Türk’e Marifet, Kürd’e Kabahat, Öyle Mi?

Kurd24

ABD’nin Suriye Kürdistanı’nda YPG’ye ağır silah yardımında bulunması, sadece Türk devletini değil, solcusu, sağcısı, liberali, İslamcısı, milliyetçisi, ulusalcısı, basını, yayını, sivil toplum örgütleriyle bir bütün olarak Türkiye’de bir cinnet haline sebep olmuş durumda!

Nasıl olur YPG gibi PKK uzantısı bir örgütü ABD bizim gibi NATO üyesi bir devlete, ‘’stratejik’’ bir ortağa tercih eder diye, üstüne kuma gelmiş bir gelin edasıyla ağlaşıp duruyor Türkiye!

Kürt ve Kürdistan cephesinde ise, PKK şeflerinin yıllardır yurtsever tabanın kafasına okuduğu anti-emperyalist, anti-Amerikan sloganlar DAİŞ’in Kobani saldırısı karşısında başını ABD’nin çektiği uluslararası koalisyonun havadan DAİŞ mevzilerini bombardımanı ve YPG’ye havadan cephane desteği sağlaması, Kobani’yi savunmak için Peşmerge kuvvetlerinin ağır silahlarla Türkiye üzerinden geçişini Türk hükümetine kabul ettirmesiyle, yerle bir olmuştu…

Tayyip Erdoğan’ın ‘’Düştü, düşecek’’ diye sevindiği Kobani düşmemiş, onun yerine Kobani'de direnen YPG’lilere havadan ‘’emperyalist cephane’’ yardımı düşmüştü!...Bu olay, başta PKK cephesi olmak üzere bir kısım Kürt çevrelerince ideolojik ve siyasi düzeyde hala yeterince anlaşılıp hazmedilebilmiş değil!

Öyle ya daha dün ‘’ABD emperyalizminin desteği ile kurulmak istenen Federal Kürdistan’a, ikinci İsrail’e yol vermeyeceğiz’’diyerek, ‘Botan-Behdinan Cumhuriyeti’, ‘Zap Cumhuriyeti' kurma yalanları ile tabanını Güney Kürdistan’a karşı düşmanca terbiye edip, binlerce gerillanın ve yüzlerce Pêşmerge'nin canına mal olan Abdullah Öcalan ve diğer PKK şeflerinin mürekkepleri kurumamış olan açıklamaları çarşaf çarşaf ortada dururken, bugün Suriye Kürdistan'ında olanları nereye sığdıracaklardı?

Benzer bir durum Birinci Körfez Savaşı’nın başladığı zamanlar da yaşanmıştı. Bazı sosyalist Kürt örgütlerinin liderleri ‘’haklı savaş, haksız savaş’’ şablonları ile sonucu Saddam rejimini savunmaya çıkan anti-emperyalist bir söylem geliştirmeye çalışmışlardı. Ama tutmamıştı! Benzer bir takım görüşleri Rızgari Hareketi'nin bazı kadroları da dillendirerek, ‘’emperyalizm ile işbirliği içinde olan Güney Kürdistan liderleri Mesud Barzani ve Celal Talabani’yi ‘’ihanetle’’ suçlamaya kadar vardırmış, diğer bir kısım duyarlı kadrodan gerekli cevabı almışlardı!...

HEP ve DEP gruplarının yıllarca 36. Paralelin Kuzeyine uçuş yasağı getiren (yani Saddam rejiminin hava kuvvetleriyle Kürtleri katletmesini önleyen) Çekiç Güç’ün görev süresini uzatan tezkereye her altı ayda bir TBMM’de oylanırken, şaşmaz bir saat gibi Alparslan Türkeş ve Bülent Ecevit’in gruplarıyla birlikte karşı oy kullanmaları o dönemin vekilleri ve onlara emir komuta eden siyasi anlayış üzerinde kara bir leke olarak kalmıştı.

Nasıl ki DAİŞ’e karşı mücadele eden Pêşmerge güçlerine silah vermeyi oylayacak olan Almanya Parlamentosu'na şarlatan kızları göndererek şamata çıkarıp, Kürdistan’a silah vermeyin kampanyası PKK üzerinde kara bir leke olarak duruyorsa; Bugün de ENKS adına ağlaşarak Amerikalılara ‘’YPG’ye silah vermeyin’’ demek de kara bir leke olarak kalacaktır. Böyle telafisi mümkün olmayan yanlışlar yapılacağına, herkes kendi askeri gücü ve diplomasisini kullanarak kendisini vazgeçilmez bir partner konumuna getirebiliyor mu, getiremiyor mu ona bakmak lazım…

Birinci Körfez Savaşı yılları Kürdistan Press Gazetesi ve Kurd Haber Ajansı’nın faaliyette olduğu yıllardı. Türk basınından gazeteciler haber ve iletişim için bizi sık sık ararlardı. Bir gün Milliyet Gazetesi'nden Rafet Ballı aradı. Nefes nefese çok büyük bir skandal duymuş da inanası gelmiyormuş gibi bir soru sordu; ‘’Amerika yönetimi Talabani’ye 6 milyon dolar yardımda bulunmuş diye bir haber var doğru mu?!’’ diye sordu. Ben, evet böyle bir şey var ama meblağ 6 milyon dolar değil, 60 milyon dolardır, ayrıca bizim payımıza da bir şeyler düşecek ’’ diye alaylı bir şekilde cevaplamıştım. Bu cevap karşısında, Rafet Ballı ‘’Ya olur mu Talabani Amerikan emperyalizminden nasıl para alır?’’ deyince, ‘’Neden olmasın Rafet bey, senin devletin 60 senedir Amerika’dan tankından, tüfeğine, uçağından, mermisine, Türk askerinin üstündeki elbiseden, yediği kuru fasulyeye kadar alıyor, oluyor da, Kürtler 60 milyon dolar alınca mı olmuyor? Biz Kürtler bu kadar senedir anti-emperyalistlik yaptık, artık o kutsal(!) görevi biraz da kahraman Türk devletiyle Türk milleti yapsın…’’ diye cevaplamıştım…

Türklerin ‘’Her Türk asker doğar’’ diye bir atasözleri vardır. Tabii zengin çocuklarıyla, bürokrat çocuklarını saymazsak, belki bir ölçüde gerçeğe uyan bir sözdür ama bence biraz eksiktir. Bu söze‘’Her Türk anti-emperyalist doğar’’ diye bir ekleme yapmak gerek!  Yapmasına yapmak gerek de Osmanlı ve Türk tarihine baktığımızda, anti-emperyalistlikten ziyade, emperyalizm uşaklığı demeyelim belki biraz ağır olur,(her nekadar Türkler, Kürtleri emperyalizmin uşağı diye yaftalamaya çalışmışlarsa da) biz yine de kibarlığı elden bırakmadan ‘’uşak’’ yerine işbirlikçi diyelim… Ne var ki Osmanlı ve TC devletinin son iki yüz yıllık tarihine baktığımızda, işbirlikçilikten başka bir ize rastlamak mümkün olmuyor…

Peki nesiller boyu emperyalizme işbirlikçilik yapan bir devlet ve millet nasıl oluyor da demagojik düzeyde dünyanın en keskin anti-emperyalist devleti ve milleti görüntüsünü verip, kendi milleti ile dünyanın safdillerini kandırabiliyor?

İşte Türk devletinin ve Türk’ün mahareti burada ortaya çıkıyor!

Aşağıdaki gerçek tarihi olaylar ve tarihi dönüm noktaları hakkında bilgi sahibi olan okuyucu, bulsun Osmanlı ve Türk’ün anti-emperyalistliğini bakalım bulabilecek mi? Son iki yüz yıllık Osmanlı ve TC devletinin emperyalizmle olan ilişkilerinin önemli dönüm noktalarından bazı örnekler.

Birçok Türk’ün övünç duyduğu Osmanlı imparatorluğu, Fransa ve İngiltere’nin zoruyla Birinci ve İkinci Tanzimat Fermanlarını ilan ederken;

Yani Kapitülasyonları kabul ederken;

Osmanlı Almanya ile birlikte 1. Dünya savaşına girerken;

Ermeni Katliamını yaparken;

Mondros Mütarekesini imzalarken;

Mustafa Kemal, Türk-Yunan savaşında İngilizlerden yardım alırken;

Lenin Rusya’sı tarafından beslenirken;

Karadeniz Rumlarını (Pontos) katlederken;

Ege Rumlarını sonsuz bir vatansızlığa mahkûm ederken;

Lozan Antlaşmasını imzalarken;

Fransa ve İngiltere yardımı ile Şeyh Said hareketini bastırırken;

İzmir İktisat Kongresiyle Emperyalizme yeşil ışık yakarken;

Dersim ve Zilan'da Kürt soykırımı yaparken;

Türkiye NATO’ya üye olurken;

SADABAD Paktına girerken;

Amerika üsleri kurarken;

Sovyetlere karşı NATO’nun ileri karakolu olmayı kabul ederken;

Ne zaman, nerede, nasıl, anti-emperyalistlik yapılmış?

Konumuza dönecek olursak. Türkiye Cumhuriyeti devleti varlığını Birinci Dünya Savaşı sonucu ortaya çıkan koşullarla, Ekim Devrimi’nin ortaya çıkardığı konjonktüre borçlu bir devlettir. Ve son iki yüz yıl boyunca dünyanın en güçlü devleti/devletleri hangileriyse hep onların huyuna suyuna giderek onlarla iyi geçinmeye, onlara dost görünmeye büyük bir gayret sarfetmiştir.

Genelde Kürtlerin özel de ise Suriye Kürdistan’ının büyük devletlerle ilişki kurması ve hele hele bu devletler tarafından askeri olarak desteklenmesi Türk devlet yetkililerinin kimyasını bozmuş bulunuyor. Onun için bu günlerde Beyaz Saray kapılarını aşındırmakla meşguller.

Ne demişler,‘’alma mazlumun ahını, sonra çıkar aheste aheste.’’

‘’Kobani düştü düşecek’’ diye zil takıp oynanacağına, Kürt ve insanlık düşmanı DAİŞ Kürtlerin üzerine salınacağına, Kürd’e düşman gözüyle değil dost gözüyle bakıp, kardeş gibi davranılmış olsaydı bu gün Orta Doğu'da ve Kürdistan'da durum böyle mi olurdu?

Türkler Amerika ile, emperyalist devletlerle ilişki kurunca marifet; Kürtler kurunca kabahat mı oluyor? Öyle mi?

Birinci emperyalist paylaşım savaşının galip ve güçlü devletleri 1920’lerde kendi çıkarları için ne kadar Kürdistan'ı yok sayarak Orta Doğu düzensizliğini sağladıysalar da, bu gün artık bu düzensizliğin bekçiliğini sürdürmeyi düşünmedikleri görünüyor. Bunun sebepleri sonuçları tartışılabilir, ama tartışılmayacak bir şey varsa o da şudur.Dünya artık TC, İran, Suriye ve Irak devletlerinin Orta Doğu'ya istedikleri gibi hüküm etmelerine müsaade etmeyeceği gibi, nüfusu 50 milyona varan Kürt milletini ve Kürdistan'ı bu devletlerin insafsızlığına terk etmeyecek gibi görünüyor.

Kürtlere ise bu tarihsel momentte kendi toprakları üzerinde kendilerinin efendisi olma adımını atabilme yeteneği, kapasitesi, kabiliyeti, marifeti kalıyor. Bakalım yine 500 yıl önceki gibi, 100 yıl önceki gibi basiretsiz mi davranılacak, yoksa modern bir millete yakışır şekilde Orta Doğu'nun ortasında örnek bir devlete mi kavuşulacak?

 

  • kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.