HDP’nin Yeni Dönemi

Kurd24

Hakların Demokratik Partisi’nin (HDP), 3. Olağan Kongresi 11 Şubat’ta Ankara’da yapıldı. Parlamentonun üçüncü büyük partisinin yönetim kadrosunun değiştiği bu kongreye Türkiye medyası iltifat etmedi. Bir dönemler Selahattin Demirtaş’ı manşetlerine taşımakta ve ekranlarına çıkarmakta yarış halinde olan gazeteler ve televizyonlar, HDP’ye ve Demirtaş’a gözlerini ve kulaklarını kapattılar. Her hal ve şart altında haber değeri taşıyan bu olayı ya tamamen görmezden geldiler ya da ayıp olmasın diye bir-iki satırla geçiştirdiler.

Ana-akım medyanın HDP’ye yönelik takındığı tavır şaşırtıcı değil; zira medya öteden beri devletin tercihlerine aşırı karşı hassas bir bünyeye sahip.  Çözüm süreci zamanlarında medya,  HDP’yi ve Demirtaş’ı parlatmakta herhangi bir beis görmüyordu. Şimdi ise devir değişti, devlet HDP’ye karşı topyekûn bir mücadele kararı aldı. Medya da durumdan vazife çıkarttı, devlet kararının bir gereği olarak HDP’yi adeta yok saymaya başladı. Tek başına bu hadise bile, Türkiye’de haberciliğin ve medya etiğinin geldiği yeri göstermesi açısından yeterlidir.

Güç kaybı

Medya alaka göstermedi ama kongre coşkulu bir havada gerçekleşti. Anlaşılan o ki, HDP yönetimi medya ambargosuna karşın var olduklarını ve ayakta durduklarını göstermek için, kongrenin yüksek bir katılım ve heyecanlı bir atmosfer yapılmasına özel gayret sarf etmişti. Zevahir kurtarılmıştı. Ancak bu, partinin 7 Haziran öncesine nazaran ciddi bir güç kaybına uğradığı gerçeğini örtemedi. Kongrenin sonunda ortaya çıkan tablo da bu güç kaybına derman olmaktan uzaktı.

Yeni dönemde HDP’nin üstesinden gelmesi gereken birçok sorun var. Bunlardan iki tanesinin belirleyici olduğunu düşünüyorum. İlki, liderlik sorunudur. Demirtaş eşbaşkanlıktan ayrıldı. Tek liste ile gidilen seçimlerde Pervin Buldan ve Sezai Temelli eşbaşkanlıklara getirildi. Tüm bu süreçlerde demokratik mekanizmaların esamisi okunmadı, gelecek ve gidecek isimler parti dışı mahfillerde kararlaştırıldı.

Yapısal bir sorun bu ve HDP’nin bunu kısa vadede çözme ihtimali bulunmuyor. Bu yapısal sorunu derinleştiren güncel bir sorun da var, o da parti tabanının Demirtaş taraftarlığıdır. Partiye gönül veren kitleler yola Demirtaş ile devam edilmesini istiyorlardı. Bunu çok açık bir biçimde dile de getiriyorlardı. Fakat tabanın açık duruşu Demirtaş’ın başkanlığının sona ermesinin önüne geçemedi.

“Demirtaş’tan Gery Adams çıkmaz”

Zannımca Demirtaş’ın eşbaşkanlıktan ayrılmasının üç nedeni olabilir. Birincisi, Demirtaş’ın bunu talep etmesidir. Demirtaş, Erdoğan’ın kendisini “şahsi bir mesele” haline getirdiğini ve HDP’nin başında olduğu müddetçe iktidarın hem kendisine hem de partisine daha çok yöneleceğini düşünüyor. Eşbaşkanlıktan çekilmekle partisini ve kendisini biraz daha rahatlatmayı hesap etmiş olabilir. Demirtaş’ın eşbaşkanlığa aday olmayacağını deklere etmesinden sonra duruşmalara çıkarılması, bu hesabın pek de yabana atılır olmadığının bir göstergesidir.

İkincisi, gerek cumhurbaşkanlığı ve gerek 7 Haziran seçimlerinde Demirtaş’ın adı HDP’nin de PKK’nin de önüne geçti. Kandil’in bundan büyük bir rahatsızlık duyduğunu öngörmek zor olmasa gerektir. Hatırlanacaktır; 7 Haziran’dan sonra Kandil’den yapılan üst üste açıklamalarla Demirtaş’a/HDP’ye sert ayarlar verilmiş ve asıl patronun kim olduğunu akıllarından çıkarmamaları gerektiği mesajı onlara doğrudan iletilmişti. Keza bugünler de PKK medyasında Demirtaş’ın rolünün fazla abartıldığını, ona olmayan birtakım güçler vehmedildiğini, Demirtaş’tan Gery Adams yaratmak gibi olmayacak bir işe kalkışıldığını belirten yorumların çıkması da Kandil’in hoşnutsuzluğunu teyit eder niteliktedir.

“Seni benim yerime hazırlıyorlar”

Üçüncüsü, Öcalan’ın da Demirtaş’ın süreç yönetiminden ve ön plana çıkmasından hoşnut olmamasıdır. Yine hatırlanacaktır, daha çözüm sürecinin başında Öcalan’ın Demirtaş’a “Seni benim yerime hazırlıyorlar. Ama ben liderlik önlemleri aldım, ona göre!” minvalinde uyarılarda bulunduğundan kamuoyu haberdar edilmişti. Sürecin çökmesi ve Demirtaş’ın da içeri alınmasından sonra Öcalan, devletin de Demirtaş memnuniyetsizliğini göz önüne alarak – ve belki de yeni bir kapı aralamak adına- Demirtaş’ın geriye çekilmesini istemiş olabilir.
Aslında her üç neden de birbirinden bağımsız değil. Devlet ile Kandil ve Öcalan’ın iradelerinin aynı noktada buluştuğu ve Demirtaş’ın da buna uygun davrandığı söylenebilir. Tam burada, Demirtaş’ın aday olmama kararının HDP’de çok kolay kabul edildiğinin altı çizilmelidir. Taban, Demirtaş’ı seviyor ve destekliyordu. Buna rağmen HDP, Demirtaş’ın eşbaşkanlığı sürdürmesinde ısrarcı olmadı. Hatta denilebilir ki, Demirtaş’ın geri çekilmesi HDP’de hevesle karşılandı. Kararın altındaki imzaların teşhisi için bu mühim bir işaret olduğuna kuşku yoktur.

“İsim, önemli değil” mi?

Peki, Demirtaş’ın yokluğu HDP’yi nasıl etkileyecek? Çokça ileri sürülen bir tez var. Deniliyor ki “HDP, bir lider hareketi değildir, lidere bağımlı değildir. Dolayısıyla Demirtaş’ın ayrılması partiye olumsuz tesir etmez.”

Bir dereceye kadar doğrudur bu; gerçekten de HDP ve selefi partilerde -Öcalan haricinde- hiçbir isme pek bir değer ve önem atfedilmemiştir. Dümene kim geçerse geçsin partinin geleneksel seçmeni sadık bir şekilde oy vermeye devam etmiştir. Demirtaş’tan sonra da bu seçmenler partilerine bağlılıklarını devam ettirecekledir.  

Lakin Demirtaş’ın farklı kılan unsur klasik tabanın dışındaki sosyal kesimlerle de ilişki kurabilmesiydi. Yeni eşbaşkanların, bu bağlamda Demirtaş’ın gerisinde kaldıkları ve onun yerini doldurmaktan uzak bir profil çizdikleri açık. Dolayısıyla Demirtaş’ın yokluğunun HDP’ye zarar vereceğini ve partinin daha geniş zeminlere taşınabilme ihtimalini düşüreceğini söylemek mümkün.

Cizre-Sur süreci

HDP’nin liderliğin yanında çare bulması gereken ikinci derdi de söylem sorunudur. Kongre hazırlıkları aşamasında HDP birçok ilde toplantılar yaptı, seçmenlerinin taleplerini dinledi. Parti Sözcüsü Ayhan Bilgen, bu toplantılardan iki önemli eleştirinin çıktığını belirtti. Buna göre, Türkiye’nin Batısındaki destekçiler HDP’den eğitim, ekonomi ve doğanın tahribi gibi sorun alanlarında daha etkili bir siyaset üretmesini talep ediyorlardı.

HDP’nin geleneksel seçmen kitlesi ise HDP’yi Cizre-Sur sürecinde yeterince etkili sonuç alıcı siyaset geliştiremediği için eleştiriyordu. Bilgen’in sözleriyle Siyasetçinin sorumluluğu, sorunları en az bedel ödenerek çözebilme konseptini geliştirmektir. Yaşamı, demokratik çözümü, karar alma süreçlerinin temel ekseni haline getirmek, HDP’nin varlık sebebi ve en temel iddiasıdır. Bu konuda HDP’den kaynaklanmayan HDP’yi aşan nedenler ve HDP açısından haklı mazeretler olsa bile, siyaset bu mazeretlere rağmen bir varlık ortaya koymak, çözüm üretmek becerisidir.”

Siyaseti savunmama zafiyeti

Daha açık bir anlatımla; HDP seçmeni partisini, PKK’nin akıl almaz “hendek-barikat-şehir savaşı” kararına gereği gibi karşı koymadığı, demokratik mekanizmalara sahip çıkmadığı ve siyasi bir çözüm üretmediği için eleştiriyor. Ne var ki kongrede seçmenin bu eleştiri ve beklentilerini içeren bir özeleştiri yapılmadı ve siyaseti kararlı bir şekilde savunan bir söylem de geliştirilemedi.

Velhasıl HDP’nin yeni dönemine liderlikteki sıkıntı ve söylem üretmedeki eksiklik damga vuracak. Şüphesiz HDP varlığını koruyacak ve seçmen tabanını büyük ölçüde muhafaza edecek. Fakat partinin siyasi yolculuğundaki oklar artık yukarıya değil aşağıya işaret ediyor.
*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.