Quo Vadis T.C Devleti?

Kurd24

 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Kürdistan, Ermenistan, Bulgaristan, Arabistan, Yunanistan diye ülkeler vardı. Türkistan denilen Türklerin bir ülkesi yoktu. Osmanlı Sultanları ve Hanedanı da Türk değildi.  Osmanlı İmparatorluğu, ulus devletlerin kuruluş sürecinin başlamasından sonra, Balkan ülkelerini ve milletlerini kaybetti. Balkan milletleri kendi ulus devletlerini kurdu.

O tarihi aşamada,  Türk ırkçılığı illeti Osmanlı İmparatorluğunun başına bela oldu. Türk ırkçılığının temsilcisi İttihat Terakki ve onun devam olan M. Kemal ve arkadaşları, en sonunda  Osmanlı İmparatorluğuna yapacakları kötülüğü yaptılar. 

Daha sonra Kemalistler olarak tanımlanacak ekip doğal olmayan bir şekilde, Osmanlı İmparatorluğuna müdahale ettiler. Darbe sonucu Osmanlı İmparatorluğunu ve onun hanedan iktidarını yıkıp, iktidarı ele geçirdiler. Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Yeniçeri ayaklanmalarından sonra, en büyük ayaklanma ve darbe, Kemalistlerin darbesi oldu. Bu darbe, Osmanlı İmparatorluğuna son verdi. Bu aşamada Ermeniler de  katledildi. Arap dünyası koptu. Birçok Arap devleti kuruldu. Son aşamada da İngilizlerin ve Fransızların mandası olan Irak ve Suriye devletleri bağımsız devletler oldular.

Kürdistan,  imparatorluk döneminde ikiye bölünmüş ve Osmanlı İmparatorluğunda otonom bir ülke idi. Dörde bölündü, Kürt milleti bütün ulusal hakları gasp edilen bir millet oldu. Dört devlet tarafından işgal ve ilhak edildi.

T.C Devleti. hukuk dışı ve meşru olmayan bir devlet olarak kurulduğu için;  zor, baskı ve şiddet, diktatörlük yoluyla varlığını devam ettirmek istedi. Bunu yaparken de sarsıntılardan, krizlerden, siyasi depremlerden kurtulamadı. Özellikle de  Kürdistan'da 1919 yılında Koçgiri'de başlayan Kürt ulusal ayaklanmaları, birbirini takip etti. Ne yazık ki, bu Kürt ulusal ayaklanmaların hepsi kanla, katliamla bastırıldı. Kürdistan'ın insansızlaştırılması ve jenosidi sistematik bir hale getirildi..

Kürdistan'da bu huzursuzluklar olduğu zaman, Türklerin geniş bir kesimi de Kemalist devleti ve yönetimini meşru görmüyorlardı. Atatürk'ü bir diktatör olarak nitelendiriyorlar, bu çerçevede legal, illegal, silahlı ve silahsız muhalefet yapıyorlardı. Kemalist yönetim,  İngiltere ve Sovyetler Birliğine yani Batıya ve Doğu'ya sırtını dayayarak, onlardan güç ve destek alarak, kendi diktatörlüklerini 1950 yılına kadar devam ettirdiler.

İkinci Dünya Savaşından sonra, 1946 yılında Türkiye'de çok partili siyasi rejime geçildi. Bu siyasi parti rejimi değişikliği, büyük bir sarsıntı ve depreme yol açtı. Türkiye'de Demokrat Parti'nin (DP) kuruluşuyla birlikte, halk, Kemalistlerin Diktatörlüğüne karşı sivil bir ayaklanma ve değişim içine girdi.

Bu gelişme, ikili bir iktidar yapısına yol açtı. Bu iktidarlardan biri Kemalist devlet iktidarı ve diğeri de sivil hükümet iktidarı. Genel seçimlerde, 1950'den sonra her zaman sivil güçler hükümet oldular. Ama devlet iktidarı bu iktidara uzun zaman tahammül etmedi. Bu sivil iktidarların yıkılması için darbeler yaptılar. Darbe yapmak için de iç çatışmalar yarattılar. Bu iç çatışmalarda, binlerce insan, darbe planının başarıya ulaşması için öldürüldü.

19 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat darbeleri böyle bir gelişmenin, Türkiye'deki yapısal konumunun sonucu darbelerdi. Bu darbelerin hepsi, demokratikleşmeye, Kürt ulusal demokratik mücadelesine, hak ve özgürlüklere karşı darbeler olmuşlardır. 15 Temmuz 2016 yılında da yapılan darbe bu darbelerin devam ve bir halkası konumunda olan, münhasır özellikler taşıyan bir darbedir.

Her darbeden sonra, halk, mutlaka sivil ve asker bürokrasiyi cezalandırmıştır. Seçimlerde sivil iktidar yandaşları başarıyla çıkmış ve hükümet olmuşlardır. 12 Eylül 1980 Darbesinden üç yıl sonra Turgut Özal'ın ANAP'ı hükümet etmeye başlamıştır. Ondan sonra da sürekli sivil iktidar galebe çalmıştır. 28 Şubat Darbesinden sonra da, AK Parti kuruldu. 2002 yılında tek başına hükümet oldu.

AK Parti. 2002 yılından bu yana, 15 yıldır Türkiye'de hükümet. Bütün seçimlerde oylarını artırarak seçimleri kazanmıştır. 

AK Parti Hükümeti, iş başına geldiği günden itibaren büyük vaatlerde bulunmuştur. Bu vaatlerin bir kısmı alt yapı ve Türkiye'nin inşasına ilişkindi. Bir kısmı da Kürt meselesine ve demokrasi, AB Birliğine dair vaatlerdi. 

AK Parti Hükümetinin, alt yapı ve ülkenin inşasında geçmiş hükümetlerden başarılı olduğu tartışmasız. Demokrasi, Kürt meselesi, insan hak ve özgürlükler alanında, Avrupa Birliği konusunda da önemli adımlar attı. Ama son yıllarda ve özellikle son bir yılda bu konularda önemli geriye gidişler var.

T.C devleti büyük sarsıntı geçiriyor ve deprem yaşıyor...

T.C Devleti son günlerde bir çok alanda yaşadığı sorunlardan ve hem de nitelikli sorunlardan dolayı, büyük sarsıntı geçiriyor ve deprem yaşıyor.  Sarsıntının en büyüğünü de uluslararası ilişkilerde, Kürt meselesinde yaşıyor. Orta Doğu'da, Kürt meselesinden dolayı, eski Kemalist klasik geleneksel politikayı sürdürmek istemesinin sonucu olarak, rotasını kaybetmiş ve kimlerle müttefik ve çıkar ilişkisi içinde olacağını bilmez hale gelmiştir.

İçeride de sürdürdüğü ve halkla çatışma içinde olan politikalarıyla, bu sarsıntıyı ve depremi içeride de yaşıyor. Bundan en fazlasıyla halk zarar görüyor. Bu durum, halkta bir kin ve öfkeye yol açıyor. Bu kin ve öfke de gelecek dönemlerde şiddete dönüşmenin potansiyelini taşıyor.

T.C Devleti yetkilileri ve özellikle de Cumhurbaşkanı, ABD'ye karşı son vize krizinde, devletlerinin bir kabile devleti olmadığını ileri sürüyorlar. Ama yöneticilerin tasarrufları bir kabile devletini aratmayacak niteliktedir.

Kürdistan'da bağımsızlık referandumundan sonra, Kürdistan Başkanı ve yöneticilerine yönelik aşiret suçlamasında da, aşiretler düzenini, kurallarını, ahlakını bilmeden konuştukları görülüyor. Biliniyor ki, Kürdistan aşiret düzeni alabildiğince adaletli, yönetimde katılımın olduğu, oldukça ahlaki, yöneticilerinin incelik taşıdığı bir düzendir. Bu konuda da T.C Devleti yöneticileri bilgisiz ve bilinçsiz olduklarını ortaya koyarak, kendileriyle ilgili negatif ölçüler belirliyorlar. 

"Yeni Türkiye" yaratma hayali suya düştü...

Kemalist Devlet iktidarından esas olarak iktidar, Kemalist elitin elindedir. Her şeyi bu elit tayin ve tespit etmektedir. Devletin,  Türklerin devleti olduğu bir demagoji. Egemenlik millete değil, bahsi geçen elite aittir.

AK Parti Hükümeti, devleti, Türklerin ve Kürtlerin devleti yapma iddiası taşıdı. Egemenliği Kemalist elitin elinden alıp, Türklere ve Kürtlere teslim edeceğini ifade etti. Bunu da "Yeni Türkiye Yaratma Tezi" ile tanımladı. 

AK Parti'nin bunu gerçekleştirmesi için devleti değiştirmesi ve gerçek anlamda demokratikleştirmesi gerekirdi. 15 yıllık iktidarına rağmen, devletin değişimini yaratmadığı gibi, geriye gitti, eski Kemalist ve ırkçı devletin değerlerini savunur hale geldi. Böylece de "Yeni Türkiye Tezi" suya düştü.

Türkiye'de herkes biraz Kemalisttir. İslamcılarda  bu tanımın dışında değildi. İktidar olduktan sonra İslamcıların bundan Kemalizm'den kurtulacakları düşünülürken, onlar da Kemalizm tarafından bir kez daha zehirlendiği görüldü.

Bundan  dolayı da yeşeren umutlar ve beklentiler son buldu. Endişeli ve kuşkulu durum başladı.

Kemalizme yeniden teslim olundu...

AK  Parti, devlette değişimi sağlayamadığı ve özellikle de Kürt meselesinden uluslararası standartlara ve ulusların kendi kaderini kendi iradesiyle tayin etme ilkesine göre meseleyi yorumlayıp adım atmadığı için, Kemalizme teslim oldu.

AK Parti de bir devlet partisine dönüştü. Bu noktadan sonra, Kemalist devletle sorunu olan İslamcı kesimler farklı arayışlara girecek.

Daha başka bir ifade ile, Kemalizme teslim olmak demek, mevcut CHP'den farklı bir parti olmamak demektir. Bu durumda da, devlet partisi olan CHP'ye tepki duyanlar, eski devlette değişiklik yapacak diye AK Partiye oy veriyordu. Peki şimdilerde halk ne yapacak? Ya sandık başına gitmeyecek. Ya da AK Parti'nin CHP'den farkı yok diyerek yeniden CHP'ye, MHP'ye ve başka partilere  oy verecek. Büyük ihtimalle de İslamcı duyarlılığından dolayı oylarını Saadet Partisine verecek. Ya da hep konuşulduğu gibi muhafazakar kesimde, 28 Şubat sonrası gibi yeni bir arayış başlayacak. Bu arayış yeni bir partileşmeye dönüşecek.

T.C devletinde bir yönetim krizi var...

T.C Devleti'nin kuruluş gününden bu yana, halkla yöneticiler arasından büyük uçurumlar olduğu, yönetim halkçı olmadığı ve bir elitin yönetimi olduğu için, yönetimlerle halk arasında her zaman bir çelişki ve çatışma olmuştur. Atatürk'ün liderliğinde Kemalist diktatörlüğün devam ettiği koşullarda bile, bu çelişki kendisini çok keskin bir şekilde ortaya koymuştur. Bundan dolayı, Türkler de her zaman diktatörlüğe karşı olan huzursuzluklarını, tepkilerini fırsat buldukça ortaya koymuşlardır. Atatürk döneminde kurulan siyasi partiler, bu nedenden dolayı Atatürk'ün partisi karşısından başarılı olmuşlardır, daha fazla oy alarak güçlerini ortaya koymuştur.

Kürt milletinin Kemalist diktatörlükle ilişkisi, çelişki ile tanımlanacak bir ilişki değil, bir düşmanlık konumuydu. Bundan dolayı, Kemalist yönetim Kürtlere düşman muamelesi yapmıştır. Onları yok saymıştır. Onların ülkesini işgal ve ilhak etmiştir. Bütün ulusal haklarını gasp etmiştir. Buna karşılık da Kürt milleti, 1919 başlayan ve 1938'de sonuçlanan haklı ulusal ayaklanmalar geliştirmiştir. Sömürgeci T.C Devleti de bu ulusal ayaklanmaları geniş ve yaygın katliamlarla bastırmıştır.

Günümüzde de bir yönetim krizi var. Türk halkıyla mevcut hükümet arasından mesafe oldukça açılmış. AK Parti’nin devlet partisine dönüşmesinden sonra Türkler de  partisiz kalmışlardır.

Yönetim krizi, Kürtlerle ilgili daha da derinleşmiştir. Kürdistan'ın Güneyine savaş açmakla, bu konuda diğer sömürgeci devletlerle (İran, Irak. Suriye) devletleriyle geleneksel ant-Kürt düşman bir cephe oluşturmak istemesi, Kürtlerle yönetim arasındaki krizi daha derinleştirmiştir. Bu kriz, mevcut yönetimi götürmekle kalmayacak, devletin temellerini sarsacak, T.C Devleti'nin sömürgeci egemenliğini tehdit edecek boyutlardadır. 

T.C devleti Kürdistan sorununda savaş politikası izliyor, bu politikası ile Kürdistan'daki sömürgeciliğini her yönüyle dünyaya gösteriyor...

AK Parti 2002 yılında hükümet olduğu zaman, Kürtlerle ilgili somut ve belli bir stratejisi yoktu. Sadece Özal'ın devam ve mirasçısı olduğunu ifade ediyordu. Bu yaklaşımından da, Özal'a bakılarak Kürt meselesiyle ilgili çıkarsamalar yapılıyordu. Ama 2005 yılında, Diyarbakır'da Kürt meselesiyle ilgili, "Devlet Kürtlere haksızlık yapmıştır. Kürt meselesi benim meselemdir. Bu konuda haksızlıkları ortadan kaldırmak da benim görevimdir" şeklinde açıklama yapmasından sonra, AK Parti Hükümetinin Kürt meselesiyle ilgili yapacakları konuşulmaya başlandı. Başbakanın açıklaması bir kapının aralanması olarak değerlendirildi.

Bu kapı aralandığı zaman da, sadece PKK dışında HAK-PAR vardı. HAK-PAR öncülüğünde bir konferans yapıldı. Hükümete sunulmak üzereya da Kürtlerin ortak taleplerinin saptanması sağlandı.

O tarihten sonra da, AK Parti Hükümeti belli demokratik açılımlar yaptı. Bu açılımlar, TRT KURDÎ'nin kuruluşu, üniversite bünyelerinde  Kürt dili ve edebiyatıyla ilgili bölümlerin açılması. Siyasi partilerin seçim döneminde Kürtçe propaganda yapmasını olanaklı hale getirmesi, hapishane görüşlerinde Kürtçenin serbest olması, mahkemelerde  Kürtçe savunmaya olanak tanınması, Kürtçe isimlerin serbest bırakılması, Kürt sorunuyla ilgili tartışmaların televizyonlarda ve basında yoğunlaşması, "çözüm süreci ve demokratikleşme" açılımı gibi adımlar, hükümetin demokratik adımları olarak gündeme geldi.

AK Parti Hükümeti, bu tarihten sonra Kürdistan ile korkuyla ve kuşkuyla karışık ilişkiler geliştirmeye başladı. Bu ilişki oldukça inişli çıkışlı oldu. Ama bir dönem sonra, Kürdistan ile ilişkilerini stratejik müttefiklik aşamasına taşıdı. Bu strateji çerçevesinde, Kürdistan ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini, çıkar alanlarını düzenledi. Kürdistan Başkanı'nı Diyarbakır'a davet ederek, Kürdistan Başkanı olarak tanıttı.

İlişkiler giderek gelişti. Bu gelişen ilişkiler, AK Parti Hükümeti ve dolayısıyla T.C Devleti ile İran ve Irak arasında da sorunların artmasını ve çelişkilerin derinleşmesini sağladı. İran ve Irak, Kürdistan Devleti'nin kuruluşuna destek oluyor diye, T.C Devletine karşı politikalar geliştirdi.

Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlıkta Kürdistan Başbakanı ve Başkanı Mesut Barzani Kürt bayraklarıyla karşılandı. Son dönemde Kürdistan Başkanı'nın devlet protokolü ile karşılanması, göndere Kürdistan bayrağının çekilmesi, Kürdistan ile olan ilişkisini çok ileri noktaya taşıdı.

AK Parti Hükümetinin, Kürdistan'daki Bağımsızlık Referandumunu destekleyeceği ve Kürdistan Devletini de tanıyacağı konusunda bölge devletlerinde, Kürtlerde, Türklerde güçlü bir kanaat oluştu. Bu konu açıkça yazılıp çizildi. Hükümete çok yakın yazarlar, televizyoncular da bu görüşleri savundular. AK Parti'nin bazı milletvekilleri  bağımsızlık referandumunu desteklemenin ötesine geçerek, Kürdistan Devleti'nin kuruluşunun T.C Devleti'nin lehinde olduğunu ifade ettiler.

Ama AK Parti Hükümeti, bağımsızlık referandumundan kısa bir süre önce, bu siyasetinde yüzde yüz çark yaparak karşı çıkmaya başladı. Kürdistan devletine "evet " çıkmasından sonra, çılgınca bir politika izlemeye, siyaset ahlakıyla bağdaşmayan tutumlar içine girmeye başlandı.

Kürdistan, Kürdistan Başkanı'na ve tüm Kürtlere savaş açtı. İran, Irak, Suriye devletleriyle  ilişkileri çok kötü olmasına rağmen, her şeyi tersine çevirerek, söylenenleri yalayarak onlarla bir savaş cephesi oluşturmaya çalıştı. Halen de İran ve Irak ayrı tellerden çalmasına rağmen, T.C Devleti bu sevdadan vazgeçmiş değil. 

T.C Devleti'nin bu stratejisi ve politikası, Kürdistan Devleti'nin kuruluşunu engelleyecek durumda değildir. Ama tehlikeli ve önemli olan konu, T.C’nin bu politikasını sürdürmesi halinde, başının daha fazla bela gireceği, siyaset ve demokratik çözüm yollarının kapanmasının, yeni çatışmalara  yol açacağıdır.

AK Parti Hükümeti, Kürtlerle ve Kürdistan  sorunuyla ilgili Kemalistlere ve Irkçı MHP'ye teslim olmuş durumda. Bu AK Parti'nin geleceğini karartan ve karanlık dehlizlere sokan bir durumdur

21.Yüzyıl Kürtlerin yüzyılıdır. Bunun anlamı, 200 yıldır devletini kuramayan Kürtlerin mutlaka devletlerini kurması anlamına gelir. Bundan dolayı, bunu engellemek isteyenlerin başarı şansı yok. Onlar zarar görecektir. 

T.C Devleti,  ve diğer sömürgeci devletler, eğer iyi komşu olacaklarsa, Kürtlerle karşılıklı çıkar ilişkilerini devam ettireceklerse, Kürtlerle iyi geçinmeleri gerekir. Yoksa Kürt meselesi bela bir meseledir. Kürtler hiç bir şey yapamazlarsa da onların işlerini ve düzenlerini bozacak potansiyel ve güce sahipler.

AK Parti içindeki Kürtlerde kırılma yaşanıyor...

AK Parti'nin, özel olarak Kürdistan'ın Güneyi ve genel olarak Kürtlerle ilgili politika ve strateji değişikliği, AK Parti içindeki Kürtlerde de bir kırılmaya yol açmış durumdadır. Bu kırılma, derinleşerek ve genişleyerek devam edecektir.

Kürdistan'da  Kürtlerin ve özellikle de muhafazakar Kürtlerin, AK Parti'ye oy vermelerinin nedeni; AK Parti'yi CHP ve MHP gibi görmemeleri ve tanımlamamalarıdır. Eğer AK Parti de Kemalistlerin ve ırkçı MHP'nin Kürtlerle ilgili yaklaşımını benimseyip devam ettirecekse, AK Parti'ye neden oy versinler.

Bu bağlamda AK Parti'yi büyük bir kriz beklemektedir.

Türkiye'nin Avrupa birliği üyeliği birkaç bahar sonrasına kalmış durumdadır. T.C Devleti ve Hükümeti AB'nin başını çeken ve lideri konumunda olan Almanya ile başı belada. Almanya belirli askeri araçlar konusunda Türkiye'ye ambargo uygulamaktadır.

AK Parti Hükümeti, başlarda ateşli AB savunucusu olduğu halde; bu heyecanını kaybetmiş durumda. AK Parti Hükümeti bütün uzuvlarıyla AB ile kavgalı durumda. AB'nin  yönetici ve yetkililerinin Türkiye hakkındaki açıklamaları çok olumlu değil. AB  kendi değerleriyle, T.C devleti bünyesinde hak ve özgürlükler, demokrasi, hukukun üstünlüğü, azınlıklar konusunda olup bitenlerle bir çatışma içindedir.

Türkiye, NATO üyesi olarak ABD ile büyük kriz yaşıyor. Son vize krizi, dipten gelen bir dalgayı ifade ediyor. ABD, T.C Devleti ile Suriye konusundan farklı düşünmektedir. ABD'nin PKK/PYD ile ilgili politikası, yardımları; Türkiye'de büyük rahatsızlık yaratmakta. Bunu da her platformda ifade etmektedir. 

ABD, ile T.C Devleti arasında, İran  bir sorundur. ABD, Türkiye'nin İran ilişkilerinden rahatsızdır. T.C Devleti'nin Rusya ile S-400 Füzeleri konusunda anlaşma yapması, Suriye'de Rusya'nın bir partneri gibi hareket etmesi de ABD için bir rahatsızlık konusudur. ABD'nin, T. C Devleti Cumhurbaşkanının korumaları hakkından tutuklama kararı vermesi, korumalara silah satmayı yasaklaması da önemli bir çelişki.

T.C devletinin Rusya ile ilişkileri de pamuk ipliğiyle bağlı konumda. Rusya ile uçak krizinin tüm etkileri geçmiş durumda değil. Rusya, S-400 füzelerinin satılmasını kabul etmekle birlikte, üretime ilişkin sistemi vermeyi kabul etmiyor. Rusya ile T.C Devleti arasında Ukrayna, Gürcistan, Kafkasya, Kırım konusunda ciddi görüş ayrılıkları ve çelişkiler var. İdlib operasyonunda T.C Devletinin uçak kullanmasına izin vermemesi de bu ilişki çok sağlam olmadığının bir göstergesidir.

Bölge devletlerinin hepsi,  T.C devletine güven duymuyor

T.C Devleti, Irak'ta, İran müstemlekeliğine hizmet eden bir politika izlemesine rağmen, bu konuda bile eli boş döndü. Arap devletlerinin çoğunluğu T.C Devletine güvenmiyor. Katar bile Kürdistan konusunda T.C Devleti politikasına evet demedi.

Bütün bu hayati ve temel gelişmeler sentezleştirildiği zaman, insan, "Quo Vadis T.C Devleti" demekten  kendini alıkoyamıyor.

Kesin olan bir şey var ki T.C Devleti kötüye doğru seyrediyor.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.