Afrin Operasyonu (4): Türkiye, ABD ve SDG

Kurd24

Tam “sular duruluyor, sorunlar diplomatik masalara taşınıyor” derken Suriye’de tansiyon yeniden yükseldi. Türkiye Afrin’i, Suriye İdlip’i, İsrail de Şam’ın kırsal bölgelerini bombaladı. İsrail, sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle bir İran İHA’sını (insansız hava aracını) düşürdü. Suriye ise bir İsrail savaş uçağını düşürdü. Arada İran destekli rejim güçleri Deyrizor’da SDG’nin ana karargâhına saldırdı. ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri buna cevap verdi ve SDG’yi koruma altına aldı.

İşin diplomasi sahasının ise iki tarafı var. Bir tarafta suların çok ısındığı görülüyor. Türkiye’de ağzını açan her yetkili hedefe ABD’yi oturtuyor. ABD’ye daha önce tanık olunmadık derecede keskin eleştiriler yöneltiliyor. ABD de geri adım atmıyor. Türkiye’nin istemine rağmen ABD birçok defa Menbiç’ten çekilme gibi bir planlarının olmadığını duyuruyor. Sadece duyurmakla da kalmıyor, sahada mesaj yüklü gösteriler de yapıyor. Örneğin, IŞİD Karşıtı Koalisyonun Komutanı General Funk, geçen hafta gazetecilerle birlikte Menbiç’te teftişte bulundu ve adeta meydan okudu.  Menbiç’te kalıcı olduklarını ve kimsenin “yanlış hesap yapmaması” gerektiğini belirtti. Bir saldırıya uğramaları halinde “agresif bir karşılık vereceklerini” söyledi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunu alttan almadı, aksine çok sert bir yanıt verdi: “Hele hele ‘Bizi vururlarsa sert karşılık veririz’ diyenlerin ömürlerinde hiç Osmanlı tokadı yememiş oldukları da çok açıktır. Türkiye'yi canlarının istediği gibi girip çıktıkları, her türlü hoyratlığı yapıp hesap vermedikleri yerlerle karıştırıyorlarsa çok yakında öyle olmadığını da görecekler. Şimdiden ilan ediyoruz ki hemen yanı başlarında duranlardan başlayarak gördüğümüz her teröristi de imha edeceğiz. İşte o zaman sırtlarını sıvazladıkları teröristlerin yanlarında bulunmasalar kendileri için daha iyi olduğunu anlayacaklar.”

“Uzun vadeli stratejik ortaklık”

Diplomasi sahasının diğer tarafına bakıldığında ise, orada daha mutedil bir dilin olduğu görülüyor. İki ülke arasında ziyaretler sürüyor. Önce Başkan Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster, Türkiye’ye geldi ve çeşitli temaslarda bulundu. “Ne oluyor? Türkiye ile ABD köprüleri atıyor mu?” havasının basıldığı bir ortamda McMaster, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile görüştü ve ardından iki taraftan “uzun vadeli stratejik ortaklık ilişkileri teyit edildiğine” dair bir açıklama geldi.    

ABD Dışişleri Bakanı Tillerson böyle bir ortamda Türkiye’ye geliyor. Türkiye ile ABD’nin hem fikir olmadığı tek konu Suriye politikasındaki ayrışma değil. Suriye’de iki ülkenin güvenlik ve tehdit algıları ile işbirliği ağları arasında ciddi bir mesafe bulunduğu su götürmez. ABD, Türkiye’nin iş tuttuğu gruplara şüphe ile yaklaşırken Türkiye de ABD’nin Suriye’deki en güçlü partneri olan SDG’yi terörist olarak niteliyor.

Lakin mesele burada bitmiyor; iki ülke arasında birçok problemli alan daha var. Mesela Türkiye’nin yönetim katında, 15 Temmuz darbe girişimini ABD ile irtibatlı gören bir düşünce var.  Bu nedenle hükümet çevrelerinde ve hükümet medyasında ABD karşıtı söylemin ağırlığı gittikçe artıyor. Keza Türkiye’nin Rusya’dan S-400 savunma sistemini alması, Zarrab Davası gibi olaylar da iplerinin daha da gerilmesine neden oluyor.  Mutabık olunmayan konular birikiyor, tartışmalar alevleniyor.

Kötüleşme mi normalleşme mi?

Hülasa Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler çalkantılı bir dönemden geçiyor. Sorun, sadece Suriye’ye ilişkin hesaplamaların örtüşemezliğiyle sınırlanmaz. Aksine sorun çok daha derin; genel olarak takip edilen siyasi güzergâhta ciddi farklılaşmalar var. Tillerson ile müzakerelerde tüm bu konular masaya yatırılacak. Görüşmelerin neticesine dair iki ihtimalden bahsedilebilir.

İlki, tarafların mevcut pozisyonlarını muhafaza etmeleridir. İki ülkenin hiçbir taviz vermeden aynı yerde durmaları, ilişkilerin seyrini daha da kötüleştirir. Ve bu kötüleşme sadece Suriye sahasında kalmaz, başka alanlara da sirayet eder. Türkiye’nin NATO ile olan ilişkilerinin kurumsal çerçevesi bozulur, Batı ile olan ilişkileri yıpranır. ABD’nin ise Ortadoğu’daki en önemli müttefikini kaybetmesi onun Ortadoğu’daki nüfuz mücadelesinde elini zayıflatır. İki taraf açısından da göze alınması zor bir maliyet…

İkincisi, tarafların ilişkileri normalleştirmeye dönük adım atmalarıdır. Bunun için iki ülkenin öncelikle Suriye’deki hesaplarının yakınlaştırılması, takip ettikleri çizgilerin uyumlulaştırılması gerekir.  İki temel veri var bu çerçevede dikkat edilmesi gereken: Biri, Türkiye’nin Fırat’ın Batısında bir SDG/PYD oluşumunu kabul etmemesidir. Diğeri de ABD’nin Suriye’de kalıcı olma siyasetidir. ABD’nin Suriye’de kalmak istemesinin üç sebebi var: a) İran’ı çevrelemek, b) İsrail’in güvenliğini tahkim etmek ve c) Rusya ve İran’ın Suriye’yi üzerindeki etkisini dengelemek.

SDG’nin genetiğini değiştirmek  

ABD’nin Suriye’deki var olma hesaplarındaki ortağı SDG; nitekim 2018’de SDG’ye 550 milyon dolar yardım yapma kararı, bu ortaklığın süreceğinin bir göstergesi. Dolayısyla ABD, Suriye’de aynı anda hem Türkiye ile bağlarını koruyacak hem de elinde tutmayı mümkün kılacak bir formülü üretmek zorunda. Böylesi bir formül kaçınılmaz olarak SDG’nin yapısı ve hâkimiyet alanı üzerinde de birtakım değişikliklerin olmasını kaçınılmaz kılacaktır.

Peki, bu nasıl mümkün olabilir? Kanımca ABD bunun için ilk etapta iki hamle yapabilir: Birincisi, Menbiç’te bir güvenlik kuşağı oluşturabilir ve SDG içindeki PYD/YPG unsurlarını ayrıştırıp bunların Fırat’ın Doğusuna geçmelerini sağlayabilir.

İkincisi, Fırat’ın Doğusunda hâlihazırda SDG’nin hâkim olduğu coğrafyanın Kürdistan Bölgesel Yönetimi modeline benzer yapının inşasıdır.

Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması noktasında bir görüş ayrılığı yok, herkes bütünlük taraftarı. Bu itibarla ülkenin toprak bütünlüğüne halel getirmeyecek ve merkezi hükümete eklemlenecek bir yapının sahadaki aktörler tarafından kabul edilme ihtimali yüksek olur.  

Ayrıca bu tür bir yapı, SDG’nin genetiğinin değişmesi anlamına da gelir. Zira böyle bir yapı; SDG’nin tek-partiye dayanan yönetim anlayışının terkini, PKK ile arasına mesafe koymasını ve diğer muhalif Kürt gruplarla diyaloga girmesini gerektirir. Türkiye’nin bu nitelikteki bir yapıya itiraz etmesi güçleşir. Hatta –kısa vadede zor ama- orta vadede Suriye’nin inşasında Türkiye’yi öne çıkaracak işbirliği kanalları da oluşturulabilir.

Ezcümle, ortadaki vahim bir tablo var. Yine de “kazan-kazan” durumu yaratılabilir. Yeter ki savaş davullarının gürültüsü sağduyuyu teslim almasın ve siyasetin imkânları sonuna kadar kullanılabilsin.

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.