67’sinden 25’i mi Kürt?

Kurd24

16 Nisan 2017 referandumu Tayyip Erdoğan’ın istediği şekilde neticelendiğinde, bir erken seçime gidileceği net olarak anlaşılıyordu. Şahsen ben de, referandum gecesi sonuçlar belli olduğunda, Al Jazeera Türk’ün sorularına verdiğim cevaplarda, bazı uyum kanunlarının meclisten geçirilerek bir erken seçime gidilmesinin kaçınılmaz olduğunu ısrarla belirtmiştim.

Tayyip Erdoğan, referandum sonuçlarını muhalefet partilerinden çok daha iyi değerlendirmiş. Düşüşe geçmiş olan AK Parti’nin, normal sürede gidilecek bir genel seçimde parlamento çoğunluğunu kaybedeceğini, mevcut düşüşün çok daha vahim bir rakama varmasına zaman bırakmadan, bir erken genel seçimin hem kendisi, hem de partisi için kaçınılmaz olduğunu görmüş.

Ama bunu nasıl ve ne zaman gerçekleştireceğini uzunca bir zaman düşünmüş olmalı ki, uyum yasalarını bile meclisten geçirmeyi göze alamayıp, senaryo gereği Devlet Bahçeli’nin önerisi ve kendisinin de son kararıyla, sahneye konulmasını uygun buldu. AK Parti yöneticilerinin, seçim kararından 2 gün öncesine kadar erken seçim ihtimalinden söz edenleri, “vatan haini” ilan etmesine rağmen, 24 Haziran gibi çok erken bir tarihte alelacele bir seçim karar almaları tam bir baskın seçim kararıydı. Yeni sistemin olmazsa olmazı olan uyum yasaları meselesini bile, kanun gücünde kararname yetkisi çıkartılarak kazasız belasız hallettiler.

1995 Ekim ayı sonlarında, Deniz Baykal ile Tansu Çiller, kendi partileri içerisindeki muhalif milletvekillerinden kurtulmak amacıyla anlaşarak, 24 Aralık 1995 tarihi için bir baskın seçim kararı almışlardı. Meclis görüşmelerinde söz alan DSP lideri Bülent Ecevit, bu tarihin, yalnız Anayasa’ya, adalet ve eşitlik ilkelerine aykırılığı değil, karakış nedeniyle doğal şartlara da uygun olmadığını belirtmiş ve Çiller’i kastederek, “Hepimizin gözü önünde, bir mertlik namertlik atmosferi içerisinde, bir hodri meydan atmosferi içerisinde, Meclis’i ve Türkiye’yi peşine taktı, sürüklüyor” demişti.

İktidarda olan bir parti liderinin, partisinin oylarının düşüşe geçtiğini sezerek, çareyi baskın bir erken seçime gitmekte görmesi normaldir; ancak muhalefetin bunu görememesi veya görmezden gelmesi de hiç normal değildir.  Bu seçim kararı alındığında, muhalefetin “Nereden icabetti bu aceleniz, nedir bu telaşınız?” demesi gerekirken öyle yapmadılar. Her geçen gün oy kaybetmekte olan iktidar partisinin kararına tepki göstermek yerine, “hodri meydan” demeyi ve kaybetmeyi tercih ettiler.

AK Parti, seçimlerin en fazla oy kaybeden partisi olmasına rağmen, Tayyip Erdoğan’ın açık farkla Reisicumhur seçilmesi sonucu, bir anlamda seçimlerin de galibi oldu. Sonuçta tam 1 yıldır bağıra bağıra geliyorum diyen erken seçim için hiçbir hazırlığı olmayan muhalefet partilerinin başarısızlıklarının en önemli nedenlerinden birinin, erken bir seçim kararı karşısında tamamen hazırlıksız olmalarından kaynaklandığını düşünüyorum.

Hiçbir şekilde doğru dürüst muhalefet yapamayan CHP’nin yüzde 3 oy kaybının birazının İYİ Parti’ye, birazının da HDP’ye gittiği söylense de, oy kayıplarının en önemli nedeninin kendileri olduğu açık. Önce 7 Haziran sonrasında Tayyip Erdoğan’ın erken seçim tuzağını göremedi. Ardından 1 Kasım sonrasında üstlendiği ana muhalefet rolünü bile beceremeyip, Anayasa’ya aykırı olduğunu söylediği halde, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması, 7 Ağustos Mitingi, OHAL uzatmaları ve savaş kararlarına sağladığı destekler gibi affedilmez hatalardan sonra, adalet yürüyüşüyle, İYİ Parti’ye verdiği Milletvekili desteğiyle falan oy kazanacağı beklenmemeliydi. Oy kaybetmesine rağmen milletvekili sayısındaki artış ise, milletvekili sayısının 600’e çıkmasından kaynaklanmakta.

Peki, seçimlerin kârlı çıkan tarafı yok mu?

MHP’ye Genel Başkan olursam, oylarını yüzde yirminin üzerine çıkarırım diyen Meral Akşener, MHP’ye Genel Başkan yaptırtılmadı, ama kurduğu İYİ Parti, biraz CHP’den, biraz AK Parti’den, biraz da MHP’den oy çekerek, MHP’ye ilave edeceği yüzde on oyu kendi başına alıp 43 milletvekili ile Meclis’e girdi.

MHP ise, Meral Akşener’in İYİ Parti’sine kaptırdığı oylarını, AK Parti’den biraz oy çekerek telafi etti ve oy yüzdesini fazla artıramasa da, seçim en büyük sürpriz sonucunu elde etti. Kürt seçmenden demeyeyim ama Kürt şehirlerinden bile devlet personeli ve güvenlik görevlisi olarak görevlendirilen seçmen taraftarlarının oylarıyla küçümsenmeyecek oylar aldı.

HDP’nin 7 Haziran seçimlerine yakın bir oy alacağı tahmin edilirken, beklenenin altında oy alması, seçimlerin diğer sürprizi oldu. Demokrat ve liberal eğilimli olup, hiçbir partiye bağlı olmayan önemli sayıda seçmenden oy aldı. Keza başkanlık için Muharrem İnce’ye oy verip, genel seçimler için de HDP’ye oy veren bazı CHP’li seçmenlerden oy aldı. Ne var ki, 1 Kasım seçimlerine göre oy yüzdesinde ve sayısında biraz artış olmasına rağmen, Kürt seçmenden beklediği desteği bulamadı ve toplam yüzde 11,7 oranında oy alabildi. Kürt seçmenlerden aldığı desteğin kaybı hakkında elbette bazı bilimsel saha çalışmaları yapılacak ve daha net veriler ortaya çıkacaktır, ama ben ilk akla gelen belli başlı birkaç ihtimali sıralamak istiyorum.

PKK’nin 2015 Temmuz ayında, “devrimci halk savaşı süreci” olarak adlandırıp ilan ettiği silahlı eylemlere yeniden başlaması, ilkin 1 Kasım seçimlerinde etkisini göstermişti. 7 Haziran seçimlerine göre 900 bin oy kaybetmiş ve 10,76 oranıyla oy sayısı 5 milyon 146 bine düşmüştü. Bu rakam genelde yüzde 2,5 olarak gözükse de, kendi oyunda yüzde 17 oranında bir düşüş demekti.

1 Kasım sonrasında ise, şehir ve kasabalarda binlerce insanın ölümü ve yerlerinden edilmesinin yanı sıra, bir daha telafisi mümkün olmayan çok sayıda tarihi ve kültürel mirasın da yok edilmesine yol açan “Hendek Savaşları” başlatıldı. Genelde PKK’nin çağrılarına olumlu karşılık veren veya vermek zorunda bırakılan halk, bu süreçte PKK’nin eylemlerine ilk kez açıkça uzak durup, destek vermedi. Bu olaylar sonrasında büyük çapta olmasa da,HDP’nin oy kaybı olduğunu düşünüyorum.

Başta Selahattin Demirtaş olmak üzere pek çok kişinin halen hapiste olması, seçmen üzerinde hiçbir heyecan verici bir kabiliyete sahip olmayan parti sözcülerinin ve yönetiminin zayıflığı, eş-başkanlarının eğretiliği ve siyasi yetersizlikleri, küçük oranda da olsa bir oy kaybına yol açmış olabilir.

Önceki genel seçimlere nazaran daha belirgin olarak göze çarparak tekrarlanan milletvekili adaylarının tespitindeki isabetsizliğin de oy kaybında rolü olması mümkündür. Her birinin şecerelerini incelemedim, ama seçilen 67 milletvekilinden sadece 25’inin Kürt olduğu söyleniyor. 5 milyonun üzerinde bir Kürt seçmenden oy istenirken, seçilme ihtimali yüksek yerlerden gösterilen adayların çoğunun radikal Türk sol gruplarından gelen ve Kürt seçmen nezdinde itibarlı ve sevilen kişiler olmadıkları, hatta içlerinde Kürt değerlerine hakaretlerde bulunan şahısların bile olması, olumsuz bir faktör olarak değerlendirilebilir.

Bir diğer önemli husus ise OHAL ve devletin baskı politikaları. Her ne kadar Türkiye genelinde yürürlükte olsa da,OHAL’in Kürt şehirlerindeki uygulamaları, günlük hayattaki zorbalıkları ve baskıcı etkileri elbette batı illerinden çok farklıdır. Kürt şehirlerinde yıllarca OHAL şartlarında genel seçimler yapıldı, ama bölgeden gelen bilgilere göre, seçimlerin hiçbir genel seçimde yaşanmayan bir baskı ve tehdit ortamında geçtiği iddiaları savunulmakta. Seçim sonuçları üzerinde etki yaratacak sayıda güvenlik görevlisinin bölgede oy kullanması, bunların özellikle MHP taraftarı olmaları dikkate değer bir husus. Keza sandık birleştirme adı altında, muhalif seçmenlerin yoğun olduğu köylerdeki seçim sandıklarının, korucuların ve güvenlik güçlerinin yoğun olduğu köylere nakledilmesinin de, sonuçlar üzerinde etkisi olduğu bir gerçek.

İyi haftalar dilerim. 

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.