en temel, sarsıcı fay hattı ortadan kalkar.

Buna rağmen, Kürtler de devlet değişmeden, siyasi partilerin Kürtlerle ilgili program sahibi olmalarıyla Kürtlerin milli haklarına kavuşacağını, Kürt sorununun çözüleceğini düşünüyorlar.

Bundan dolayı da, seçim dönemlerinde Kürtleri büyük heyecan sarar. Siyasi partilerin Kürtler hakkında ne söylediklerinin peşine düşerler. Oysa siyasi partilerin kendi programlarında Kürt/Kürdistan sorununu federal bir sistemle çözeceklerini söylese bile, bunun yeterli olmayacağı; devletin felsefesinin ve yapısının değişmesi konusunda yeni bir “devlet aklı”, “devlet ideolojisi” ve “devlet felsefesinin”  oluşması gerekir.

Kürtler, Kürt siyaset sınıfı, Kürdistan yurtseverleri son cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde de aynı zaaf ve yanlış içine girdiler. Seçim sonrasında da aynı zaaf ve yanlışın devam ettirşlmesi için uğraş gösterildiği görülmektedir.

T.C DEVLETİNİN KURULUŞ FELSEFESİ TEKÇİ, OTORİTER, SÖMÜRGECİ, KÜRTLERİ İNKÂR VE YOK ETME FELSEFESİDİR…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, I. Büyük Paylaşım Savaşı sonucunda, Osmanlı İmparatorluğunun yenilgisi ve mirası üzerine kuruldu.

Oysa 1918’den sonra Sevr Antlaşması ile Kürdistan ve Ermenistan’ın kurulmasına karar verilmesi; Karadeniz ve Ege’de Rumların egemenliğinin gerçekleşmesi sürecinin başlaması, Osmanlı İmparatorluğunun toprakları üzerinde bir devletin kurulması tartışmalı hale gelmişti.

Çünkü o tarihsel dönemde, kâmil ve gerçek anlamda tekâmül etmiş bir Türk ulusundan bahsetmek da olanaklı değildi. Osmanlı İmparatorluğunda birçok ulusun bağımsızlaşmasından, Arapların Ortadoğu ve Afrika’da, Balkanların kopuşundan sonra kalan toprak kesimi üzerinde İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan mandasının oluşmasının güçlü ipuçları veri olarak ortadaydı.

Ayrıca Türk ulus devleti kurma peşinde olan İttihat-Terakkici gelenek bir devlet kurma seviyesinde güçlü bir potansiyel ve olanaklara sahip değildi.

Rusya’da, Ekim 1917’de iktidarın, Çar’dan ve burjuva demokratlardan zorla askeri bir darbe ile alınmasından sonra, Rusya’daki yeni iktidarın yapısı, ideolojisi, iddiaları, burjuva sistemini ortadan kaldırma paradigması, Batı Kapitalist Sistem için tehlikeli bir durum yarattı.

Bu duruma karşı, Batı Kapitalist dünyanın bir barikat oluşturma ihtiyacı, T.C Devleti’nin bir İngiltere Projesi olarak devreye girmesine yol açtı.

Bu nedenle T.C Devleti’nin kuruluşu olağan ve doğal koşullarda gerçekleşmedi, olağanüstü koşulların bir ürünü oldu.

T.C Devleti, tekçi, otoriter, sömürgeci, Kürt milletini inkâr ve yok etme felsefesiyle kuruldu.

T.C Devleti, olağan koşullarda, demokratik, rasyonel, çoğulcu bir mantık ve felsefe kurulmadığı için, sorunlu bir devlet olarak kuruldu.

Dolayısıyla kurulan devlet, adem-merkeziyetçi bir devlet değil, üniter bir devlet olarak kuruldu.

Bütün ulusların ve etnik grupların üzerinde ulus-üstü bir devlet olarak da kurulmadı. Bir Türk ulus ve ideolojik bir devlet olarak kuruldu.

Bu nedenle T.C. Devleti, kuruluşuyla birlikte, sorunlu ve hem de köklü sorunları olan bir devlet olarak kuruldu. T.C Devleti’nin en köklü, en merkezi, en tarihi ve toplumsal sorunlarının başında, bulunduğumuz aşamada da herkesin kabul ettiği Kürt/Kürdistan sorunu gelmektedir.

Kürtler, T . C Devleti’nin kuruluşundan sonra bütün ulusal, toplumsal, siyasal, kültürel haklarından mahrum bırakıldılar. İnkâr edildiler. Türkleştirilmesi için büyük bir asimilasyon sistemi işletildi. Kürtler açısından var olan hukuksuzluk, Kürtlerin direnmelerine ve silahlı başkaldırılarına yol açtı. 100 seneye yakın bir zamandır, Kürtlerle T.C Devleti arasında çatışmalar yaşanmaktadır. Her çatışma ve silahlı başkaldırı, katliamlara, Kürt liderlerinin yok edilmesine, büyük göçlere yol açmaktadır.

Bundan dolayı, Kürtler için tarihsel trajik bir yaşam söz konusu. Kürdistan’da haksızlık, eşitsizlik, adaletsizlik, hukuksuzluk hat safhadadır.

Kürt ulusal sorunundan dolayı, Türkiye’de genel olarak ekonomik gelişme alanında dünya standartlarında gerekli adımlar atılmadığı gibi, Kürdistan’da kapitalizmin gelişmesinin Kürt ulusal yapılanması, devletleşmesi açısından doğuracağı sonuçlardan taşınan endişelerden dolayı, ekonomik, sosyal, kültürel olarak bilinçli ve planlı bir şekilde geri bıraktırılmışlık söz konusudur.

KÜRT/KÜRDİSTAN SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ DEVLET FELSEFESİ, İDEOLOJİSİ, YAPISNIN DEĞİŞMESİYLE OLANAKLIDIR…

Bütün bu gerçeklikler, Kürt/Kürdistan ulusal sorununun bir hükümet sorunu olmadığını, bir devlet sorunu; devletin yapısal bir sorunu olduğunu ortaya koymaktadır.

Buna rağmen, 1950’lerden sonra, göreceli olarak devlet partisinden farklı olduğu ve demokrat olduğu düşünülen partilerin hükümetlerinden Kürt ulusal sorununun çözümlenmesi beklentisi içinde olunmuştur.

Bu nedenle 1950 yılında, devlet partisinden köklü bir farklılaşma göstermeyen, ama halk kesimleri tarafından devlet partisinden nitelik olarak farklı algılanan Menderes Hükümeti’nin Kürt Bölgelerine yakınlık göstermesi, Kürtlerle ilgili belirli trajik olaylara ilgi göstermesi, örneğin 33 Kürt Köylüsünün İran-Türkiye Kürdistan Bölgesinde General Muğlalı tarafından kurşuna dizilmesiyle ilgilenmesi, 1925 ve sonrası Kürt ulusal direnme hareketlerine öncülük eden şeyh ve bey ailelerine yakınlık göstermesi, Menderes Hükümeti’nin sorunu çözeceği umudunu Kürtler içinde yaymıştır.

Daha sonraki dönemlerde ve özellikle de 1990’dan sonraki ANAP, DYP-SHP, AK Parti Hükümetleri döneminde aynı umutlar yeşermiştir.

ANAP Hükümeti Döneminde, Başbakan Özal’ın 12 Milyon Kürdün varlığından ve Kürtlerin bir topluluk olarak haklarından bahsetmesi, Kürt/Kürdistan ulusal sorununun çözümü açısından Federasyon içinde olmak üzere bütün çözüm projelerinin tartışılabileceği büyük bir umuda yol açtı.

Bununla da, Kürtlerde de, Özal’ın Kürt/Kürdistan sorununun çözümü konusunda köklü tarihi adımlar atabileceği inancı gelişti.

Demirel ve İnönü, DYP-SHP Koalisyonu Döneminde Diyarbakır’a geldikleri zaman, Kürt gerçeğinden bahsettiler. Bu açıklaman arkasından, bir adım atılacağı beklentisi ortaya çıktı.

Tansu Çiller, DYP-Refah Koalisyonu Hükümeti zamanında İspanya’daki “Bask Modeli”nden bahsetti.

Mesut Yılmaz, “Avrupa Birliği yolunun Diyarbakır’dan geçtiğini” ifade etti.

Başbakan Recep T. Erdoğan, Ağustos 2005’te Diyarbakır’da Kürt sorununun varlığından, Kürt sorununun daha fazla demokrasi ve özgürlükler sistemi ile çözüleceğinden, tarihi yüzleşmeden bahsetti.

T.C Hükümeti Başbakanları ve yetkililerinin tüm bu açıklamaları, Özal’ın açıklama ve tutumunun sınırlarını zorlayan (Güney Kürdistan siyasi Partileri ve liderleriyle ilişki geliştirmesi v.b. diğer konular), R. T. Erdoğan’ın güncel anlamda attığı adımlar (TRT KURDÎ’yi kurmak, seçimlerde Kürtçe kampanyayı serbest etmek, cezaevlerinde Kürt Kürtçe konuşma serbestisi, mahkemelerde Kürtçe savunma serbestisi, Üniversite bünyelerinde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin açılması) kapsamı bir tarafa bırakılırsa, Genelkurmay Başkanlığının, gerçek devletin duvarlarına çarparak tuzla buz oldu.

Kocaman Başbakanlar, söylediklerini Ankara’da inkâr etmek ve düzeltmek durumunda kaldılar. İkiyüzlü ve yalancı konumuna düştüler.

Kürt yurtseverlerinin bir kesimi, Kürt aydınları ve siyasetçilerinin bir kısmı, bütün tarihi tecrübelere rağmen, Hükümetlerin bu sorunları çözebileceğine dair umutlar taşıdılar ve beklentiler içine girdiler. Bu nedenle, 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde Türk siyasi partilerine oy verdiler.

Oysa Hükümetler, Kürt/Kürdistan sorununun varlığından dolayı, demokrasi alanında bile adım atamıyorlar. Kürtlerin Hükümetlerden demokrasi alanındaki beklentileri bile gerçekleşmiyor.

Bilinen bir şey var ki, Türkiye’nin demokratikleşmesinin olmazsa olmaz koşullarından biri, Kürt ulusal topluluğunun Türk ulusu ve diğer dünyadaki tüm uluslar kadar hak sahibi olmasıdır.

T.C Devletinin yapısal özelliği, karakteri, dayandığı temeller, Kürt ulusal sorununun devletin yapısına bağlı olduğunu göstermektedir.

T.C Devleti’nin üniter, tekçi, Türk ulus yapısı değişmeden; devlet federal bir yapı kaznmadan Kürt ulusal sorununun çözüme kavuşması olanaklı değildir.

Bu nedenle Kürt sorununun çözümünü hükümetlerden beklemek yerinde bir tutum değildir.

Bu nedenle, Kürt ulusal sorunun çözümünün hükümetler sorunundan öteye, bir devlet sorunu olduğu bilinciyle hareket etmek, buna göre çözümde adımlar atmak, önermelerde bulunmak lazımdır.

Amed, 8 Temmuz 2018

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.