Türkiye’de “1. Ve 2. Milli Cepheden” Daha Derinlikli ve Tehlikeli İttifak

Kurd24

Türkiye’de her seçim dönemi öncesinde, mevcut olan barajdan dolayı partilerin ittifakından bahsedilir. Çünkü partiler ittifak kanalıyla barajı aşarak meclise girmeyi denerler. Belirli dönemlerde de bu ittifak yapılmıştır. Ama ittifak iki partinin kurumsal yapılarının ittifakı şeklinde değil, bir partinin ya da iki partinin üçüncü güçlü ve kitlesel bir partinin şemsiyesi ya da kanatları altında seçimlere katılması şeklinde olmuştur.

Ama Türkiye’de bu ittifakın kurumsal yapılması için, gerekli hukuki düzenlemeler yapılmamıştır.

AK Parti ve MHP’nin son dönemlerde ittifakı gündeme getirmeleri, sadece barajı aşmak için değildir. Bir yandan, değişen yönetim sistemi, Cumhurbaşkanlığı Sistemi ya da partili başkanlık sisteminin zorunlu kıldığı yüzde 51 ulaşmak ya da onu aşmak için oluşturulmak istenmektedir. Bunun içindir ki uzun zamandır bir tartışma var. Bu ittifakın bu dönemde kurumsal bir yapıya kavuşması için güçlü bir irade ve hukuki bir hazırlık var. Bunun için de hukuki düzenleme, halkların gerçek temsilcisi olmayan organa yani meclise uyum yasaları kapsamında gelecektir. Bu ittifakın kurumsal yapılması için mutlaka bir sonuç alınacaktır.

Ama bu ittifakın modeli hakkında da önemli tartışmalar var. Bu tartışmalar sonucunda hangi modelin benimseneceği de önümüzdeki günlerde belli olacaktır. Ortaya çıkan verilerde, “milli ve yerli ittifakçı” denilen güçlerin isteklerine göre bu model tayin edilecek. Model tayin edilirken, “milli ve yerli” ittifakçı partilerin ve liderlerin kazançlı çıkmasının modeli yaratılacaktır.

Seçimler için ittifak, cumhurbaşkanlığı için ittifak sorunu, son dönemlerde daha kapsamlı bir hal aldı. Bu ittifakın kapsamı, ikinci milli kurtuluş savaşın verdiğini söyleyen Türk devletinde tüm ulusal güçlerin ittifakı olarak da gündemdeki sıcaklığını ve güncelliğini koruyor.

 

GERİCİ, IRKÇI, ANTİ-DEMOKRATİK, YAYILMACI, ANTİ-KÜRT İTTİFAK TEKERRÜR EDİYOR…

Türkiye’de konuşulan ittifak,  yeni bulunmuş bir birlik ve ittifak konsepti değildir. Daha öncede millici, gerici, ırkçı, anti-demokratik, anti-Kürt ve yayılmacı zihniyete sahip olan siyasi partiler ittifak ve hükümet koalisyonu oluşturdular.

Bu ittifak, 12 Mart 1971 Askeri darbesinden sonra gerçekleşti. Bir hükümet kapasitesinde ve koalisyon aşamasında kendisini ifade etti. Bu dönemdeki ittifak da, kendisini “muhafazakâr liberal demokrat” diyen Süleyman Demirel’in liderliğini yaptığı Adalet Partisi’nin öncülüğünde gerçekleşti. Hem de bir kere değil, iki kere gerçekleşti. Bu ittifak ve hükümetlere, “Birinci Milli Cephe Hükümeti” ve “İkinci Milli Cephe Hükümeti” denildi.

Bu hükümet cephesinin, “milli cephe” olarak tanımlanması, bu hükümetlerde yer almayanların “milli” olarak kabul edilmemeleridir. Mili Cephe Hükümetleri dışındaki güçlerin ve partilerin, başka bir anlamda yabancı oldukları ya da dış güçlerin işbirlikçisi olduklarıdır. Kastettikleri yabancı güçler ve devletler de, Sovyetler Birliği ve Çin’di. Bu devletlerin komünist olmaları, milli cephecilerin işini kolaylaştırıyordu.

Kendisine “milli cephe hükümeti” diyenler de partiler olarak, hükümet olarak ABD’ye uşaklık derecesinde bağlı, Türk devletini ABD’nin ileri karakolu olarak işleten hükümet ve partilerdi. Buna rağmen onlar milli ve diğerleri yabancı oluyorlardı!

O dönemde ABD’nin sıkı uşağı olmak ve ABD’nin ileri karakolu olmak: “Millilik” kriteri olarak halka anlatılıyordu.

Milli Cepheciler, kendilerinin ana referansları olan, feyiz aldıkları Kemalistleri ve CHP’yi bile milli kabul etmemek ve yabancı görmek kadar siyasi bir körlüğe sahiptiler.

Son günlerde de CHP’nin Afrin Operasyonunu ve işgalini açıkça desteklemesinden sonra milli bir güç olarak kabul görmeye başladı. Yoksa öncesinde CHP bile “milli ve yerli” parti kategorisinde görülmüyordu.

Birinci ve İkinci Cephe Hükümetleri, halklara kan kusturan hükümetlerdi. Anti-demokratik uygulamaların öncüsü, hukuku ayaklar altına almanın ustası, hak ve özgürlükleri yok saymanın tiranı idiler.

Bu hükümetler, sosyalist hareketin, Kürt ulusal hareketin, sosyalistlerin ve Kürtçülerin yaman düşmanıydı. Bu nedenle de, o dönemde hapishaneler rejim ve devlet muhalifleri, sosyalistler ve Kürtçülerle doluydu. Emniyetlerde işkence yapmak normal ve günlük vakıalardı. TCK’nın ünlü 141 ve 142. Maddeleri demoklesin kılıcı gibi ilericilerin, sosyalistlerin, devrimcilerin ve Kürtçülerin tepesindeydi.

Bulunduğumuz aşamada gerçekleştirilmeye çalışılan “milli ve yerli ittifak”: 12 Mart Darbesi sonrası ittifakın, yeni koşullara göre tanımlanması ve uyarlanması olarak ortaya çıkıyor.

 

TÜRKİYE’DE OLUŞAN İTTİFAK: KÜRTLER SÖZKONUSU OLUNCA GENEL VE GENİŞ KAPSAMLI İTTİFAK OLUYOR…

Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 sorunu ortaya çıktıktan sonra, MHP, öne atıldı. “Sistemin tıkanmaması” adına AK Parti’nin “cumhurbaşkanı halkoyuyla seçilsin” görüşlerini destekledi. Bunun için anaysa değişikliği gerekiyordu. Anayasa değişikliği için AK Parti talebini destekledi. O tarihten sonra AK Parti ve MHP arasında ilişkiler gelişti. Daha sonra da anayasa değişikliğini referandumda destekledi. Bu değişiklik 12 Eylül Darbecilerinin de yargılanmasını getirmişti. Ama daha sonra cumhurbaşkanlığının halk oylamasından seçilmesinde CHP ile ittifak etti, birlikte şemsiye bir cumhurbaşkanı adayını çıkardı.

Ama buna rağmen AK Parti ile ilişkileri zayıflatmadı, daha da güçlendirdi.  15 Temmuz 2016 Darbesinden sonra, AK Parti’nin bütün uygulamalarını ve olağanüstü hal kararını kayıtsız şartsız destekledi. AK Parti’yi siyaseten ve ideolojik açıdan da etkilemek için olağanüstü çaba gösterdi.

Asıl olarak da Türkiye’de sistem değişikliğine bir ölçüde yol açan partili cumhurbaşkanlığı için yapılan anayasa değişikliğinde, AK Parti’ye yakın durdu ve destekledi. Anayasa değişikliğine evet dedi. O tarihten sonra AK Parti ve MHP arasında sıkı ilişkiler gelişti. Bir koalisyon gibi davranmaya başladılar.

Bu ilişkiler, kamuoyunda ve siyaset bilimciler tarafından haklı olarak bir seçim ittifakından öte mevcut olan bir hükümet koalisyonu olarak tanımlandı.

MHP’nin özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday göstermeyeceğini ve R. Tayip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını kayıtsız şartsız destekleyeceğini açıklaması, yapılan bu tanımlamayı doğruladı.

Belli bir aşamadan sonra, AK Parti’nin özgün politikaları silikleşti, MHP’nin milliyetçi ve ırkçı düşünceleri AK Parti’ye ciddi bir şekilde sirayet etti.

AK Parti’nin, Kürdistan Hükümetiyle olan stratejik ilişkisine son vermesi, referandumdan sonra düşman kardeşler konumunda olan İran ve Irak devletiyle anlaşarak Kürdistan devletinin kuruluşunu engellemesi ve Kerkük’ü işgaline doğrudan katılması, bu milliyetçi ırkçı düşüncenin AK Parti’yi sarmasının en önemli delili.

MHP, Kürt Dağı’na operasyonun yapılmasında AK Partiyi etkilemekle kalmadı, belirleyici oldu.

Bir aşamadan sonra, Kürtler söz konusu olunca ittifak genişledi ve başka ırkçı bir kapsam kazandı. CHP, Vatan Partisi, İyi Parti, tüm ulusal solcular, AK Parti dışındaki İslamcı parti ve kesimler, BBP de ittifakın aktörleri olduğu. Bu tutumlarıyla, bu devletin ve devletin savunucularının ve yönetenlerinin ne kadar şiddetli Kürt düşmanı olduklarını da ortaya koydular.

 

BU İTTİFAK: TEHLİKELİ, AK PARTİ’Yİ TÜMDEN DEĞİŞİME UĞRATAN, KEMALİST VE IRKÇI DEĞELERE BULAYAN BİR İTTİFAK…

AK Parti, kendisini  “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlayan, Kemalizm karşısında konumlanan bir partiydi. Ya da en azından AK Parti’nin dayandığı İslamcı gelenekle ilgili kamusal algı böyleydi.

AK Parti, 2002 yılında hükümet olduğu zaman, yaptığı uygulamalar, tespit ettiği politikalar ve projeler de bu algıyı doğrulayan, yansıtan bir konumdaydı. Darbelere yönelik tutumu, sivil ve askeri bürokrasinin tasarruflarına karşı hassasiyeti, “halkçı turumu” da bunu gösteriyordu.

Ergenekon ve Balyoz darbe davaların açılması, yüzlerce rütbeli askerin, generallerin, genelkurmay başkanının bile tutuklanması, yargılanması, cezalandırılması da bunun önemli göstergelerinden biriydi.

Liberal demokratlarla ittifak içinde olması, sivil demokratik örgütleri ve taleplerini önemsemesi de eski Kemalist ve devlet geleneği parametrelerinin dışındaki uygulama ve davranışlardı.

2005 yılında Kürtlerle ilgili yaptıkları açıklamalar, devletin Kürtlere yönelik hata ve yanlışlarını dile getirmesi, yarı bir ağızla da olsa özeleştiri yapması, Kürtlerin sorunu ve derdini kendi sorunu ve derdi kabul etmesi de Kemalist ve eski devlet değerlerine karşıydı.

Toplumun geneline ve Kürtlere yönelik yaptığı demokratik açılımlar da muhafazakâr demokrat olmanın ifadesiydi.

Kafaları da karışık da olsa Kürtlerle ilgili çözümü siyaset sahnesine ve kamusal alana taşıması da yenilikçi, eski devlet parametrelere aykırılığın en önemli göstergesi niteliğindeydi.

Dersim’de katlimin yapıldığını kabul etmesi, eski devletin parametrelerini sarsan bir gelişmeydi.

TRT KURDÎ Televizyonunu üç Kürtçe lehçeyle açması, Kürtçeyi öğrenim dili haline getirmesi, siyasi partilerin Kürtçe ile propaganda yapmaları ve siyasi seçim çalışmalarını götürmeleri, hapishanelerde Kürt konuşmayı serbest hale getirmesi, mahkemelerde Kürtçe savunmaya olanak sağlaması, üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerini açması, Mardin Artuklu Üniversitesinde Kürt dili ve edebiyatı üst lisan ve öğretmen eğitimin başlatması gibi  oldukça önemli uygulama ve projeler; televizyonların Kürtçe program yapmalarına ve Kürdistan’ın Güneyindeki tüm televizyonların Türkiye’de rahatça çalışma yapmasına izin vermesi, Kürdistan yönetimi ile ilişkileri bir aşamadan sonra stratejik noktaya taşıması, Kürdistan yönetimini tanıması, Kürdistan başkanı ve başbakanının ziyaretlerinde Kürdistan bayrağını kendi makamlarına asması; Kemalist düşünce sisteminin Kürtleri yok sayma ve inkar etme politikalarının karşıtı  ya da sorgulayıcı proje ve uygulamalardı.

MHP, bu proje ve uygulamaların hepsine karşıtlığını belirtmesine rağmen, bunlar AK Parti Hükümeti tarafından yapıldı.

Ama ne yazık ki, AK Parti Hükümeti, gelinen nokta itibarıyla Kürdistan’ın Güneyindeki Kürtleri ve Kürdistan Bölgesini düşmanlaştırmış durumda. Kerkük işgaline katılmış ve Kürt Dağı’nda operasyon başlatmış durumda.

Kürtlerin milli haklarını tümden defterinden silmiş durumda.

Kürtlerle ilgili açılım ve projeler, Kürdistan meselesini çözme güç ve yeteneğinde olmazsa da, kolektif/grupsal milli hakların iade edilmesi anlamına da gelmezse, sempatik, demokratik, gelecek için umut veren adımlardı.

Yeni bir devlet ve yeni düzen arayışı konusundaki açılım ve açıklamalar, tam anlamıyla eski devlet parametrelerini karşıya alan cesur açılımlardı.

Ama ne yazık ki, bu zihniyetten geri dönüldü. AK Parti değişti. Irkçı ve Kemalist değerleri yeniden bünyesinde hortlattı. Bu değişim ve dönüşümde, cumhurbaşkanının kişisel ihtirasları, parti çıkarları bir etken olsa da; asıl neden oluşan “milli mutabakat” ya da “milli ve yerli” ittifak;  Türkiye’de yapısal olarak milliyetçi ırkçı değerlerin hortlamasıdır.

Bu olup bitenler, aynı zamanda, AK Parti’nin sahip olduğu İslamcı değerlerin mihengine vurulsa da, olup bitenlerin sorgulanması ve mahkûm edilmesi kaçınılmaz hale gelir.

Bilindiği gibi, Kemalist Türk Devletinin kuruluşuyla birlikte, bütün milletler, ulusal ve dini azınlıklar yok sayılmakla kalmadı, düşmanlaştırıldılar. Bu da halkta ırkçılığı yapısal hale getirdi.

 

YENİ İTTİFAK IRKÇIDIR. ANTİ DEMOKRATİKTİR. YAYILMACI, SÖMÜRGECİ VE ANTİ-KÜRTTÜR. İNSAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNE KARŞIDIR. HUKUKAKARŞIDIR.

Yeni ittifak, derinlikli, korkutucu, irrasyonel, insana yabancı değerlerle sentezleşmiş bir ittifaktır.

Bu yeni ittifakın, çağdaş değerlerle hiçbir alakası yoktur. Bu ittifak, ırkçıdır. Irkçılık, insanlığın en büyük düşmanıdır. Bir ırkın ve milletin diğer Miletlerden üstün olduğunu; bir milletin ve ırkın üstün ve egemen, diğer ırkların ve milletlerin köle olmasını savunmaktır. İşi sadece orada da tutmamak, başka ırkları ve milletleri yok etme barbarlığı, vahşetidir. Soykırım ve etnik-millet temizliğidir.

Irkçılık, savaşlarla milletleri katletmek ve yok etmektir. İkinci Dünya Savaşı bu ırkçı anlayışın sonucu ortaya çıkmıştır.  Almanya’da iki topluluğun (Yahudilerin, Çingenelerin) toptan yok edilmesini, insanlığa dehşeti doğurmuştur.

Irkçılığın, Türkiye’de Kürt milletine karşı yarattığı dehşet geçmişte ve günümüzde yaşanan olaylarla sabittir. Kürtlerin sürekli katledilmesi, etnik ve kültürel soykırımın sürekliliği bu düşünce sisteminin ve insanlık dışı değerin ürünüdür.

Irkçılık, aynı zamanda sömürgeciliği ve yayılmacılığı doğurur. Bundan dolayı, Kürdistan’daki işgal ve ilhak, sömürgeciliğin devam ettirilmesi için olağanüstü çaba var. Bu çaba, Kürdistan’ın Kuzeyini aşarak diğer Kürdistan parçalarını da içine alan bir kapsam kazanmıştır.

Bu ittifak, bu nedenler Türk Devleti’nin Anti-Kürt yapısının ve anlayışının hortlaması, yeni koşullarda uyarlanması,  realize ve rafine hale getirilmesidir.

Demokrasi, demokratikleşme, demokrasiyi bir yaşam tarzı haline getirme gibi bir derdi yoktur. Bu nedenle de, aday üyesi olduğu Avrupa Birliği (AB) değerleriyle yüzde yüz karşıttır. AB ve Türk Devleti ilişkileri oldukça teknik, devletlerin kaba çıkarlarıyla doğrudan ilintili bir ilişkidir.

Bir sistemin, bir devletin, bir partinin, demokrasi ile ilişkisi yoksa demokrasiden uzak ve ona karşıysalar; onlarda insan hak ve özgürlüklerini savunmayı ve korumayı beklemek hayaldir.

Hak ve özgürlüklerin olmadığı yerde, hukuktan da bahsedilmez.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.