Süleymaniye… Süleymaniye...

Kurd24

Hatırladığım kadarıyla iki bin dört ya da iki bin beş yılında henüz Duhok’ta yaşarken, edebiyata çok düşkün ve kendisi de şiirler yazan bir arkadaşım bana göstermek istediği bir şiir olduğunu söylemişti. Akşam görüştüğümüzde elinde İran hattıyla yazılmış, pek de enteresan görünmeyen birkaç dizenin yazdığı fotokopi bir kitap sayfası vardı. O zamanlar henüz İran hattını okumakta zorlandığım için ilk birkaç dizesini yavaş yavaş okurken arkadaşımın bu denli basit, tekdüze bir şiiri neden böyle heyecanla bana göstermek istediğini anlamamıştım. Ta ki son dizeye gelene kadar. 

Bahsini ettiğim şiir, Sineli meşhur şair Celal Melekşa’ya ait Awatêk yani “Bir Umut” isimli şiir. Şiirin orijinal hali ve Türkçe tercümesi ise şöyle:

Awatêk

Axo debê
Ew roje bê?

Kawey kurim

Cantay sefer kate şanî

Dellalanî ber geracî şarî Sine

Hawar biken

Silêmanî… Silêmanî…

Türkçesi ile:

Bir Umut

Acaba olur mu
O gün gelir mi?
Oğlum Kawa
Omuzuna seyahat çantasını takmış
[ve] Sine şehrinin otogarındaki simsarlar
Bağırırlar
Süleymaniye… Süleymaniye…

Kürtçe şiirlerle bizim kadar ilgili olan iki kişi için bu şiirin çocukça denebilecek kadar basit dili, haliyle, hiç önem arz etmeyecek iken son dizedeki iki kelimeyi okuyunca içimde tarifi garip bir heyecana kapıldım. İki defa yazılmış olan “Süleymaniye” sözcüğünü ister istemez dört kere arka arkaya okudum. Arkadaşıma fotokopi sayfayı almak istediğimi söyledim, zaten sana getirmiştim dedi. Barzanilerin İran sürgünü dolayısıyla çocukluğu İran’da geçmiş olan bu arkadaşım bana Soranî, Farsça ve İran hattı dersleri verirdi. Ondan kaptığım bu kopya sayfayı, yine sürgünden ötürü İran’da doğup büyümeye mecbur kalmış bir başka arkadaşıma götürdüm. Şimdi Kürdistan Hükümeti’nde kilit bir pozisyonda olan bu kişi o zamanlar hem bir askeri kuruma tercümeler yapıp, hem bir edebiyat dergisinin editörlüğünü yaparken üstüne bir de kendi yazdığı enfes şiirleri kitaplaştırmak için uğraşan, maddi zorlukları çok olan, Kürdistan’ın yetiştirdiği ender beyinlerden biriydi. İlk bakışta saçma sapan görünen bu dizeleri okumaya başladığındaki yüz ifadesinin “bana bunu mu gösteriyorsun” olduğunu sonraları çok konuştuk. Son dizeye geldiğinde ise yüksek ve şevk dolu bir sesle “Süleymaniye… Süleymaniye…” dedi. Şiiri bir kez daha, bu defa son dizesi için okudu. Daha sonraları duygulu bir durumu anlatmak için “Süleymaniye… Süleymaniye…” nakaratı aramızda bir şifre olarak kalmaya devam etti.

Birkaç hafta sonra, şimdi Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) Politbüro üyesi, o zamanlar Zaxo sorumlusu olan Ali Ewnî’yi ziyarete gittiğimde bu şiiri küçük bir çerçeveye yerleştirip hediye olarak götürdüm. Görür görmez şiiri ezbere okudu ve altında isim yazmamasına rağmen Celal Melekşa’ya ait olduğunu söyledi. Ben de, bana bu şiiri getiren ve benim gösterdiğim arkadaşım da henüz şiirin kime ait olduğunu bilememekteydik. Yanında oturanlara Celal Melekşa’yı, İran’daki hapis hayatını ve gerçekten Kawa isminde bir oğlu olduğunu anlattıktan sonra “bu basit, hiçbir özelliği olmayan şiir işte bizi böyle derinden etkiler” dediğini hatırlıyorum.

O günden sonra ne zaman Süleymaniye’ye gitsem ya da Kürdistan’ın bu muazzam şehriyle ilgili bir habere rast gelsem hep bu şiir geçti içimden. Seçtiği sözcükleri, mısraları ve hatta içeriği açısından çok fakir olmasına rağmen okuyanı bu kadar etkileyen o son mısrasının her Kürdistanlı için içerdiği çok aşikar ve bir o kadar da acı bir gerçek vardı: Doğu Kürdistan’ın Sine (Senendec) şehri ile güney Kürdistan’ın Süleymaniye şehri arasında sınır vardı ve Celal Melekşa’nın şimdi çoktan büyümüş olan oğlu istese de o kadar rahat Süleymaniye’ye gidemeyecekti. Sine şehrinin otogarındaki simsarlar ise “Süleymaniye” diye bağırarak araçlarına yolcu çekmeye çalışamayacaklardı. İşte bu şiiri okuyanlar son dizeye geldiklerinde bu gerçeği hatırlıyor ve böylece o anlamsız, basit söz dizileri fevkalade vurucu cümlelere dönüşüyordu. Zira bize göre, Süleymaniye’ye yazılacak en güzel şiir Sine otogarından kalkarak Süleymaniye’ye gidecek bir otobüsün hayaliydi.

Kürdistan tarihi üzerine çalışmaya çalışan benim gibi biri için Süleymaniye’yi çok özel kılan şey bu şehrin tüm Kürdistan’ın yaptığından daha fazla Kürtçe metine ev sahipliği yapmış olmasıdır. Hatta şöyle demek bile fazlaca haddi aşmak olmaz: Süleymaniye, Kürdistan ulusal bilincinin kağıda döküldüğü yerdir. Her lehçedeki Kürt edebiyatının Kürdistan’ın her köşesinden toplanarak arşivlendiği yegane şehirdir. Soranî’nin en zengin halini konuşan bu şehirdeki yayıncı ve entelektüellerin neredeyse tamamı Kurmancî ve Soranî metinlere aynı derecede hakim olmalarını şehrin bu özelliğine borçludurlar. Fakat bununla da kalmaz. Güney Kürdistan’daki bir profesörün deyişiyle “Mela Mustafa’yı bile Mela Mustafa yapan Süleymaniye’dir.” Biraz abartılı bir iddia olsa da, Kürdistan ulusal bilincinin modern teorilerle yapılandırıldığı yayınevlerinin, gazetelerin ve kitapların neredeyse tamamına ev sahipliği yapmış bu şehir, Kürdistan’ın kurucu ve lokomotif siyasi gücü olan KDP’yi de bu haline getirmiştir denebilir. Bu kadar güçlü bir entelektüel birikimi olan bir şehrin siyasi olarak da her zaman parçalı olması pek de anlaşılmayacak bir durum değildir.

Anlaşılamayacak olması gereken durum, Kürdistan’da neredeyse kimse modern nasyonalist fikirlerden haberdar değilken dört parçaya bu fikirleri yaymış bu şehirden bugün çıkan muhalefetin bu zengin mirasla uzaktan yakından ilgisi olmayan, eğreti siyasi hareketler olarak tarihin çöplüğüne yol almasıdır. Bu mirasın artık kendini yeniden üretemeyecek bir hale gelmesi, siyasi ayrılığın Süleymaniye’nin ev sahibi olduğu özgürlükçü ve aydınlanmacı ideolojileri dahi alaşağı edebiliyor olmasıdır. Bu şehirde kurulu bir üniversitenin ismindeki Irak adına hayret verici derecede sadık kalarak özgürlükçü düşünceye karşı nesiller yetiştirmesinin kimseyi pek de rahatsız etmemesidir. Kürdistan’ın diğer parçalarında ulus devlet karşıtlığı gibi felsefi bir tartışmayı özgürlükçü fikre olan karşıtlığına örtü yapmış bazı siyasi hareketlerin ancak bu şehirde absürd söylemlerine müşteri bulmaya başlamış olmasıdır. Bu şehirden çıkan üç muhalif partinin katıldıkları üç seçimde de yaptıkları propagandada bir defa dahi Kürdistan ve özgürlük mücadelesinden bahsetmemiş olmalarının kanıksanmasıdır. Şaşılması gereken, Süleymaniye’yi tarih için bahsi dahi edilemeyecek kadar basit siyasi ayrılıklar neticesinde gözden çıkarmayı düşünmeye başlamış özgürlükçü hareketin duyarsızlığıdır.

Süleymaniye sorunu Kürdistan için her geçen gün biraz daha büyüyen bir sorun olarak anlaşılmaya mecburdur. Zira Süleymaniye ile Erbil arasındaki ayrılık, Kürdistan’ın ekseri entelektüel müktesebatını barındıran bu şehri Kral Faysal’ın, Abdulkerim Kasım’ın ve hatta Saddam Hüseyin’in bile bir arada tutmayı başaramadığı Irak’ın suni ve kalitesiz siyasi platformuna her geçen gün biraz daha entegre etmektedir. Nitekim, Süleymaniye’nin özgürlükçü ve ilerici fikirden uzaklaşarak geleceği olmayan absürd fikirlere yanaşması zannedildiği gibi sadece güney Kürdistan’a ait bir sorun değildir. Bu sorun başka parçalardaki bazı şehirlerde yaşandığı gibi Kürdistan’daki bir şehrin daha ulusal aidiyetlerinden uzaklaşması kadar basit değil, aksine dört parça Kürdistan’ın ulusal literatürünün kendini yeniden üretmesi gerektiği şehirde yok olmaya başlamış olması sorunudur. Bu haliyle de tehlike çanları herkes için çalmaktadır.

Bu tehlike; Süleymaniye’nin ürettiği bilgi ve birikimden kendini yoksun bırakmış, bu şehirde basılmış sayısız kitabı okumak için Kürtçe’nin standartlaştırılmış en zengin lehçesini öğrenmek için çaba bile harcamamış entelektüellerin beldesi olan kuzey ve batı Kürdistan parçaları için çok daha vahim bir duruma işaret etmektedir.