En Tuhaf ve Saçma Soru: “Kürtler Ne İstiyor?”

Kurd24

 

Fransız Devriminin (1789) dünyada yeni bir dönem açtığı genel kabul durumunda. Bu yeni dönem, iki özelliği ile tanımlanmaktadır. Ana ve temel özelliği, tarihsel aktör olarak ortaya çıkan ve gelişen “millet” aktörünün kendisini örgütlemesi, imparatorlukların (hanedanlıkların)  çözülmeye başlaması, yeni karakterde bir devlet modelinin ve yapısının gelişmesi, yapılandırılmasıdır. Bu yeni devlet de, millet devletleri (genel kabul gören tanımla ulus devletler=milli devletler) olmasıdır. İkinci özelliği,  hukuku, insan hak ve özgürlüklerini, demokratik ve laiklik (seküler) anlamda gündeme getirmesidir.

Dünyadaki bu tarihsel dönemin üzerinden, 250 yıla yakın zaman geçmiş bulunmaktadır. Bu zaman içinde, farklı tarihsel momentlerde olmak üzere (19 Yüzyılda - 20. Yüzyılda – 21. Yüzyılda; Ya da Fransız Devrimi Sonrası, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrası, Soğuk Savaş Döneminde ve Soğuk Savaş sonrasında) dünyada var olan milletlerin geneli:  Devletlerini kurdular, milli haklarına kavuştular. Ya da özerk ve federal yönetimlere kavuştular.

Ne yazık ki, dünyada kendi devletini kuramayan tek millet, Ortadoğu’nun en eski ve sayısal olarak Araplardan sonra ikinci milleti, Kürtlerdir. Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti/Devleti 1946 yılında kuruldu. Ömrü uzun olmadı. Kürdistan’ın Güneyinde 11 Mart 1970 yılında otonomi yönetimi yapılandı. Ne yazık ki, 1974 yılında Kerkük’ün statüsüne ilişkin anlaşmazlık, Irak merkezi hükümetinin Kerkük’le ilgili alınan plebisit kararının hayata geçmesini engellemesi üzerine çıkan savaş sonrasında 1975 yılında, sömürgeci devletlerin yıkmak için ittifak etmeleri; süper iki devletin (Sovyetler Birliği ve ABD’nin) desteklememesi üzerine hayatına son verildi.

Bulunduğumuz aşamada, Kürdistan’ın Güneyinde federal bir yapı var ve Kürtler sınırlı milli haklara sahip. Bu yapı da tehdit altındadır. Bu tehdit, 25 Eylül 2017 tarihinde Kürdistan’ın Bağımsızlığı Referandumundan sonra, sömürgeci devletlerin el birliği ve güç birliği yaparak Kerkük’ü ve bazı başka Kürt kasabalarını işgal etmesiyle başladı.

21. Yüzyıl Kürtlerin yüzyılı olacağına dair güçlü bir kanat ve inanç vardı. Ne yazık ki, Kürdistan’ın Güneyinde devlet kurma aşamasında, sömürgeci devletlerin ve dünyalı Batılı devletlerin, en başta da ABD’nin elbirliği ve ittifakıyla yıkıldı.

Bu gelişmelerin ışığında dünya analiz edildiği ve kabaca gözlemlendiği zaman, rahatlıkla görülecek ve tespit edilecek durum, Kürt milleti ve Kürdistanlılar açısından “tuhaf” bir durumun olduğu hemen saptanabilinir.

Kürt milleti açısından bu “tuhaf”lıkla birlikte, tarihi saçmalıkların, aşırı bir ırkçılığın, Kürtler hakkında rasyonel olmayan tezlerin üretilmesi de normal olarak gündemleşmektedir.

Sayısal olarak Ortadoğu’nun en eski ve sayısal olarak ikinci milleti Kürtlerin, bir millet olarak yok olduklarını, Kürtlerin Türk, Arap ya da Fars oldukları; Kürt dili diye bir dilin olmadığı tezlerinden daha öteye tarihsel olarak bir tuhaflık ve saçmalık olabilir mi?

Bundan dolayı Kürtlerle ilgili rasyonel olmayan tuhaf ve saçma tezlerin ve görüşlerin gündeme gelmesi her zaman olanaklı olmuştur. Bu saçmalıkların ve tuhaflıklarında müşterileri her zaman var olmuştur. Halen de var olmaya devam ediyorlar.

20. Yüzyılın sonlarında sık-sık gündeme getirilen, 21. Yüzyılın başlarında tekrarlanan ve halende alıcısı olan tezlerden ve sorulardan biri: “Kürtler Ne İstiyor?” sorusudur. Bu soruyu hep tuhaf ve saçma olarak nitelendirdim. Bu sorunun alıcılarının Kürtler olması da durumu iki kat tuhaf ve saçma hale getiriyor.

Bu soruyu soran Kürt ve Türk akademisyenleri, televizyon programcıları, gazeteciler, yazarlar ise; soru, konferansların konusu ise bu tuhaflık ve saçmalık tehlikeli boyut kazanıyor.

Eğer bu sorunun alıcısı Kürdistan parti ve örgütleri, Kürdistan siyasi sınıfı ise bunu tuhaflık ve saçmalık kavramının ötesinde bir tanıma kavuşturmak zorunlu olmaktadır.

Yabancı milletlerden akademisyenlerin, yazarların, gazetecilerin, televizyon programcılarının bu soruyu sormalarını doğal karşılamak ve tolere etmek gerektiğini düşünüyorum. Bu soru, onlar için oldukça anlamlı, tuhaf ve saçma olmayan bir sorudur.

Açık ki, “Kürtler ne İstiyor?” sorusunun nerede, kimler tarafından, hangi ülkede sorulduğuna göre anlam; tuhaf ve saçma olup olmama tanımına kavuşur.

Bu sorunun Kürdistan’da Kürtler, Kürdistan’ı sömürgeleştiren devletler ve onların temsilcileri, yazarları, siyasetçileri, akademisyenleri, gazetecileri ve televizyon programcıları tarafından sorulduğu zaman tam anlamıyla “en tuhaf ve saçma” soru haline gelir.

BU SORU “DAYAKLIK” BİR SORU…

Halk, uygun davranış içinde olmayan biri için, “bu dayaklık ama dayak atacak biri yok” derler. “Kürtler Ne İstiyor” sorusunu soran bir Kürt, bir Kürt kurumu, Kürdistan partisi, Kürtlerin konferansı, Kürtlerin semineri de olsa, halkın deyimiyle dayaklık olur.

Şunu kesinlikle biliyorum ki, başka bir millete mensup olan birinin bu soruyu kendisine sorması, o soruyu soranın o millettin dışına çıkarılması için ciddi bir neden olur.

Örneğin: Filistinliler, “Filistinliler Ne İstiyor?” bağlamında bir soru sorma ahmaklığını, tuhaflığını ve saçmalığını göstermez. Çünkü bütün Filistinliler, devlet istediklerini ve devlet için mücadele ettiklerini bilirler. Eğer bir Filistinli şaşkınlık gösterip böyle bir soru sorsa, onun yeri Filistinliler arasında olmaz. Ancak bir Filistinli, “Filistinliler federalizmi istemelidir” diyebilir. Bunu söylemek bile bir cesaret sorunudur. Cesaret gösterilse onun Filistinli cemaat arasında yeri olmaz.

Kürdistan parti ve örgütleri, yaptıkları bir konferansta, oturumların birinde “Kürtler Ne İstiyor?” sorusu cevaplandırmaya çalıştılar.

Ben konuya ilişkin konferans katılımcısı olarak konuşma yaptığım zaman, şimdi ifade ettiğim görüşlerime yakın görüşler ifade ettim. Tüm katılımcılar bu açıklamalarıma şaşkınlık ve tuhaflıkla baktılar. Doğru yolda olduğumu o zaman düşündüm.

Ama konferanstaki katılımcıların ezberi bozulmuştu.

KÜRTLER, “KÜRTLER NE İSTİYOR?” DİYE SORUYORLARSA, MİLLET BİLİNCİNDE OLMAMAK, KENDİ ULUSAL KİMLİĞİNİ TANIMAMAK VE TARİHİNİ BİLMEMEK DEMEKTİR. BÖYLE BİR SORU SORMA HAKKI DA OLMAMALIDIR. KÜRTLERİN BU SORUYU SORMASI DÜŞMANIN İNKÂR POLİTİKASININ TUZAĞINA DÜŞMEKTİR. KÜRTLERİN BU GÜNE DEK NE YAPMAK İSTEDİKLERİNİ BİLMEMESİ EN BÜYÜK APTALLIĞIN İFADESİDİR…

Fransız Devriminden sonra, 200 yıl boyunca dünyadaki milletler kendi devletini kurmak için bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi verdiler. Milletlerin bu mücadeleleri değişik aşamalardan ve hukuki prosedürlerden geçerek, devlet aşamasına geldiler. Birleşmiş Milletlerin kuruluşundan önce devlet olan milletler, kuruluş aşamasında; Birleşmiş Milletlerin kuruluşundan sonra devlet olanlar, daha sonra üye oldular.

Bu açıkça şu anlama gelmektedir ki, eğer bir topluluk ulus karakterini taşıyorsa, onların doğal olarak istedikleri bağımsız milli devletlerini kurmaları haklarıdır.. Ya da başka milletlerle birlikte ortak, eşitliğe ve adalete dayalı bir siyasal, sosyal, ekonomik yaşam kurmak istiyorlarsa, bağımsız devletlerini konfederal devlet sistemi için birleştirirler. Ya da iki millet ya da üç daha fazla millet ortak federal devletlerini kurmaya karar verirler.

Dünya pratiği da bunu bize öğretiyor. Bunun zengin deneylerini ve pratiklerini sunuyor.

Kürtler de, 19. Yüzyılın ortalarından itibaren bir millet olarak bağımsızlık ve özgürlük mücadelelerini sürdürüyorlar. Bu mücadeleleriyle de bağımsız devletlerini kurma amacını taşıdılar.

Bu mücadele, 20 Yüzyılda her dört parçada daha fazla bir yoğunluk ve şiddetle sürdürüldü. Hem Kürdistan’ın Güneyinde, hem kuzeyinde, hem doğusunda ve hem de batısında bağımsızlık mücadelesi hâkim ulus ve sömürgeci devletlere karşı bağımsızlık ve özgürlük için sürdürüldü.

Bu mücadele de, millet olarak davranışın ne olacağını ve milli devlet kurmanın amaçlandığını gösteriyor.

Kürdistan’ın dört parçasında da mücadele sürdüren ve milli mücadeleye öncülük eden parti ve örgütlerin programları incelendiği zaman da, millet olmaktan doğan hakların talep edildiği, Kürtlerin kendi kaderlerini kendi iradeleriyle tayin etmek istediği, Kürdistan’da iktidar ve egemen olmak istedikleri; bağımsız devlet, federal ve otonom devlet, konfederal devlet için mücadele ettikleri açıkça görülecektir.

Bütün bu gerçekler orta yerde dururken, durduk yerde, “Kürtler Ne İstiyor?” sorusunun Kürtlerin kendileri tarafından ve örgütleri tarafından sorulması, millet bilincini kaybetmektir. Millet olma davranışını göstermemektir. Millet olmaktan doğan devlet hakkına karşı çıkmaktır. Mücadele tarihini bilmemek ve inkâr etmektir. Sömürgeci devletin, hedef şaşırtmalarına, Kürtleri devlet kurma hedefinden uzaklaştırmalarını tuzağına düşmek demektir.

Sömürgeci devletlerin, son 40 yılda PKK eliyle ve pratiği ve oluşumu ile yaptıklarına alt olmaktır.

Bulunduğumuz aşamada bütün parçalardaki Kürdistan parti ve örgütlerin programları incelendiği zaman: Kürdistan’ın Güneyinde 25 Eylül 2017 bağımsızlık referandumu ile bağımsız devletin istendiği ve somut amaç haline geldiği bilinmektedir.

Kürdistan’ın Doğusunda federal devlet, Kürdistan’ın Batısında federal devlet, Kürdistan’ın Kuzeyinde bağımsız, federal, konfederal devlet istenmektedir.

Bunları görmemek, kendimizi ve milli mücadelemizi inkârdır.

PKK’nın tersi stratejisi, siyaseti ve pratiği, Kürtleri millet olarak amaçlarından uzaklaştırmaktır. Bunu hesaba katmamak gerekir.

KIBRIS TÜRKLERİNİN VE FİLİSTİN’İN DEVLET TALEBİNİ KAYITSIZ ŞARTSIZ DESTEKLEYEN TÜRK YAZARLARIN, AKADEMİSYENLERİN “KÜRTLER NE İSTİYOR?” SORUSUNU SORMAKTA ISRARLI OLMALARININ NEDENİ: DEVLETİN KÜRTLER HAKKINDAKİ RESMİ POLİTKASINI BENİMSEMİŞ OLMALARINDANDIR…

Türkiye’de Türk aydınları, akademisyenleri, gazetecileri, yazarları, muhalif olan ve olmayan siyasetçileri, kadını erkeği, genci yaşlısı, Kıbrıs Türkleri ve Filistin Meselesini tartıştıkları zaman, “Kıbrıs Türkleri Ne İstiyor?”, “Filistinliler Ne İstiyor?” sorusu kesinlikle sorulmaz. Bu sorunun sorulmasını, hemen saçma ve tuhaf olarak nitelendirirler. Hatta böyle bir soru sormak yasak kavramı içinde mütalaa edilir.

Bu soruları sormadan, 7 milyon Filistinli Arap (Arapların 22 Devleti olmasına rağmen) ve taşınarak oluşturulmuş Kıbrıslı 150 Türk ve Kürt için bağımsız Türk Devletini ve Filistin Devletini meşru kabul ederler. Bunu savunurlar. Bunun dışındaki savlara ve tezlere de izin vermezler.

“Neden böyle düşünüyorsunuz?” denilirse de, onlar iki millettir. Milletlerin de devlet kurma hakları vardır.

Ama ne yazık ki, Kürtler ve Kürdistan Meselesi gündeme geldiği zaman, tam tersi bir mantık işletilir. Karşı bir zihniyet ortaya çıkar. İnkârcı ve ırkçı bir zihniyet; rasyonel olmayan bir akıl harekete geçer.

Kürtlerin, bağımsız devlet olma haklarını bir tarafa bırakalım, Kürtlerin federal devlet ya da otonom, ademi merkeziyetçi çoğulcu bir devlet savunmasını da hak saymazlar. Bu çözüm taleplerini ileri sürenleri de suçlarlar, “bölücü”, ayrımcı ve hatta “ırkçı” olarak damgalarlar.

Türk aydınlarının, gazetecilerinin, akademisyenlerinin, yazarlarının muhalif olan ve olmayan siyasetçilerinin bu tutum ve yaklaşımının; bu davranış tarzının nedeni: Devletin Kürtlerle ilgili inkârcı, sosyolojik gerçeklerle, Türkiye’de farklı milletlerin var olduğu gerçeğiyle, milletlerin kendi kaderlerini kendi iradeleriyle tayin etmesiyle alakalıdır.

DEVLETİN, “KÜRTLER NE İSTİYOR?” DİYE SORMASININ NEDENİ KÜRTLERİN MİLLİ HAKLARINA KARŞI OLMASI VE KÜRDİSTAN’DA İŞGALİN DEVAMINI İSTEMESİDİR…

Devlet yetkililerinin, “Kürtler ne istiyor?” sorusunu sorması, tuhaflığın ve saçmalığın ötesinde “abesle iştigal” ve bir anlamda Kürtlerle dalga geçmektir.

Devletin Kürtler hakkındaki düşüncesi, inkâr düşüncesi; Kürtleri yok etme stratejisi aslından böyle bir soruyu sormaya bile elverişli değildir.

Devlet, Kürtlerin ne olduğunu, Kürtlere ne yaptıklarını, Kürtlerin haklarının neler olduğunu; Kürt millet olmaktan doğan haklarını çok iyi bilmektedir.

Devletin, Kürt milli direnme ve ayaklanma hareketlerinin nedenlerini çok iyi bildiğinden, Kürtlerin ne istediğini de çok iyi bilmektedir.

Devlet, “Kürtler ne istiyor?” sorusunu sorsa bile, bunun Kürt milletinin haklarına karşıtlık ve Kürt milli haklarını tanımamak olduğu tartışmasızdır.

Çok açık ki, devlet, “Kürtler ne istiyor?” diye sorduğu zaman, sömürgeci aklından geçen şey, Kürtleri yok sayma, inkâr etme, Türkleştirme politikasının dışa vurumu olduğu sosyo-psikolojik olarak çok net olan bir durumdur.

Devlet bu soruyu soruyorsa, bu başlı başına sömürgeci siyasi bir tuzaktır. Aydınlar, akademisyenler de rahatlıkla bu tuzağa düşerek, kendilerine ve Kürtlere kötülük yapmaktadırlar.

Devletin bu sorusu, Kürtlerin tarihsel milli mücadelelerini inkâr, buna karşı yürüttükleri imha edici politikaları gizlemektir.

Kürt milletinin kendi kaderini kendisinin tayin etmesine karşı çıkmak ve devlet olmasını engellemektir.

İbrahim GÜÇLÜ

[email protected]

Amed, 18 Mart 2018

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.