Türkiye ve Kürdistan’ın Kuzeyinde Seçimler

Kurd24

Türkiye’de, 2019 yılında üç seçim yapılacak: Belediye (yerel) seçimleri, genel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimleri. Türkler, bu seçimlerle ilgili uzun bir zamandır açıktan ve basın önünde çok yönlü (baraj sorunu, ittifaklar sorunu, seçim sistemi, siyasal partiler kanunu v.d) tartışmaktadırlar. Kürdistan’ın Kuzeyinde de açıktan olmazsa bile uzun zamandır Kürt yurtseverler içinde ve Kürdistan parti merkezleri ve örgütlerinde seçim tartışması var. Bu tartışmalar, son günlerde de kamuoyu ve basın önünde yapılmaya başlandı. Bu nedenle bu soruna kapsamlı bir vizyonla bakmak gerekir.               

TÜRKİYE’DE ANA SORUN GERÇEK ANLAMDA BİR TEMSİLİN OLMAMASIDIR…

Türkiye’de siyasal temsil sorunu, eski bir tartışma konusudur. Türk devleti’nin kuruluşu ve yapısal özellikleriyle doğrudan ilintili bir sorundur. Buna rağmen, siyasal temsil konusunda oldukça sığ tartışmalar yapılmıştır ve bu tartışmalar yapılmaya devam ediliyor.

Türkiye’de gerçek, sosyolojik, ulusal, etnik, dinsel mezhepsel, fikirsel temsil sorununun üstünün örtülmesi için, yüzde onluk baraj çok iyi bir perde, gerçeği gizleme enstrümanı olarak kullanılıyor. Sanki yüzde onluk baraj olmadan önce, Türkiye’de gerçek anlamda siyasal bir temsil, Kürtlerin ve diğer etnik gruplarlın siyasal temsili varmış gibi sorun ortaya konulmaya çalışılıyor. 

Oysa Türkiye’de baraj “yeni” bir sorundur. Ama siyasal temsil sorunu tarihsel, devlet ve rejim sorunudur.

Türk devletinde siyasal temsil, Osmanlı İmparatorluğundan daha geri, daha adaletsiz bir düzeydedir.

 

Türkiye’de Kürtlerin millet olarak varlığı inkâr edildi, bütün milli hakları gasp edildi. Kürdistan işgal ve ilhak edildi. Ret ve inkâr edilen bir milletin temsil edilecek bir aktör olarak kabul edilmesi olanaklı değildi. Ayrıca temsil sorunu, şekli ve teknik bir sorun değilse -ki değil-, bir egemenlik ve iktidar paylaşımı ise, Kürtlerin bu temsile sahip olması için; devletin sahibi, devletin ortağı; egemenliği ve iktidarı paylaşan bir aktör olması gerekirdi. Öyle olmadı.

Bundan dolayı Kürtler, kurulan Kemalist devlet de meşru kabul edilmediklerinden; kendi egemenliklerini ve iktidarlarını oluşturmak; tarihsel bir aktör ve devlet sahibi olmak için harekete geçtiler; milli ayaklanmalar yaptılar.

Ama ne yazık ki, Kürdistan’ın Kuzeyinde, 1919 yılında başlayan ve 1938’e kadar devam eden mücadeleler, milli ayaklanmalar başarısızlıkla sonuçlandılar. Bu noktada sonra, Kürtler tümden sistem dışına itildiler. Temsil hakları tümden gasp edildi. Katliama tabi tutuldular.

Kürtler, kendi kendini yöneten değil, yönetilen bir millet ve ulusal topluluk oldular.

Kürtlerin kendi kimlikleriyle siyaset yapmaları yasaklandı. Siyaset siyasi partilerle yapılacağına göre, Kürtlerin kendi partilerini kurmaları yasak olduğundan siyaset yapmaları olanaklı değildi. Siyaset yapsalardı bile mevcut üniter ve Kemalist devlet de, siyasi temsilleri ellerinden alınmış durumdaydı.

CHP ve rejimin diktatörü tarafından Kürdistan’da milletvekilleri tayin yöntemiyle tespit edilmişlerdir.

Kemalist Türk devleti kuruluşundan 1946 yılına kadar, tek parti, CHP tarafından yönetiliyordu. Tek parti yönetimini, diktatörlükten başka bir rejim ve sistem olarak tanımlamak olanaklı değildi. Tam anlamıyla bir parti devleti, elitik devlet vardı.

1946 yılında çok partili sisteme geçildikten sonra da, sadece var olan CHP’nin yanında Demokrat Partinin (DP) kuruluşu söz konusu oldu. Bu dönemde de, Kürtlerin kendi kimlikleriyle parti kurmaları, kendi adlarına siyaset yapmaları olanaklı değildi. Kürtlerin parti kurmaları, milli haklarını kazanmak için parti kurma anlamına gelecekti. Mevcut diktatörlük buna izin verecek durumda değildi.

Bundan dolayı genel seçimlere katılmaları da söz konusu olamazdı.

Kürtler, çok partili sistem döneminde de, kendi ulusal kimliklerini tümden bir tarafa bırakarak, CHP’de siyaset yaptılar. Fiziki Kürtlüklerini koruyarak, ulusal kimliklerini resmi olarak ifade etmeyerek de, DP’de siyaset yaptılar. 

1960 yılından sonra da siyasi partiler, Türk devleti bünyesinde Kemalistlik sınırlarını aşmayarak Türklük sınırları kapsamında daha çokluklaştı. İki parti dışında partiler, özellikle de sosyalizmi savunan bir parti, Türkiye İşçi Partisi (TİP) de kuruldu. Kürtlerin sol ve yurtsever kesimi TİP’de kendi ulusal kimliğini özgürce ifade etme olanağı bulmalarına rağmen, yine de Kürt kimlikli siyaset yapamadılar.

Kürdistan’da sadece 1965 yılında yasal olmayan bir düzlemde, Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP) kuruldu. Bu durum da Kürtlerin mevcut devlet kapsamı ve niteliği içinde temsil edilmeleri olanaklı olamayacaktı.

 

KÜRTLERİN SİYASAL TEMSİLİ SÖMÜRGECİ DEVLETİN RADİKAL DEĞİŞİMİ VE FEDERAL YAPI KAZANMASIYLA OLANAKLI OLUR…

Türkiye’de, Türklerin, Kürtlerin, diğer etnik toplulukların gerçek anlamda siyasi temsilinin ortaya çıkması, kurumlaşması, anlam kazanması, Kemalist devletin niteliksel olarak değişmesi ve gerçek çoğulcu bir demokrasi ile olanaklıdır.

Devletin değişmesi de, Kürdistan’daki sömürgeci karakterinin son bulması; tekçi ve otoriter devlet ve rejim yerine, modern çoğulcu katılımcı demokratik bir devletin ve rejimin kurulmasıyla olanaklı olabilir.

Devletin, tüm milletlerin (Kürt ve Türk milletinin), etnik ve ulusal toplulukların, dinsel, mezhepsel, fikirsel grupların devletine dönüşmesi gerekir. Yani devletin herkesin devleti, uluslar, ideolojiler, dinler üstü bir devlet haline gelmesi gerekir.

Bu devlet de, tartışmasız bir şekilde ifade edilecekse en azından federal ve ortak bir devlettir.

KÜRDİSTAN’DA SEÇİM SERÜVENİ…

Kürdistan’ın Kuzeyinde seçimler, Türkiye’deki seçimlerden bağımsız ele alınamaz. Çünkü Kürdistan’ın Kuzeyi, bağımsız değildir. T.C devletinin bir sömürgesidir.

Türkiye’de seçimler, çok partili sisteme geçildikten ve değişik toplumsal kesimlere bağlı siyasal parti kuruluşlarının gündeme gelmesinden sonra, önemli olmuşlardır. Bu süreç de, 1946 yılından sonra, CHP’ye karşı Demokrat Parti’nin (DP) kuruluşu ile başlamıştır.

O tarihten sonra, Türkiye’de yerel seçimler ve genel seçimler söz konusuydu. Şimdilerde cumhurbaşkanının da halk oylaması ile seçilmesine karar verilmesinden sonra da, cumhurbaşkanlığı seçimleri de devreye girmiştir.

Daha önce de yazdığım gibi, Kürtler, 1974 yılına kadar kendi adlarına, bir siyasi parti olarak seçimlere katılamamışlardır. O tarihe kadar Kürtler iki platformda seçimlere katılmışlardır. Bu platformlardan biri, Kürtlerin, doğrudan Türk siyasi partilerinde seçimlere katılması platformudur. CHP, Adalet Partisi ve diğer Türk partilerinde seçimlere katılmışlardır. İkinci platform,  Türkiye Kürdistan Demokrat Partisinin (TKDP) kuruluşundan sonra, CHP dışındaki siyasi partilerinde (Adalet Partisi ve TİP) seçime katılan Kürtleri desteklemek ya da seçimlerde bağımsız milletvekili adayı ve belediye başkanı adayı Kürt yurtseverlerini desteklemek platformu olmuştur.

Kürdistan’ın Kuzeyinde 1974 yılından sonra Kürdistan partileri, çoğulcu bir yapı kazandı. Bu tarihten sonra seçimlere; daha bilinçli ve daha renkli bir katılım olmuştur. Kürtler,  üç platformda seçimlere katılım göstermişlerdir. Bu platformlardan biri, Türk siyasi partilerinde seçime katılmak ya da onları desteklemek platformu olmuştur. İkinci platform, Kürdistan partileri, kendi bağımsız adaylarıyla milletvekili ve belediye başkanlarıyla seçimlere katılmışlardır. Rizgarî Siyasi Hareketi Muş’ta bağımsız milletvekili adayı ile seçime katılmıştır. Özgürlük Yolu Hareketi, Diyarbakır ve Ağrı’da bağımsız belediye başkanları ile seçime katılmıştır. Seçimleri de kazanmıştır.  Üçüncü platform, bazı sosyalist partilerin şemsiyesi altında bağımsız bir şekilde seçimlere katılmak şeklinde olmuştur. DDKD, TSİP şemsiyesi altında senato seçimlerine katılmıştır.

DEP’in kuruluşundan sonra da, seçimlere katılım farklılık göstermiştir. DEP, kendisini Kürt partisi olarak tanımlamıyordu. Ama gövdesi ağırlıkla Kürt olan bir partiydi. DEP, baraj sorunundan ve başka önemli gerekçelerden dolayı, SHP’de kendi adaylarını göstererek seçime katılmışlardır.

Ama aynı dönemde de, Kürtlerin Türk siyasi partilerinden seçime katılmaları devam etmiştir.

İllegal Kürdistan partileri de, dolaylı olarak DEP’de seçime katılmışlardır.

DEP’in kuruluşundan sonra, Kürdistan’ın Kuzeyinde seçimlerde farklı bir serüven ortaya çıktı. Bu serüvenin birçok ayrımları, önemli tartışma ve değerlendirme alanları vardır.

HAK-PAR, 2002 yılında, değişik Kürt milli eğilimleri tarafından kuruldu. Kürtler, belli bir zaman sonra HAK-PAR’da da seçimlere katıldı.

Türkiye’de, yerel, genel, cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2019 yılında yapılacaktır. Bu seçimlerle ilgili, Türkiye’de epey bir zamandır açığa çıkan, değişik araç ve gereçlerle devam eden bir tartışma var. Kürdistan’ın Kuzeyinde de bu tartışmalar, kapalı devre yapılıyordu. Ama bu tartışmalar açıklamalar ve program önermeleriyle açığa çıkmış durumdadır.

 

KÜRT VE KÜRDİSTAN PARTİLERİ BİRLİKTE 2019 SEÇİM PLATFORMUNU KÜRT MİLLİ HAREKETİNİN GELİŞTİRİLMESİ İÇİN KULLANABİLİR…

Bunun için de, Kürt ve Kürdistan partilerinin ittifak yaparak seçim platformunu değerlendirmeleri lazım.

Kürdistan’ın Kuzeyinde milli kurtuluş mücadelesi var. Bağımsızlık ve özgürlük kavgası var. Bu mücadele ve kavganın başarıya ulaşması için, ihtiyaca cevap verecek örgütlenmelere ihtiyaç var. Bu örgütlenmelerin de kendi aralarında ittifak, güç birliği, koalisyon yapmaları gerekir.

Kürdistan’ın Kuzeyinde bu mücadeleyi ve kavgayı yüklenecek GÜÇTE VE NİTELİKTE bu aşamada parti ve örgütler yok. Ama bu iddiayı taşıyan örgüt ve partiler var. Bu örgüt ve partilerin de, hem milli mücadele ve milli kavganın ihtiyaçlarına cevap verebilecek örgüt ve parti haline gelmeleri, milli bir toplumsal hareket yaratmaları gibi uzun vadeli stratejik hedefle, hem de bu stratejik hedefe bağlı çalışmalarla ilgili ittifak, güç birliği, koalisyon yapmaları gerekir.

 Görülüyor ki seçime bağlı olarak da böyle bir ittifak, güç birliği, koalisyon gündemimiz olmuş durumda. Bunun anlaşılır bir yanı var

 

SEÇİMDE GÜÇBİRLİĞİ VE İTTİFAK EDECEK PARTİLER…

*Öncelikle Kürdistan’da ittifak, koalisyon, güç birliği yapmak isteyen örgüt ve partilerin, kendilerini  “Kürt” ve “Kürdistan” Parti ve örgütleri olarak tanımlanmaları gerekir.

*Kürdistan’da aynı amacı paylaşan; Yani: Kürdistan’ın milli kurtuluşunu, bağımsızlığını ve özgürlüğünü, Kürtlerin ülkelerinde (Kürdistan’da) iktidar ve egemen olmasını benimseyen ve programlarına alan,

* Eşit olan ve güç dengesine aynı düzeyde sahip olan;

*Bunun yanında, aynı mücadele biçimini benimseyen;

Kürdistanlı parti ve örgütler; ittifak, güç birliği, koalisyon yapabilirler.

 

Kürdistan’ın Kuzeyinde verili koşullarda, belirlediğim bu kriterlerle ittifak, güç birliği, koalisyon yapacak örgüt ve partiler: HAK-PAR, PAK, PSK, AZADİ Hareketi, PDK-BAKUR, TKDP, İKİNCİ PDK-BAKUR’DUR.

HDP,   “Kürt” partisi değildir.  Kendisi de bunu açıkça ifade ediyor. Bir partinin kendisini “Kürt”  kimliğiyle tanımlamasını gericilik olarak kabul ediyor.

HDP, sıraladığım temel ve vazgeçilmez kriterlerin mihengine vurulduğu zaman, o kriterlere uygunluk da taşımıyor.

HDP, diğer partilerle amaç birliği taşımıyor.  PKK ile olan doğrudan bağından dolayı, ikili bir mücadele biçimini sürdürüyor. Ayrıca yapısal Türkiyeci özelliğine sahiptir. PKK ile tarafından yönetilmesinden olayı Kürdistan’ın dört parçasından bağımsızlıkçı güçlere düşmandır. Bundan dolayı, Kürt ve Kürdistan partilerinin seçim ittifakı uya da “seçim bloku” içinde de yerinin olmadığı çoktan açığa çıkmış durumda.

Ayrıca, Kürdistan’ın Kuzeyinde verili durumda HDP ile diğer Kürdistan’daki örgüt ve partiler arasında bir eşitlik, güç dengesi söz konusu değildir. Bundan dolayı da ittifakçı olarak sıraladığım parti ve örgütlerin, PKK/HDP ile ittifak etmeleri; iltihak ve onun programını benimseme anlamına gelir.

PKK/HDP, ittifak, güç birliği, koalisyon, blok adı altında yaklaştığı parti ve örgütlerin, kendisine yüzde birlik bir oy artışına sebep olmayacağını verili koşullarda çok iyi biliyor. Buna rağmen, seçimde ortaklık teklifinde bulunması, sonuçta bunun kendisine en azından bütün Kürtlerin temsilcisi olma pozisyonunu kazandıracağını; bu çalışmanın onlarla anılacağını; kendi dışındaki parti ve örgütleri etkisiz ve itibarsız hale getireceğini, yaşadığı başarılı tecrübelerle bilmektedir.

Onunla da kalmayacak, ilişki içinde bulunduğu örgütlere debüyük zarar verecektir.

KADEP Genel Başkanı Ş. Elçi’nin BDP/HDP’den milletvekili olması, bileşik milli demokrat bir partinin kuruluşunu dinamitlemiş, KADEP’i itibarsızlaştırmış ve bitirmiştir.

Azadi Hareketi, kurulduğu günden itibaren, PKK/HDP kuyruğuna takıldığı ve sonunda kendi sözcüsü HDP’de milletvekili olduktan sonra: Azadi Hareketi kuruluşunda İslamcı Kürt kesiminde umut olarak görülen bir hareket olmasına rağmen, parçalanma, küçülme, tükenme noktasına geldi; , itibar kaybetti.

İmam Taşçıer milletvekili olduktan sonra, DDKD’nin esamesi okunmamaya başlandı.

HAK-PAR bölünmesinde de, PKK/HDP ile ilişkilerin bir etken olduğu konusunda kamuoyunda güçlü bir algı ver kanaat var.

HDP’NİN, CHP VE Türk ulusal solcularla ittifak etmesi her zaman gündemde. Aslında HDP bir bileşen olarak böyle bir yapıya da sahip. Bundan dolayı da Kürtler açısında HDP ile seçim ittifakı imkânsızdır.

SONUÇ YERİNE…

*Kürt ve Kürdistan parti ve örgütleri, Türk Meclisine milletvekili gönderseler bile, Kürtlerin tensil edildiği anlamına gelmez. Bu bilinçle hareket edilmelidir.

*Buna rağmen, Kürt ve Kürdistan parti ve örgütleri, seçim platformunu: Kürt milli mücadelesinin gelişmesi, örgütlenmesi, halkın sisteme karşı itaatsiz bir mücadele konumuna getirilmesi için planlı, programlı ustaca kullanmalı ve değerlendirmelidirler.

*HDP açısından siyaset matematiği ile seçimlere bakılırsa, HDP’nin oylarında büyük değişiklik yapmayacak Kürt ve Kürdistan parti ve örgütleriyle ittifak etmesi de normal değildir.

*Eğer HDP seçimde ittifak edilecek ve ulusal çıkarlara uygun hareket eden bir partiyse, HDP ile ittifak etmek isteyen Kürt ve Kürdistan partilerinin pazarlık yapmada, HDP’yi desteklemeleri daha ahlâkı olur diye düşünüyorum. Bu ahvalde, HDP ile seçimde ittifak etmek isteyen parti ve örgütlerin yöneticilerinin kendilerine milletvekilliği ayarlamak istedikleri şeklinde kamuoyunda var olan kanaate de son vermiş olurlar.

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.