Kirov’un Öldürülmesi

Kurd24

Geçen hafta, 1914-1918 yılları arasında meydana gelen Birinci Dünya Savaşı’nın, aslında birkaç sene sonraki daha büyük bir savaşa hazırlık sayılabilecek bir mola da diyebileceğimiz bir ateşkesle sona ermesinin yüzüncü yıldönümü nedeniyle Paris’te düzenlenen anma töreni hakkında yazmıştım. Birkaç başlıkla da ateşkes sonrası meydana gelen hadiselere öylesine değinip geçmiştim.

09 Kasım 2018 günkü Birikim Dergisi’nin Haftalık sitesinde değerli dostum Taner Akçam, Türkiye’nin dünü ve bugününü, tek parti ve tek adam rejimlerinin inşasını mükemmel bir şekilde ele aldığı, ‘Erdoğan’ın İkinci Cumhuriyet'i ve Atatürk’ün Birinci Cumhuriyet'i: Kuvvetler Birliği, Suriye Politikaları ve Tarihle Yüzleşme’ başlıklı harika bir yazı yayınlandı.

 Ben de Taner Akçam’ın Türkiye’de birbirine aykırı gibi görülmek istenilen iki ayrı dönemin nasıl da aynı kapıya çıktığı anlattığı noktasından hareketle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde ciddi bir model olduğunu düşündüğüm Stalinist rejimin yükseliş ve hâkimiyetini kolaylaştıran “Kirov’un Öldürülmesi” hadisesine yer vermek istedim.

Öncelikle şunu da belirteyim ki, Stalinist dikta, sadece Kirov’un öldürülmesi üzerinden bir fırsata dönüşüp inşa edilmedi ve Sovyetlerdeki rejimin analizi üzerine binlerce cilt eser yazıldı. Ama 84 yıl önce yaşanmış bir hadisenin ardından yaşananlarla günümüzde oldukça benzerlikler taşıyan ve Stalin’e bir lütuf gibi sunulan bu hadiseyi ve sonrasındaki gelişmeleri, günümüz politikalarını daha iyi analiz edebilmek için önemli buldum.

Stalin, kendi otorite ve yetkilerini artırması yönündeki en büyük engel olarak gördüğü Troçki’yi önce merkez komitesinden çıkarttırdı ve ardından da partiden ihraç ettirdi. Yetinmeyip Moskova’daki varlığından da rahatsızlık duyarak Kazakistan’ın başkenti Alma Ata’ya sürgüne gönderdi. Alma Ata’da 1 yılı dolduğunda, bu kez Sovyetler Birliği sınırlarından da çıkarılmasına hükmederek, Karadeniz’deki Odessa limanından İlyiç isimli bir gemiye bindirilerek İstanbul’a sürgüne gönderdi.

Ne var ki Stalin Troçki’yi Sovyet topraklarından uzaklaştırmakla rahatlamamıştı. Ciddi ölçüde yıpratıp etkisizleştirmiş olmasına rağmen, kendisinden çok daha entelektüel ve kıdemli olan çok sayıdaki eski Bolşevik, hala partide yer almaktaydı. Stalin için bunların varlığı, kendi tek adam iktidarı için tehdit sayılıyordu ve mutlaka bertaraf edilmeleri gerekiyordu.

1886 doğumlu Sergey Kirov, 1926’dan itibaren SBKP Merkez Komitesi ve Politbüro üyeliğinin yanı sıra Leningrad (Petersburg) bölgesi sekreterliği görevini de yürütüyordu. Stalin’e sadakatle bağlı olmakla birlikte, kendi çevresinde de oldukça sevilen ve çalışkan bir partili olarak biliniyordu. 1 Aralık 1934 günü, Leonid Nikolayev adlı genç bir muhalif komünist, Komünist Parti’nin Leningrad’daki merkezine girerek tabancasıyla Kirov’a ateş ederek öldürdü.

Yapılan uzun sorgulamalar sonucu Nikolayev’in herhangi bir örgütü ile bağlantısı bulunamadı. Ama hiçbir bağlantısı olmasa da böylesi bir durum, Stalin için tanrının büyük bir lütfuydu ve hedeflediği tasfiyeler için bulunmaz bir fırsat ortaya çıkarmıştı.

Haberin Kremlin’e bildirilmesi üzerine Stalin, hiçbir tartışma ve karara gerek görmeden, derhal parti genel sekreteri sıfatıyla kendisine olağanüstü yetkiler tanıyan ve “Aralık Kanunu” olarak bilinen özel bir kararname hazırlattı. Ardından birtakım eklerle genişletilen bu kararnameye dayanılarak, Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı ve 1918-21 yılları arasında süren iç savaştaki kayıplarının toplamından da fazla insanın hayatına son verildi.

“Aralık Yasası” doğrultusunda Leningrad’da acilen kurulan mahkemede gizlice yargılanan güvenlik görevlileri derhal kurşuna dizildiler. Ardından Nikolayev ve boşandığı eski eşi, akli dengesi yerinde olmayan ikinci eşi, kız ve erkek kardeşleri, kuzeni, 2 baldızı ve 64 yaşındaki yarı okuryazar annesi dâhil olmak üzere 60 kişi daha yakalanarak derhal idam edildiler.

Kremlin’den yapılan bir açıklamada, “Troçkist-Zinovyevist-Kamenev hizbi ile bağlantılı 119 beyaz gericinin Sovyetler Birliği işçilerine terör saldırılar hazırlığında olma” suçlamasıyla tutuklandıklarını ve bu nedenle Sovyet Yüksek Mahkemesi’nin askeri kurulunca yargılanacakları” bildirildi.

Asıl hedefteki kurbanlar ise, Stalin’in geçmişteki ve gelecekteki düşmanlarından oluşan büyük bir kitleydi. 1935 ilkbaharında, trenlere doldurulan onbinlerce parti üyesi ve aileleri Leningrad’dan Kuzey Sibirya’daki Gulag kamplarına sürüldüler. “Kirov’un Katilleri” olarak adlandırılan mahkûmlara, hapishanelerde ve sürgün yerlerinde her çeşit siyasi tartışma kesinlikle yasaklandı.

Cinayetten 22 yıl, Stalin’in ölümünden ise 4 yıl geçtikten sonra 1956 Şubat ayında yapılan SBKP 20’nci Kongresi’nin gizli oturumunda, dönemin Komünist Parti Genel Sekreteri Nikita Kruşçev, suikast için “Aralık Yasası”nın aslında Stalin’in suikast sonrasında siyasi düşmanlarına -sağcı veya solcu, eski veya yeni, gerçek veya şüpheli- karşı başlattığı büyük çaplı tasfiye için bir kılıf olarak hazırlandığı…” açıklamasında bulundu.

1930’lu yılların ikinci yarısına gelindiğinde, Komünist Parti eskisinden farklı bir üye profiline sahip olmuştu. Sovyetler Birliği’nde Stalin’in fiilen başkanlık ettiği, “halkın düşmanlarını tasfiye etme”, yurttaşları “Troçkist” ve parti karşıtı “bölücülerden” temizlemekle görevlendirilen Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) ön plana çıkmıştı.

Kirov’un öldürülmesinden 2 ay sonra toplanan Sovyetlerin yedinci kongresinde alınan bir kararla, Stalin’in başkanlık ettiği bir komisyon kuruldu ve kendilerine yeni bir anayasa hazırlama görevi verildi. Kasım 1936’daki Sovyet kongresinde ise, Stalin’in “Dünyanın en demokratik anayasası” olarak ilan ettiği ünlü “Stalin Anayasası” kabul edildi. Stalinizmin en büyük infaz aygıtı olan ünlü Moskova Mahkemeleri de, bu yeni anayasa döneminde kurulup icraatlarını gerçekleştirdi.

Stalin’in eski partili yoldaşlarından Sverdlov, Lenin, Djerzinski, Tomski gibi ancak birkaç arkadaşı vaktinde ölmüş ve Gulag’dan kurtulma şansına sahip olmuştular. Eski bir Bolşevik aileden gelen eşi Nadejda Alliluyeva, tutuklama ve tasfiyelere tepki göstererek Kasım 1932’de intihar etti. Sovyetler Birliği yönetimine tamamen hâkim olduğu 1930’lu yıllardan, öldüğü 5 Mart 1953 tarihine kadar, ölüm cezasına mahkûm edilerek hemen infazına karar verilenlerin yanı sıra, Gulag Kamplarında hayatını kaybedenlerin sayıları KGB arşivlerine göre yaklaşık 10 milyon civarındaydı.

“Kimse yoksa sorun da yoktur” sözünü kendisine düstur edindi ve buna uygun bir politika uyguladı. Troçki’nin Sovyetlerde yaşamaya devam eden kardeşleri, yeğenleri, çocukları ve torunları dâhil ailesinden hiç kimse ölüm kamplarından kurtulamadı. 20 Ağustos 1940 tarihinde ise sürgündeki son yıllarını geçirdiği Meksika’da Stalin’in görevlendirdiği Ramon Mercader adlı bir ajan tarafından kafasına balta ile vurularak hayatına son verildi.

Son olarak ölümünden birkaç gün önce hasta yatağındayken kendisine konsültasyon yapan Sovyetler Birliği’nin en seçkin tıp doktorlarını, istirahat tavsiye ettikleri ve verdikleri ilaçlar nedeniyle kendisine karşı bir komplo hazırladıkları şüphesiyle tutuklatıp işkenceyle ellerinden ajan olduklarına dair itirafnameler aldırdı. Öyle bir korku salmıştı ki, kimse O’nun ölümüne inanmak istemedi. Kruşçev’in anlattığına göre cesedinin başında buz gibi olmuş nabzını tutan doktor, korkusundan ölmüş olduğunu söylemeye ve rapor etmeye dahi cesaret edememişti.

Kıssadan hisse… 

İyi haftalar diliyorum.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.