Soçi Zirvesi’nin Ardından

Kurd24

Kasım ayında Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği toplantısında bir araya gelen ABD Başkanı Trump ile Rusya Devlet Başkanı Putin “Suriye’de savaşın sona erdiğini ve siyasi çözüm döneminin başladığını” duyurdular.

Geçen hafta Bağdat’ta Irak Gazeteciler Sendikası’nın düzenlediği Uluslararası Medya Konferansı’nda konuşan Irak Başbakanı Abadi de ülke topraklarının tamamının IŞİD’den temizlendiğini ve Irak-Suriye sınırında kontrolün bütünüyle Irak güçlerine geçtiğini bildirerek “IŞİD ile savaşın bittiğini” ilan etti. 

Yani gerek Irak’ta ve gerek Suriye’de IŞİD ile mücadelenin sonuna gelindi. Bölgesel ve küresel güçler artık bu iki ülkenin yeniden tanzimi sorununa odaklanacaklar.

Bu meyanda Suriye için Soçi’de önemli bir kavşak dönüldü. Astana Süreci’nin hamileri Rusya, İran ve Türkiye’nin devlet başkanlarının katılımıyla gerçekleştirilen zirvede, Suriye’nin kaderinin siyaseten çizilmesi için bir Ulusal Diyalog Kongresi’nin toplanması kararı çıktı. Önce bu yılın Aralık ayında yapılması planlanan kongre, muhtemelen katılımcılar üzerinde uzlaşmanın sağlanabilmesi için, gelecek yılın Şubat ayına ertelendi.

Güç asimetrisi

Soçi, Suriye sahasında kendi sözünü başkasına kabul ettirmede en güçlü aktörün Rusya olduğunu bir kez daha tescil etti. Rusya, kendi adına iki önemli iş başarıyor: Birincisi, Suriye’de birbirleriyle kanlı bıçaklı olanlar da dâhil olmak üzere herkes ile görüşebiliyor. Avrupa Birliği’nin neredeyse hiç olmadığı ve Amerika’nın da sınırlı varlık gösterdiği bir alanda bütün aktörlerle temas kurabiliyor. Temas ve işbirliği portföyünün genişliği, her geçen gün Rusya’nın tesirini artırıyor.

İkincisi, herkesi kendi çözüm zeminine yaklaştırıyor. Eylül 2015’teki direkt müdahalesinden sonra bir oyun kurdu Rusya, o vakitten beri istikrarlı ve kararlı bir şekilde bütün güçleri bu oyun planına uygun davranmaya zorluyor. Bunu bazen silah gücüne dayanarak yapıyor. Muhataplarıyla arasındaki güç asimetrisi, ona geniş bir hareket serbestisi sağlıyor. Bazen de diplomasinin inceliklerini kullanıyor. Nihayetinde Suriye’de işler Rusya’nın arzusu istikametinde ilerliyor.

İran da Rusya gibi Suriye’nin kazananlarından; Tahran yönetimi Bağdat, Şam, Beyrut ve Sana gibi başkentlerin siyasetlerini belirleyen en önemli ağırlık merkezlerinden biri oldu bu süreçte. Kendi savunmasını ülke topraklarının dışında başlatan bir stratejiyle İran, hem topraklarının çatışma alanına dönüşmesine izin vermedi hem de başka coğrafyalarda sürmekte olan savaşlardaki vekilleri aracılığıyla büyük bir güç devşirdi.

Net bir başarısızlık

Sonuçları itibariyle ele alındığında Suriye’deki mevcut tablo, Astana Üçlüsünden Rusya ve İran için bir zaferi ifade ediyor. Üçlünün son halkası Türkiye için ise ortada net bir başarısızlık var. Çünkü Türkiye, Suriye’de iki temel hedef belirledi kendine: Biri, Esed’in mutlaka gitmesiydi. Diğeri de, PYD/YPG’nin Suriye’nin kuzeyinde bir güce dönüşmesinin önlenmesiydi.

Hâlihazırdaki resme bakınca her iki hedef açısından da bir fiyaskonun olduğu söylenebilir. Zira bir taraftan Esed kaldı ve kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Diğer taraftan da PYD/YPG, hem Amerika’nın hem de Rusya’nın desteğini temin ederek Suriye’deki en büyük kuvvetlerden birine dönüştü. Öyle ki Irak merkezi hükümeti, sınır güvenliğini sağlamak için ortak bir koordinasyon merkezinin kurulması konusunda PYD/YPG ile anlaşma imzaladı.  

Ezcümle, Türkiye amaçlarına ulaşamadı ve Suriye denklemine ancak –kısa bir süre önce tamamen karşıt kutuplarda yer aldığı- Rusya ve İran’a yaklaşarak girebildi. Türkiye, Rusya ve İran’ın politik önceliklerini kabul eder bir noktaya geldi. Ancak bu ortaklaşmada halen ciddi bir pürüz var: PYD/YPG. Türkiye, PYD/YPG’nin Suriye için kurulacak bir masaya oturmasına kesinlikle karşı çıkıyor.

Kürtlerin temsili

Türkiye’ye göre, Kürtlerin temsili başka örgütler üzerinden yapılabilir. Nitekim Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, bunun için Rusya’ya bir liste verdiklerini açıkladı. Ancak Suriye’nin geleceği belirlenmesinde PYD/YPG’ye bir rol verilemez; bu örgütün Ulusal Diyalog Kongresi’ne katılması düşünülemez.

Peki,  Türkiye’nin bu talebi karşılanabilir mi? Zor görünüyor. İki nedenden ötürü:

İlki, bahse konu kongreden gerçek bir uzlaşmanın çıkabilmesi için, o masada sahada var olan her gücün bulunması gerekiyor. IŞİD ile savaşan ve hatırı sayılır bir bölgede kontrol sağlayan PYD/YPG’nin kongreden dışlanması, kongreyi daha baştan kırılgan bir hale getirir. Rusya ve İran’ın Suriye’de barışa varılabilmesi için ulusal kongrenin herkesi kapsaması ve temsil aralığının geniş olmasına dikkat edilmesi gereğini vurgulamaları da bu nedene dayanıyor.

İkincisi, PYD/YPG’nin iki büyük gücün –Rusya ve ABD’nin- aktif desteğine sahip olmasıdır. Türkiye kamuoyunda hep ABD’nin PYD/YPG ile ilişkileri tartışma konusu edilir. Hükümet yetkilileri ve iktidar yanlısı medya organları, bu ilişkiden dolayı ABD’ye çok sert eleştiriler yaparlar. Fakat Rusya’nın PYD/YPG’ye verdiği destek aynı çevreler tarafından sessizlikle geçiştirilir ve Rusya’ya yüksek perdeden bir karşı çıkış görülmez. Şüphesiz bunun tek sebebi, iktidarın Rusya ile aynı cephede bulunmasıdır.

Rusya-PYD/YPG fotoğrafı

Kısa bir süre önce, Deyrizor’da Rus General Alex Kim ile YPG’nin Sözcüsü Nuri Mahmut bir toplantı yaptılar.  Öyle gizli saklı değil, aleni bir toplantıydı bu; Rus bayrağı ve YPG flamasıyla fotoğraflar verildi ve sonunda basın açıklaması yapıldı. Türkiye’den ise buna sert bir reaksiyon gösterilmedi.

Aslında Rusya ile PYD/YPG arasındaki ilişkiler yeni değil, uzun süreli bir ilişki bu. Rusya, başta Afrin olmak üzere, birçok bölgede PYD/YPG ile ilişki kurdu ve operasyonel işbirlikleri yaptı. Şimdiye kadar sahada askeri olarak görülen işbirliği yeni dönemde siyasi bir hüviyet kazanmaya matuf. Rusya-PYD/YPG fotoğrafı da bunun bir yansıması; hem desteğin kapsamanın genişlediğine hem de desteğin niteliğinin PYD/YPG lehine bir değişim gösterdiğine işaret ediyor. PYD/YPG için bunun büyük bir değer taşıdığı tartışılmaz. Çünkü artık hukuki ve diplomatik bir kimlik –yani meşru temsilci sıfatıyla barış masasının bir bileşeni olmak- silahlı bir güç olmaktan daha önemli bir hale geldi.

Geniş ittifak perspektifi

Türkiye, Suriye politikasını bütünüyle PYD/YPG karşıtlığına indirgemiş durumda. Bunun başlıca iki sonucu oluyor: Bir, Türkiye’yi tek bir seçeneğe mahkûm kılıyor, müzakerelerde Türkiye’nin pazarlık şansını azaltırken muhataplarının önüne geniş bir saha açıyor. Ve iki, bölgedeki diğer güçlere PYD/YPG’yi Türkiye’ye karşı kullanma fırsatı veriyor.

Bu itibarla mer’i siyasetin devamı halinde Türkiye’nin beklentilerine kavuşması ihtimali düşük. Suriye sahasında Türkiye’nin ittifak ilişkilerini dar bir kanaldan çıkarıp geniş bir perspektifle yeniden yorumlamaya ihtiyacı var.

 

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.