Aleviler, Aşk ve Ayfer

Kurd24

Gölge ve renk varlıkta mevcut olmasına rağmen, onların zahiri varlıkları için ışık gereklidir. Işık vurana kadar görünmeyen, ışık ile ortaya çıkar. Görünürde olmayan, görünmeyende vardır. Görünürde siyah olan, görünmeyende bin bir çeşit renktedir ve tecellisi için aydınlanma gereklidir.

Platon’un İdealar Dünyasına karşılık gelen ve Kürdistan’ın kadim düşünce geleneğinde büyük bir yer kaplayan Ayan-ı Sabite’nin açıklanması için kullanılan bir metafordur bu. Yaratıcının ilminde sabit olan hakikateler, ancak “kün” deyince ortaya serilmiş ve eşya ve zaman ve ruh tedrici bir kemale doğru yola çıkmışlardır. Her şey aslına rücu ederken, aslında şeyler, tanrısal tasavvurda mükemmel olan hallerine ulaşma, onunla bütünleşme çabası içine girmişlerdir.

Cüzi biçimlerde de olsa insan, ilahi zatın sıfatlarının tümünü kendinde barındırır. Bu yüzden Adem, tanrının yeryüzündeki halifesi ve gölgesidir ve yolculuğu O’na doğrudur. İnsan sadece tasavvurda üretilmiş ve vukuu bulmuş bir nesne değil, düşüncesinin varlığı sayesinde ilahi bir formun tezahürüdür. Bedensel olan insanda 5 duyu varken insan olan insanda bu durum Şeş Cîhet’e dönüşmüştür.

Kürtlerde ateş ve güneş, ilahi olan sonsuz bilgiyi temsil eder; ateşin etrafında aydınlığa ulaşmak isteyen ve sonunda kendini onun içine atan Pepûla ise özüne ulaşmış olanın sembolüdür. Kürt düşünce ekolleri Sühreverdilik, Halidilik, Kesnezanilik, Tevagozilik ve Nurculuk temelde bu aydınlanma hikâyesini anlatırlar. Nietzche’de Zerdüşt üzerinden karşımıza çıkan üstinsan, bizim düşüncemizde İnsan-ı Kâmil’dir ve ilahi olanın zati ve subûti hali onda ortaya çıkmıştır.

Zerdüştlük ile İslam’ın hem Sünni hem de Şii ekolleri her ne kadar bu konuda sert bir reddedişe sahip olsalar da Kürt dini Yezdanizm’in (antik adıyla Azî, Şerefname’de Yazdi, Avesta’da Yazata) günümüzde yaşayan tüm mezheplerinde, tanrının insan bedenine girerek evren ve insanla bütünleşmesi anlayışı temel bir prensiptir.

Tanrıyla bütünleşme salt inisiyasyon (süluk), çaba, iyi amel ve bu amellerin evrensel ruh olan Heq tarafından kabul edilmesi ile sınırlandırılmış olması, benzer bir düşünceyi barındıran Budizm ve Hinduizm’i bu ana gövdeden ayırır ve Yezdanizm’i benzersiz kılar.

Kürtçe literatürde Bâb denilen ve tıpkı bizimki gibi Ari üst bilincine sahip Hint dinlerinde Avatar olarak adlandırılan şey, bahsettiğimiz tanrısal tasavvura ait üstinsan şablonlarıdır. Bu formlar, her zaman farklı yerlerde ve dinlerde ortaya çıkabilir, ruhlarını devredebilir, başka bir surette görünebilir olduklarından bu anlayış, diğer dinlerdeki üstinsanların Kürtlerde de kabulünü ortaya çıkarmıştır.

Êzdilik, Yaresanilik, Nusayrilik, Dürzülük, Bahailik ve Alevilik’teki bu ortak tutumun temelinde böylesi bir düşünce vardır. Nitekim, son dört büyük Bâb olarak kabul edilen Şeyh Ahmed Barzanî (Molla Mustafa Barzan’nin ağabeyi) bir Nakşibendi Müslüman; Ostad Elahî (Nurali İlahi), Aliullahî bir Yaresan; Süleyman Mürşid bir levant Nusayri’si ve Mirza Ali Muhammed ise bir Bahaî Babîdir.

Alevilik’teki Ali; ister gerçekte Ebu Talip’in oğlu ve Hazreti Muhammed’in damadı Ali olsun, ister “Âlî / Yüce” olarak adlandırılan avatar olsun, isterse de Kütlerin İslamlaşma sürecinde Arapların baskı ve zulümleri sebebiyle, nefes almak üzere Ali’nin şahsını bir Bâb olarak teşekkül ederek refaha ulaşmasının bir yansıması olsun, bu, köklü ve Kürdi bir düşüncenin ürünüdür. Alevi deyişlerinde karşımıza çıkan Turna, Ezdilik’teki Tavus, Nuh’taki Navus (güvercin) ve Göbeklitepe’de el bağlamış insan figürininlerin başlarındaki Bêt (toy) kuşlarıdır. Hırka denilen şey ise Bâb yani avatar formlarının her birisidir.

Alevi Cemi ile ilgili bulunmuş en eski kayıt, Sümer kazılarında ortaya çıkarılan Gudea (Gutili, Cudili) silindirinde yaşar. Bu silindir günümüzde Kürt Alevilerin ceminin aynısının M.Ö. 2200 yılında da aynı olduğunu gösterir. İlginçtir ki silindir dini bir merkez olan Lagaş kenti kazılarında bulunmuştur.

 

Günümüzde Êzdilerin, kutsal vadisinin adının Laleş oluşu ve Êzdi ruhbanların Lagaş Prensi Gudea’nın başındaki başlığın aynısını taşımaları bir tesadüf değildir. Sadece inanç, birkaç yüz kilometre yukarıya taşınmış, kültürel aktarım devam etmiş ve Yezdanizm’den avamı beşere ve diğer inançlara yansıyan bilgi bir dine dönüşmüştür. 

Günümüz Kürdistan’ında birbirine zıt olarak kuzeybatı ve güneydoğu kısımlarzında Gorani lehçesinin alt birimleri olan Hewramî ve Kirmanckî / Zazakî biçimleri görülür. Bu lehçenin haritası aynı zamanda Yezdanilik dininin günümüzde Şiilik içerisinde değerlendirilen iki mezhebinin de haritasıyla büyük oranda örtüşür: Alevilik ve Yaresanilik.

Bu durum, Kurmancların, Goran dil (ve inanç) grubunu, Türk saldırıları sebebiyle ikiye ayırarak uçlara doğru itmesinden kaynaklanabileceği gibi, Arapların Kürtleri Musul-Mardin hattı üzerinden ikiye yararak İslamlaştırmasının da günümüze kalmış bir yansıması olabilir. Nitekim kaynaklar, Yaresanilikte Bâb kabul edilen Sultan Sahak’ın (veya Azi Dehak’ın) Gorani dilinde konuştuğunu söylüyor.

Yine Şerefname’de bugün Zazaca anlamında da kullanılan bir terime babalık yapan Dinbilî adlı aşiretin yakın bir döneme kadar Êzdî olduğu ve bir kısmından Kızılbaş olarak bahsedildiği görülür.

Kızılbaşlık meselesi dönemin bütün çalkantısına rağmen Kürt Safevilerin, Şiiatı Alilik (merkezi Şiilik ve İmamilik) içinde kendilerini Kürt olarak ifadelerinden başka bir şey değildir. Şii inancında da tıpkı Sünnilikteki gibi, dikkat çekici biçimde bıyık bırakmak yasaklanmışken ünlü bıyıklarıyla arzı endam eden Safevi sultanları görülünce durum biraz daha anlaşılacaktır. Zira bıyık hem Alevi hem de Kakailerde büyük bir ayine sahip unsurlardan biridir.

Kırmızı renk de öyle.  Sanki 16. yüzyılda ortaya çıkmış gibi gösterilen gelenek, Kürtlerde güneş-ateş meselesiyle ilintilidir. Güneşe tapan Şemsîlerin Kürtçe’de Sorî (Asûr kelimesi de bu isimden türetilmiştir) olarak isimlendirildiğini hatırlamak gerek.

Yine Hewrami konuşan ve kırmızı başlık takan Hürremileri, Zazaki-Kurmancî konuşan ve kırmızı başlık takan Kumsor ve Xidirsor aşiretlerini, Sohran olarak da bilinen bir Bâb’ın isminin Kırmızı olduğunu, Kürtlerin tümüyle kırmızı renge düşkün olduklarını, Xorasan Kürtleri’nin kırmızı kuşak bağladığını ve dervişlerinin sadece kırmızı giyindiklerini, Êzdî Berazilerin kırmızı başlık taktığını, Barzanî geleneğinde sadece yöneticilerin kırmızı başlık taktığı, bugün Kürtçe’nin bir lehçesi de kabul edilen Soran (Sohran) Kürtleri’nin kalesinin neden Sor (kırmızı) adını taşıdığı bilgisine uğramadan bu mesele de anlaşılamaz. Geçelim.

2017 yılında Koçgirî Kürtlerinden Ayfer Düzdaş, harika bir işe imza atarak “Ji Xoresanê Heta Çorimê Newayên Kurdên Elewî” (Horasan’dan Çorum’a Kürt Alevi Müziği - Kom Müzik) adıyla bir albüm çıkardı. Yazıktır ki albüm ne Kürt toplumunda büyük bir karşılık buldu ne de albümle ilgili yeterince tanıtım yapıldı. Zira normalde böylesi büyük bir çalışma büyük konserlerle taçlandırılması, üzerinde çokça konuşulması, anlaşılması için yazılması gerekirken son yıllarda müziğin dibe vurduğu, propagandif müzikle beyni dümdüz edilmiş ve beğeni algısı sokak şarkıcılığı seviyesine inmiş Kürtlerce görülmedi.

Yüce mefkûresi olan sanatçıların düşük müzik politikalarının boyunduruğuna ve raprap sesi dışında müzikten anlamayan bir siyasete tabi kılındığı bir dönemde ortaya çıkan bu çalışma, Kürtlüğün kadrini bilenlerce ne kadar çok övünülmesi gereken bir iş ise aynı zamanda düşük bütçesi sebebiyle daha iyi olabilecekken albüm grafiğinden aranjesine kadar bir takım sorunlar barındırması da kendi müziğini desteklemekten aciz bu halk için utanılası bir durumun göstergesidir.

Fakat dinleyenler için Ayfer Düzdaş’ın çalışması bir ışık oldu ve tıpkı Ayan-ı Sabite meselesinde olduğu gibi karanlıkta olduğu için fark edilmeyen, renk vermeyen birçok noktayı da açığa çıkardı ve büyük tasavvura biraz daha yaklaşmamıza olanak sağladı. Ayini Cem ilk ne zaman kurulduysa Alevilik o zaman başlamıştır, ama Düzdaş’ın sesinden dinlediğimiz cem bizi ona katmıştır: Cemal heq e, Heq cemal e. 

13 parçalık albümünde Ayfer Düzdaş, Kürtçe Alevi deyişleri ve Alevi mıntıkalarından derlediği güzelim aşk şarkılarını, o benzersiz sesiyle bize sunuyor. Haftalardır kulağımda bu sesle Kürdistan yollarında, onun şarkılarında bize yansıttığı Kürdî duygunun peşinden dolaşıyorum. Deyişlerde geçen Awzerê Xefarî’nin 25 yıl önce gittiğim ziyaretine bu vesileyle bir daha uğramak, Mehmûdê Hesarî’nin sancağına yüz sürmek ya da Axû Îçen Ocağı’nın tasından zehir bilerek su içmek yeniden nasip oldu. 

Batı Kürdistan’a ait telaffuz ve ses biçimlerini, o güzel Kürtçe’nin orijinal hallerini bize kusursuz bir şekilde aktardığı için de ayrıca övgüyü hak ediyor Ayfer Düzdaş. Dahası, akademik Kürtçe denerek soysuz bir dile, öz müziğinden yoksun bırakılmış bir fonetik ve cümle yapısına mahkûm edilmiş Kürtçe’ye bir itirazla, binlerce yılın dizelerini taşıyor bize.

Albümü dinlerken aldığım notları bu vesileyle sizinle paylaşmak istiyorum.

  1. Ayfer Düzdaş, dilde ortodoksi meselesine düşmeden yer yer Kürtçe’ye girmiş Türkçe sözcükleri ve beyitleri yadırgamadan olduğu gibi söylüyor. Örneğin Koçgirî’den derlediği Lo Wer Meke’de “Ez ji dil da yaralî ma / Min ra derdan peyda meke” diyor. Benzer bir biçimini Feqiyê Teyran’da da gördüğümüz ve dile girmiş Türkçe kelimeler, artık bizim zenginliğimizdir. Şu güzelliğe bakın mesela;

    Jûrda hatî dînik dînik
    Îşlik sorik yaxa çînik
    Destê xwe bide destê min da
    Em herina şûna dûrik

    (yukarıdan geldi salına salına, gömleği kırmızı yakası çinili, ellerini ellerime koy, uzaklara gidelim sevgilim)

    İçlik kelimersinin Îşlik, yaka kelimesinin Yaxa’ya dönüşüne itirazı olan varsa beri gelsin, şarkıyı bir daha birlikte dinleyelim. Yerine hangi kelimeyi koyarsak koyalım bu güzelliği yakalayamayız.

    2. Ayfer Düzdaş’ın Amasya ve Çorum’dan derlediği Hey Narim şarkısı tam bir Kürdiesk. Zira benzerleri gibi hem hüznü hem coşkuyu bir arada taşıyan şarkılardan biri. Saf Kürtçe sözlerinin yüzlerce yıldır sürgün edilmiş Kürtlerden çıkması da ayrıca dikkat çekici bir nokta. Şarkıda antik Kürt yaşamına ait izlerle karşılaşmak da cabası. “Îşev şeva yaran e” (Bu gece sevgililer gecesidir) en uzun gece olan Şeb-i Yelda’dır. Öyle ki sonraki dizede “şara reş e li sêrî ye” (başında siyah yazma var) ile dinleyici bir kere daha uyarılır. Bu gecenin önemi ayrı bir yazı konusudur. Aynı şarkıda geçen “Xwedê canê min hilde, li ser sînê keçikan” dizesi çeviremeyeceğim kadar güzel. Çok güzel.
  2. Maraş yöresine ait Rêka Dostan adlı deyiş de cura da harika. Her dörtlüğün ilk iki dizesi Kürtçe, son iki dizesi ise Türkçe’dir. Bu deyişte Alevi felsefesindeki döngü “doş” (semah) ve evrenin işleyişindeki dinamik zıtlıkların uyumu “yar” (dost-öteki) kavramları üzerinden anlatılmış. Ying Yang ile iyi bir karşılaştırmayı hak ediyor. “Hemî ro ye hemî şev e” (hem gündür hem gecedir), “Kar û zerar birayê hev e” (kar ve zarar birbirinin kardeşidir), “şeş cihet in lamekân e” (altı ilkedir, mekânsızdır), “him siltan e him çirax e” (hem sultandır hem çırak) gibi dizeler yukarıda bahsettiğimiz bütün bir arkaplanın habercisi gibi.
  3. Nowe Nowe, Malatya’dan derlenmiş bir aşk şarkısı. Bu da albümdeki diğer aşk şarkıları gibi Kürdiesk. Sevgilinin yüceltilmesi, sevenin aşağılanması ve “Dilê rezîl” gibi klişeler, klasik Kürt müziğinde çokça karşımıza çıkıyordu. Bir karşılaştırma için Dengbêj Baqî Xido’nun “Dilo, rezîlo dilo” klamına bakılmalıdır.
  4. Elî Elî, Kirmanşah’a ait bir deyiş. Yaresan cemlerinden birinde bizzat dinlemiştim. Sözleri Yezdanizm kavramlarının toplamı gibi. Nakşilik ve Nurculuk’tan tanıdığımız sıdk, ihlas, zat-ı tecelli; Kadirilikten aşina olduğumuz gewre û mabûd, zikr, mevla, hemniyaz ve Kürt Alevilik hiyerarşisindeki en belirgin kastlar olan talip-matlup kavramlarıyla aynı deyişte karşılaşmak şaşırtıcı değil.
  5. Şahê Merdan, Adıyaman’dan ve Axûçan (Ağu içen) ocağından derlenmiş dört farklı deyişin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş. İlk bölümde merkezi Şiiliğin de önemli figürlerinden olan Ebazer Gaffari (karşılaştırma için Ali Şeriati’ye bakılmalı) ve Mahmud Ensari’den bahsedilmesi önemli. İkinci bölümde karşımıza çıkan Xizir / Xidir, Mithraizm’den günümüze kalan bir avatardır.

Üçüncü bölümde Divan meselesi ve Kürt Aleviliğindeki ahiret, hesap günü gibi olayların nasıl kavrandığını anlamak için önemlidir.  Dördüncü bölüm, her dinleyişimde müziği ve sözleriyle içimi titretti. “werin demê, ji ortê rakin xemê” (zamanın üstüne çıkın, ortadan kaldırın gamı); “li me derd e li te derman” (bizim için dert olan senin için dermandır) sözleri beni çok etkiledi. Türkçe’ye çeviremeyeceğim şu bölüm, Kürtlüğün ve onun etrafında ortaya çıkan inancının bir özeti gibi:  “Bira merya wa hizûra / Haşa yara ney rûreş be / Li mahşerê neyî faş be / Bira meriya neyî şaş be / Bira merî ney qeleş be / Lê mera carkî nefes be”

Bu güzel çalışma için Ayfer Düzdaş’a teşekkür ediyorum.

Şimdi yeni çalışmalarını merakla bekliyoruz.

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.