Türkler İçin İran Siyaseti Klavuzu

Kurd24

İran’ın dış politikasını Ortadoğu’da güçlü kılan sebeplerin başında bu ülkenin iç politik dengelerinin dış politikaya daha az duyarlı olması gelir. Türkiye içinse durum tam tersidir. Türk siyaseti pan-Türk demagojiyle kolaylıkla manipüle edilebilir bir yapıya sahiptir. Son günlerde Türkiye’de Kerkük üzerinden gelişen anti-Kürt siyasi söylem ve Telafer üzerinden gelişmeyen milliyetçi yaklaşım Türk dış politikasının Irak üzerinden gelen İran etkisine olan zaafı şeklinde yorumlanabilir.

Tahran hükümetinin Kürdistan’daki bağımsızlık referandumuna gelecek tepkinin İran yerine Türkiye’den gelmesi için geliştirdiği son diplomatik hamle Türk iç siyasetinin Truva atlarına karşı zafiyetinin de belirgin bir işaretidir.   

Kısa Vade: Ortadoğu’daki Kalıcı İran Etkisi

Irak’ta 2018 seçimleri öncesi siyasi aktörler arasındaki mevki paylaşımının kozlarını dağıtan iki ana güç var, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İran İslam Cumhuriyeti. Her ne kadar Suudi Arabistan ve Türkiye de sürece nüfuz edebilme potansiyellerini genişletici adımlar atıyor olsalar da, Irak’ta herkes için belirleyici olan bu iki ana gücün Irak’ın iç siyaseti ile ilgili ne düşündükleri ve neyi planladıkları. Tartışılanın aksine, ABD ve İran asimetrik rakipler olmalarına karşın Irak’ın belli yerlerinde düşük yoğunluklu askeri ittifak ve endirekt iletişimlere devam etmekteler. Musul’da, Telafer’de ve yakın zamanda Havice’de Irak ordusunun her iki tarafla da ilişkileri bulunan komutanları ABD ve İran arasında sorun çözücü arabulucular olarak rol oynamaya devam ediyorlar. Bu arabuluculuk bazen ABD’nin kendi envanterindeki silahların Şii milisler tarafından kullanılmasına göz yummasına ya da IŞİD’e karşı güç dengesini gözeterek Şii milislerin de bulundukları cephelerde hava saldırıları yapmasına kadar varabiliyor.

ABD ve İran ilişkilerinin karmaşık doğası Barack Obama siyasetinin mirası. Trump yönetiminin İran ile ilişkileri Obama öncesi döneme döndürebilmesi kısa vade için mümkün değil. Uzun vadede ise bu tercihi yapacağını söylemek için elde henüz yeterli veri bulunmuyor. Yemen’deki İran-destekli muhalefet bölünmeye devam ederse, Suriye’deki Rus askeri nüfuzu İran için engelleyici rolünü muhafaza ederse, Suudi Arabistan Katar üzerindeki baskıdan netice alır ve böylece Bahreyn ve El-Qatif’e doğru büyüyen İran etkisi kısıtlanırsa, Haydar El-Abadi Irak’ta seçimleri tekrar kazanırsa ABD’nin İran’a karşı tutumunu daha da sertleştirmesine gerek kalmayacaktır. Şu an için görünen bu beklentilerin çoğunun gerçekleşeceği yönünde. Özellikle Doğu Asya’daki krizin tırmanması ihtimali ve ABD’nin Suriye’de Rusya ile dengeli ilişkiler kurmasının gerekliliği İran ile yeni bir cephe açmanın ABD açısından pek de mantıklı algılanmayacağına işaret sayılabilirler.

Kısacası öngörülebilir gelecekte ABD ve İran arasında bariz bir askeri ya da siyasi kriz beklemek zor. Olası bir ABD-İran krizi için en yüksek ihtimal Kızıldeniz’deki Husi varlığının Süez kanalını tehdit edebilecek bir düzeye varmasıyla ABD donanmasının İran destekli bu gruba karşı müdahil olması. Geçtiğimiz aylarda bir kaç defa ABD ve Yemenli Husiler arasında benzer gerginlikler yaşanmış olmasına rağmen İran’ın sessiz kalmayı tercih etmesi de böylesi bir kriz halinde dahi sorunun bir ABD-İran çatışması durumuna evrilmeyeceğinin göstergesi.

Bu genel durumun Türkiye için anlamı şu ki İran’ın bölgede 2011 sonrası yarattığı etki şimdilik kalıcı. Yemen’deki durum Ali Abdullah Salih faktörü gibi yapısal farklılıkları göz önünde bulundurularak biraz farklı okunabilirse de, Suriye ve Irak’taki İran etkisi için kalıcı demek abartı olmayacaktır. Bunun bir başka anlamı da İran ile ittifak halinde olan Iraklı tarafların bu ittifaklardan kısa vadede çekilmelerinin söz konusu olmayacağı. Yani Ortadoğu’daki her gelişme için söylenen klişe “kartlar yeniden dağılacak” tezi şu an için pek geçerli değil.

Truva Atları: Irak’ta Türkiye-İran İlişkileri

Kürdistan’ın 25 Eylül’de gerçekleştirmeyi hedeflediği bağımsızlık referandumu duyurulduktan sonra İran ve Türkiye arasında ortak tutum belirleme çabaları geliştiği söylenmeye başlandı. İran’ın Türkiye’ye yaptığı son ziyaret esnasında Ankara’ya Kürdistan’da ortak operasyonlar yapılması ve referanduma karşı ortak tepki gösterilmesi gibi bazı projeleri sunduğunu biliyoruz. Türkiye bu beklenmedik İran desteğini konuşa dursun, İran yine kendine ait başka yarı-diplomatik kanallardan Türkiye ile iş birliği yapmayacağı mesajını da vermeye devam ediyor. Bu minvaldeki son açıklamayı geçen hafta İran’ın Bağdat büyükelçisi yaptı ve Irak Kürdistan bölgesinin referandumuna karşı olmadıklarını duyurdu. Şaşırtıcı ama gerçek.

İran’ın Ankara’ya Kürdistan’daki referandum hakkındaki telkinlerinin arkasında referanduma verilecek tepkiyi Türkiye’ye ihale etme çabası olduğunu düşünmek çok da aykırı bir fikir değil. Burada en önemli nokta şu ki, Türkiye siyaseti pan-Türk milliyetçi demagojilerle kolaylıkla manipüle edilebilecek bir yapıya sahip. Bu manipülatif rolü son bir yıldır Irak Türkmen Cephesi oynuyor. Malum, Türkmen Cephesi’nin üzerindeki zoraki İran patronajı bu partiyi çoktan Ankara’nın ekseninden çıkarmış durumda. Irak Türkmenleri için bu kaçınılmaz bir son zira İran’ın komuta ettiği Şii milis örgütü Haşd el-Şaabi artık Şii Türkmen bölgelerinin tek hakimi. Telafer’deki Sünni Türkmenler ise artık IŞİD dışında hiç bir siyasi oluşum tarafından kabul görmüyorlar. Bu da Türkmen Cephesi’nin ister istemez İran patronluğunda bir Şii örgüt haline çeviriyor. Irak Türkmen Cephesi üzerinden seslendirilen afaki pan-Türk demagoji ile meşruiyet sorunu yaşayan MHP tetikleniyor. MHP’nin yükselttiği anti-Kürt hezeyanın ister istemez Türk hükümetini de bu yönde tavırlar almaya yönelteceği düşünülüyor.

Lakin tek konu Kerkük değil. Irak Türkmen Cephesi üzerinden Telafer’deki Şii milis hakimiyeti de Türkiye’de aklanmakta. Türkmen Cephesi liderleri Telafer’deki bir çocuk parkına Türkmeneli bayrağı dikerek şehrin Şii-Arap kontrolünde olduğu algısını yıkmaya da çalışıyorlar. Nitekim, Türkiye’deki pan-Türk söylemde artık Telafer’deki mutlak Şii-Arap egemenliği geçmiyor bile.

Kürdistan’da yapılacak bağımsızlık referandumuyla ilgili ABD ve AB’nin en büyük endişesi referandumun 2018 seçimlerinden önce olması nedeniyle Haydar El-Abadi’yi güçsüzleştireceği. Bunun İran’ın Irak’taki etkisini arttırmasıyla sonuçlanacağı düşünülüyor. Bu tez için tam olarak doğru demek mümkün değil zira İran’ın mevcut etkisini arttırması başka değişkenlere de endeksli. 2018 seçimleri elbette ki bu değişkenlerin başında geliyor. Şii milislerin organizasyonel yapısının IŞİD sonrası dönemde nasıl olacağı ise başka bir etken. Zira Irak ordusu içinde hatırı sayılır bir kalabalığın aynı zamanda Şii milis örgütlere biatı var. Bir çok ordu komutanı başbakanlık yerine Şii milis örgütlerin liderlerinden emir alıyor. Bunu da saklamıyorlar. Kısacası, İran’ın Irak üzerindeki etkisini arttırması Kürdistan’daki referanduma endeksli değil.

İran’ın Kürdistan üzerindeki etkisini arttırması ise Türkiye ve Kürdistan arasındaki ilişkilere endeksli. İran bugün Kürdistan’daki muhalefetin tamamı üzerinde küçümsenemeyecek bir etkiye sahip. İran İslam Cumhuriyeti’nin KYB (YNK) ve PKK ile imzaladığı 2011 anlaşması halen bağlayıcı bir nitelikte. Nitekim PKK’nin KYB kontrolündeki bölgelerdeki sivil ve askeri varlığını mümkün kılan ilişkiler İran arabuluculuğunda geliştirildi. İran’ın 2014’ten bu yana Goran Hareketi ile, 2015’ten bu yana ise Ali Bapir’in Komel’i ile devam eden iş birlikleri var. KDP ile ilişkileri sınırlı olsa da kesilmiş değil. Kürdistan’daki referanduma verilecek bölgesel tepkiyi Türkiye’ye ihale etmeye kalkmasındaki ana fikir Ankara-Erbil arasında oluşabilecek gerginlikler üzerinden KDP ile sınırlı olan ilişkilerini biraz daha geliştirebilmek. Başka bir deyişle, Erbil’e yönelecek olası bir Türkiye tehdidi durumunda Kürdistan için alternatifin İran olmasını sağlamak. Bu noktada İran’ın Kerkük’ten kendi topraklarına bağlanacak bir petrol boru hattı projesini tüm bu değişken faktörlere rağmen inatla gündemde tuttuğunu da unutmamak gerek.

İran’ın iç siyasetini Türkiye siyasetinden ayıran en temel özellik İran’ın milliyetçi demagojilere olan duyarlılığın oldukça düşük olmasıdır. Bu da İran’a Türkiye’den daha esnek dış siyaset yürütebilme kabiliyeti sağlar. Kürdistan’daki referanduma verilecek tepkiyi Irak Türkmen Cephesi üzerinden seslendirilecek içi boş pan-Türk milliyetçi söylemlerle Türkiye’ye ihale etmenin muhtemel sonucu referandum sonrasında Ankara-Erbil ilişkilerinin gerilmesi olarak düşünülebilir. İran, referanduma verilecek tepkinin Tahran yerine Ankara’dan gelmesini Irak’taki çıkarları açısından olumlu olarak okur. Zira bu tepki Ankara-Erbil ilişkilerini en azından gererek İran’ın Erbil üzerindeki diplomatik etkisini arttırmak gibi bir netice vermeye gebedir.

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.