Suriye’de İç Savaş’ın 8. Yılında: Rejim’in, DAEŞ’in, Muhaliflerin, Yabancı Devletlerin, Kürtlerin Durumu…

Kurd24

Ortadoğu’da her gün artarak yanan bir ateş var. Bu ateş bulunduğu yeri kasıp kavururken, çevresini de derinden etkiliyor. Bu ateş, Suriye’deki iç savaşın sonucu ortaya çıkan bir savaş. Suriye’deki halkları yakan ve yok eden bir savaş.

Buna rağmen, devletler, kendi plan ve hesaplarının peşinde, kötü emellerini gerçekleştirmek, kaprislerine insanları kurban etmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Suriye’de yanan bu ateş, “iç savaş” denilen lanetli vakıa, 7 yılını doldurdu. Bu 7 yılda olanlar, yaşananlar onlarca romanla, milyonlarca şiir mısralarıyla, dinmeyen kadınların, çocukların, yaşlıların ve gençlerin dinmeyen gözyaşlarıyla ifade edilmeyecek kadar büyük bir acı, büyük bir felaket, büyük bir insanlık yıkımı, zenginliğin yok olmasıdır.

Suriye’deki iç savaş 7 yılını doldurduğu halde, nereden nereye gelindi, beklentiler gerçekleşti mi, olumlu mu yoksa olumsuz gelişmeler mi oldu? Bu soruları yanıtlamak önem taşıyor.

Suriye’de ikinci büyük millet konumunda Kürtler, nerede duruyorlardı, şimdi nerelere taşındılar? Sorusu bizim için daha anlamlı ve cevaplandırmamız gereken bir sorudur.

SURİYE’NİN CEHENNEMLEŞMESİ…

Arap Baharı’nın etkisiyle, 15 Mart 2011 yılında Derraa’da (Suriye Ürdün Sınırındaki bir şehir), halk, Baas Rejimine karşı gösterilere başladı. Gösterilere başlayan halk, ilk planda oldukça mütevazi talepler ileri sürdü. Rejimin, demokratikleşme sürecini başlatmasını, hak ve özgürlüklere saygı duymasını; yoksulluk, adaletsizlik, eşitsizlik, hukuksuzluk durumuna son vermesini istedi.

Halkın bu talepleri, sistem içinde rejimin yapacağı reformlarla gerçekleştirilebilir taleplerdi. Ne yazık ki, Baas Rejiminin faşist ve otoriter katılığı bu taleplerini göz yummakla kalmadı, bu talepleri dişle getiren halk gösterisini şiddetle bastırma yoluna gitti.

Baas Rejiminin, şiddet ve halkı karşı alan politikası ve uygulamaları, ilk sivil halk direnişi bastıramadığı gibi, Suriye’de bu sivil ayaklanmanın yayılmasını, birçok Suriye kentinde sivil toplumsal ayaklanmaların gelişmesine yol açtı.

Baas Rejimi, o aşamada tümden freni patlamış araba haline geldi. Topuzu tümden kaçırarak, kanla ve katliamla bu sivil halk ayaklanmalarını bastırmaya başladı. Rejimin bu tutumu da, halk ayaklanmalarını radikalleştirmekle kalmadı, birçok radikal örgütün kısa sürede sahneye çıkmasına, devletlerin müdahalesi ile de sivil muhalefetin militarize olmasına ve silahlanmasına yol açtı.

Suriye’deki sivil ayaklanma, kısa sürede silahlı mücadele aşamasına doğru evrimleşti. Giderek bu rejim ve silahlı muhalefet örgütleri arasındaki mücadele, halkı devreden çıkardı. Çatışmayı iç savaşa doğru taşıdı ve silahlı güçleri sürece egemen hale getirdi.

İç Savaşın başlamasıyla, muhalefetin taleplerinde de radikal değişiklik oldu. Muhalefetin talebi, çok doğal olarak Baas Rejiminin tasfiyesi ve yeni bir yönetimin gerçekleşmesi oldu. İyimser halle, demokratik, parlamenter, çoğulcu bir rejim öngörüldü. Ama bunu isteyen güçlerin kendileri de bu taleplerle uyumlu bir yapıya ve kimyaya sahip değillerdi.

Bu iç savaşta, kısa sürede silahlı muhalif güçler, Suriye’nin birçok bölge ve şehrinde etkinlik ve egemenlik sağladılar.

Buna karşılık rejim de, şehirleri yıkmayı, katliamlar yapmayı, milyonlarca insanın Suriye’yi terk etmesini, yüz binlerce insanın katledilmesini, ekonomik yıkımı kendi iktidar hırsları uğruna gerçekleştirdi.

Suriye’de iç savaş 7 yaşını doldurup sekizinci yaşına ayak bastığı zaman, Suriye cehennemleşen ve hayalet bir ülke konumuna geldi.

REJİM YENİDEN GÜÇLENDİ…

İç Savaşın gelişmesiyle birlikte, rejim birçok bölgeyi ve şehri kaybetti. Kaybettiği bölgeler ve şehirlerde, muhalifler etkin ve egemen oldular.

Bununla birlikte rejimin ayakta kalıp kalmayacağı çok kritik ve önemli bir eşik oluşturdu. Dünyadaki ve bölgedeki siyasi yorumcular rejime kısa bir ömür biçmeye başladılar. Suriye’de rejimin kısa sürede yıkılacağına dair öngörülerde bulundular. Özellikle bu öngörü, Irak ve Libya örneği bir Batı müdahalesiyle birlikte ele alındı.

Suriye’de DAEŞ denilen İslamcı faşist şiddet ve terör örgütünün ortaya çıkması ve güçlendirilmesi, DAEŞ’ın kısa sürede rejimi tehdit eden noktaya gelişmesiyle birlikte, ABD ve Batı tarafından Baas Rejimi, “kötünün iyisi” olarak tercih edildi. Böylece bir dış müdahale ile rejimin yıkılmayacağı zaman içinde anlaşıldı.

Baas Rejimi için bu büyük bir kazanç ve elde edilmiş bir mevzi oldu.

Ayrıca Baas Rejiminin, niteliği gereği, muhaliflerin başarısını hazmetmesi ve kabul etmesi olanaklı değildi. Kaybettiği bölgeleri ve şehirleri geri almak için, önce İran Devleti’nin ve Lübnan Silahlı Hizbullah güçlerinin desteği için çağrıda bulundu.

Bu güçlerin müdahalesiyle rejimin geleceğini kurtarmanın olanaklı olmadığının anlaşılması üzerine de, Rusya çağrıldı. Rusya hızla Suriye Rejiminin imdadına yetişti.

Suriye’de iç savaşın 7 yaşını doldurduğu bu koşullarda, Baas Rejiminin daha da güçlendiği, muhaliflerden bölgelerin ve şehirlerin ezici çoğunluğunun alındığı gerçeği ortadadır.

Muhalifler en sonunda Doğu Guta’dan da çıkarıldılar. Duma’daki varlıkları da an meselesi.

Kürdistan’ın Doğu’sunu da kendi elleriyle PKK/PYD’ye teslim ettiği için oranın konumu ortada.

ABD, Suriye’den çekildiğini açıkladığına göre, Rejimin Rakka ve Derê Zor şehirlerine İran ve Rusya destekli seferler düzenlemesi ve oraları da ele geçirmesi uzak bir ihtimal değil.

Diyebiliriz ki, Baas Rejimi yedi yılın sonunda yeniden güçlenen aktör konumunda.

DAEŞ TÜMDEN KAYBETTİ…

Suriye iç savaşında en güçlü örgüt DAEŞ denilen İslamcı faşist terör ve şiddet örgütü oldu. DAEŞ kısa bir zaman içinde Suriye, Irak, Kürdistan’ın Güneyinde önemli bölgeleri ve şehirleri (Rakka, Musul, Şengal, Telafar ve diğerleri)) ele geçirerek, iki devleti böldü, bir devletin topraklarından daha büyük toprak kazandı. Kerkük şehri için büyük tehdit olmakla kaldı, önemli kesimleri ele geçirdi. Pêşmergelerin savaşıyla Kerkük’ü kaybetti.

Suriye’de iç savaş 7 yaşını doldururken, DAEŞ küçük iki alan dışındaki bütün alanları kaybetti.

ABD’nin kafası karışık olmasına rağmen, ABD Başkanı Trump’ın son açıklamasına göre, DAEŞ Suriye için tehdit olmaktan çıktığı için, Suriye’yi terk edeceklerini, Suriye’den ayrılacaklarını açıkladı.

ABD’nin müttefiki Fransa ise, ayrı bir zaviyeden soruna bakıyor. Fransa Bölgeye ve özellikle de Kürdistan’ın Batısına ve Menbiç’e asker göndereceğini açıkladı.

Denilebilir ki, bir proje örgütü olarak DAEŞ’ın ipi çekildi. Ama yeniden DAEŞ’e ihtiyaç duyulacağını, hesap ve devre dışı olarak görmüyorum.

MUHALİFLER KAYBETTİ: TEK KALELERİ İDLİB…       

Bir bilgiye göre Suriye’de irili ufaklı 3000’den fazla örgüt var. Bu örgütlerin bir kesimi, doğrudan Baas rejimine karşılar. Bir kesimi de Baas rejiminin işlerini kolaylaştıran örgütler.

Muhalif irili ve ufaklı örgütler, Baas Rejimini yıkmak için savaşırlarken ve mücadele ederlerken, aynı zamanda birbirleriyle de savaşmayı ihmal etmiyorlar.

Muhalifler, iç savaşın başlarında ve ortalarında, rejime karşı önemli mevziler kazandılar. Suriye’de çok önemli, stratejik ve ekonomik gücü elinde tutan Hama, Humus, Halep gibi şehirleri ellerinde tutuyorlardı. Oraların hepsini kaybetmiş durumdalar.

En son Doğu Guta’yı da terk etmek zorunda kaldılar. Duma’nın da geleceği parlak değil. Muhaliflerin Duma’yı da kaybetmeleri uzak bir ihtimal değil.

Muhaliflerin egemen ve etkin oldukları tek şehir İDLİB. Bütün muhalif örgütler orada toplanmış durumdalar. Birbirleriyle de zaman-zaman da savaşıyorlar.

Bunun yanında İDLİB Türk Devleti’nin genel anlamda denetimi adlında. Yani muhalifler İDLİB’te Türk Devleti’nin koruması altında. Türk Devleti, İran, Rusya ile Astana’da yaptığı anlaşma gereği 7 kontrol bölgesi oluşturmuş durumda. Bu bir anlamda muhaliflerin rejime yönelik bir sübap niteliğinde.

Türk Devleti’nin Kürdistan’ın Doğusuna ilişkin hesapları gereği Afrin’i işgalden sonra İdlib’i rejime de teslim edebilir. Muhalifleri satabilir.

Bu tablo iç savaşta muhaliflerin kaybettiğini bize anlatmaktadır.

SURİYE’DE VEKÂLET SAVAŞLARI…

Suriye’de iç savaş yedi yılını doldururken ileri süreceğimiz ve saptama olarak üzerinde duracağımız bir konu; ayrıca Suriye’de tahribatı ve yıkımı artıran, çözümü zorlaştıran nedenlerden biri de vekâlet savaşlarıdır.

Suriye’de, Baas Rejimi, İran ve Rusya Devletlerinin, Hizbullah’ın silahlı güçleri, muhaliflere karşı kendileri savaşıyor.

Suriye’de bunun yanında zengin bir vekâlet savaşı var.

Suriye, İran ve Rusya aynı zamanda bir vekâlet savaşı da sürdürüyordu. Bunu PKK/PYD ve Suriye Demokratik Güçleri SDG) eliyle yürütüyorlardı. Ne zaman ki, PKK/PYD ve SDG ABD’nin egemenliği altına girdi, devre dışı kaldılar.

ABD, tam anlamıyla bir vekâlet savaşı veriyor.

Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri kendilerince bir vekâlet savaşı veriyorlar.

Vekâlet Savaşları da karakteri gereği, gerçekleştiği ülkelerde büyük tahribatlar yaratıyorlar.

ABD’nin, PKK/PYD vasıtasıyla oldukça ucuz yoldan Kürt gençlerini vekâlet savaşına sokmazsa, kendi vatandaşları ve askerleri ile savaş yürütse, bu kadar pervasız olmaz. Bu kadar tahribatın ve ölümlerin olmasına göz yumamaz.

RUSYA VE İRAN’IN POZİYONU VE KONUMU…

Rusya ve İran, tam anlamıyla rejimi koruyan ve kollayan devletlerdir. Rusya ve İran, Suriye Rejimi ile stratejik müttefiktirler. Bu nedenle de Suriye Rejiminin yıkılmasını ve tasfiyesini, kendi yenilmeleri ve tasfiyeleri olarak nitelendirmektedirler.

Bundan dolayı, rejimin yıkılmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaktan geri durmuyorlar. Bu yaptıklarının karşılığını da alır durumdalar.

Verili durum gözden geçirilirse, Rusya ve İran, Suriye’nin sahibi konumundadırlar. Başka bir ifade ile Suriye’nin üç sahibi var. Alevi Araplar, Şii Farslar, Ruslar.

Bundan dolayı da bu devletler (Rusya ve İran) Suriye’deki çözüm sürecinde ve müzakerelerde belirleyici konumundadırlar. Suriye’nin geleceğinde kalıcı ve sürekli söz ve karar sahibi olacak devletlerdir.

ABD’NİN POZİSYONU VE KONUMU…

ABD, Suriye’de durumun karmaşık hale gelmesinde, iç savaşın gelişmesinden, iç savaşın yarattığı tahribatlarda, çözümsüzlükten, konumu gereği sorumlu olan devletlerin başında gelmektedir.

ABD ve müttefikleri, iç savaşın başlarında rejimin yıkılmasını stratejik olarak benimsemedikleri, Baas Rejimini, gelişmekte olan radikal İslam muhalefetine tercih ettikleri için, Libya tarzı bir müdahalede bulunmadı. DAEŞ’ın büyümesinden ve geniş alanları egemenliği altına almasında, insanlara tahmin edilmeyen insanlık dışı uygulamaların ve katliamların reva görülmesinde olumsuz bir rol oynadı.

Bu da Suriye’de durumun dramatik düzeye taşınmasına olanak sağladı ve çok karanlık güçlerin palazlanmasına yol açtı.

Daha açık konuşmak ve yazmak gerekirse ABD’nin başından beri kafası oldukça karışıktır. Suriye ile ilgili bir stratejiye sahip değildir.

“Baas Rejiminin yıkılması” diye bir hedefi olmadı. DAEŞ denilen katil ve insanlık dışı ucubenin peşine düşmeyi kendisi için yeterli gördü.

PKK/PYD vasıtasıyla Kürtleri kullanmasına, paralı asker haline getirmesine rağmen, Kürt ve Kürdistan’la ilgili bir strateji sahibi olmadı. İran, Türk, Suriye Devletleri, ABD’nin amacının Kürdistan Devletini kurmak olduğunu söylemesine rağmen, Kürdistan’ın Güneyinde devlet kuruluşunu son noktada engelledi. Türk Devleti Afrin’i işgal etmek istediği zaman, Afrin’in kendisini ilgilendirmediği açıkça ilan ederek, Türk İşgaline çanak tuttu.

ABD Başkanı ve diğer yetkilileri, DAEŞ’le mücadele için daha gidilecek çok yol olduğunu son iki güne kadar ifade ediyorlardı.

ABD Başkanı, iki gün önce de, Suriye’den çekileceklerini, DAEŞ’le mücadelenin sonuna geldiklerini açıkladı. Ortadoğu’da trilyonlarca dolar masraf yaptıkları halde bunun karşılığında bir şey elde etmediklerini ifade etti. Başkalarının Suriye ile ilgilenmesini savundu. Dün de Suriye’de egemen olduğu alanların yapılanması için ayırdıkları 200 milyon doları dondurduğunu açıkladı. Bunun yanında ABD Savunma Bakanlığı durumdan haberdar olmadığını açıklıyor.

İnsan, doğrusu halk deyimiyle “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” demekten kendisini alıkoyamıyor.

Ama çekilirken de kendi yerine bir vekâlet gücü Fransa’yı, göndermeyi de anlaşılan ihmal etmiyor.

FRANSA’NIN SON ATRAKSİYONU ABD’DEN BAĞIMSIZ OLAMAZ…

Suriye’de giderek müdahaleci güçler renkli ve daha çoğulcu bir hal alıyor.

Fransa’da Suriye için yeni bir atak içine girdi. Kendisi anlaşılan ABD’nin vekâletçisi. PKK/PYD’de de anlaşılan vekâlêtçinin vekaletçisi olacak. Bundan daha büyük rezalet ve durumu daha da karmaşıklaştıran bir durum olmaz. Fransa’nın Menbiç’e asker göndermesi, PKK/PYD’ye olacak desteğini açıklaması, Kürtlerin lehine değil, aleyhine bir durum olacaktır.

Fransa’nın bu atraksiyonunu, Macron’la ABD Başkanı Trump’ın konuşmasından iki gün sonra gelmiş olması, Fransa’nın tavrının ABD’den bağımsız olmadığını verili olarak bize okutuyor.

Bunun yanında, ABD’nin beceremediğini, Fransa’nın becereceğini düşünmek, abesle de iştigal olur.

TÜRK DEVLETİ EGEMENLİK ALANLARINA SAHİP OLDU VE BÖYLECE EN ÇOK KAZANAN TARAF KONUMUNDADIR …

Suriye’de sivil ayaklanma başlamadan önce, Baas Rejimi ile Ak Parti Hükümeti arasından ilişkiler üst düzeyde ve stratejik bir aşamadaydı. İki devletin hükümetleri birlikte toplantı yapıp, kendilerine ve bölgenin kaderine ilişkin kararlar alabiliyorlardı.

Türk Devleti bundan dolayı, Suriye’de işlerin sarpa sarmaması ve Arap Baharı ateşinin Suriye’yi sarmaması için, yönlendirmeye ve öneriler yapıyordu. Suriye’de Baas Rejimi, Türk Devleti’nin yaptığı önerileri ret etti. Oysa Türk Devleti’nin önerileri Baas Rejimine son veren öneriler değildi. Devleti, şekli demokrasi ve Türk Tarzı bir modelle yapılandırma önerileriydi.

Türk Devleti’nin önerilerinin kabul edilmemesi üzerine, Suriye’de sivil ayaklanmanın çatışmaya dönüşmesinden sonra, Türk Devleti Baas Rejimini her yönüyle karşı aldı, rejimin yıkılmasını ve Esat’ın gidişini stratejik olarak benimsedi. Bu tutum, Baas Rejimini yıkmak isteyen muhalefetin görüşleriyle örtüşme ve çakışma gösterdi.

Türk Devleti, iç savaş koşullarında, Baas Rejimin tasfiye edilmesi stratejisine bağlı olarak siyasetini ve projelerini oluşturdu. Bugüne kadar da bu stratejide belli revizyonlar yapsa da, stratejisinde büyük bir değişiklik yapmış değil.

Türk Devleti, güçlü ve kirli bir vekâlet savaşı sürdürdü. Muhalefet güçlerinin üzerinde önemli bir etkinlik sağladı. Ama bunu yeterli görmedi, silahlı güçleriyle Suriye’ye girmeye karar verdi.

“Fırat Kalkanı Operasyonu” ile Cerablus’u ve çevresini işgal etti.

“Zeytin Dalı Operasyonu” ile Kürt şehri Kürt Dağı’nı (Afrin’i) işgal etti.

Türk Devleti böylece iki önemli egemenlik alanına sahip oldu.

İdlib’de yarı egemenlik kurmuş durumda. İdlib’te toplanan muhalifler üzerinde de önemli bir etkinlik ve nüfuza sahip.

Verili koşullar, Türkiye’nin, Suriye iç savaşının 8. Yılında en kazançlı ülke olduğunu anlatıyor.

Türk Devleti’nin hesabı, Kürdistan’ın Doğusunu da işgal ve ilhaktır. Türk Devleti’nin bu hesabı, Afrin’den sonra Kürdistan’ın tümünün de risk ve tehlike altında  olduğunu gösteriyor.

KÜRT DAĞI (AFRİN) VE KÜRTLERİ BEKLEYEN DİĞER TEHLİKELER…

Suriye’de iki topluluk ulus konumundadır. Bu iki ulus, Arap ulusu ve Kürt ulusudur. Kürdistan da, Suriye’nin işgal ve ilhak ettiği, sömürge konumunda bir ülkedir.

Kürtler bu sömürge konumlarından dolayı, bütün ulusal haklarından mahrumdur. İktidar ve egemenlik sahibi değillerdir. Kürtler, bu konumdan çıkmak, ulusal haklarını kazanmak ve Kürdistan’da yönetim ve egemenliğini tesis etmek için, yüzyıla yakın bir zamandır, Hoybun Teşkilatının oluşumundan sonra çetin bir milli mücadele içindedir.

Kürdistan’ın Doğusunda ilk ulusal örgütlenme, Suriye Kürdistan Demokrat Partisidir. Bu parti, 1957 yılında kuruldu İlk dönemlerde halkın büyük çoğunluğunun desteğini alan bir partidir.

Ne yazık ki, değişik nedenlerden dolayı parti bölünme geçirdi. Üçlü bir siyasal parti oluşumu ortaya çıktı. Ama bu üçlü yapı da halkın büyük desteğini paylaşan ve alan örgütlerdi.

Suriye,  PKK ile stratejik ilişki geliştirince (1979), PKK’yı kendisine bağımlı hale getirince, Kürdistan’ın Batısında milli hareketi ve örgütlenmeyi bölmek, küçültmek olanaklarına kavuştu. Zamanla Kürt örgütleri etkisiz hale getirildiler.

Suriye’de iç savaş başladığı zaman ve hemen sonrasında Kürdistan’ın Batısında 20’den daha fazla örgüt ve parti vardı.

Bir de Suriye’nin PKK’sı PYD vardı.

İç savaşın gelişmesinde, Kürdistan’daki milli örgütler Baas rejimin yıkılmasını, federal bir devlet projesini benimsemelerine ve bunun için mücadele etmelerine rağmen; PKK/PYD Baas rejiminin yıkılmasına karşı çıktı. Baas Rejimini savundu ve korudu.

PKK/PYD bir dönem sonra da, rejim tarafından ödüllendirildi.

Rejim, Kürdistan’da PKK/PYD’yi kendisi için vekil tayin etti. Kürdistan’da mevcut diktatörlüğün perçinlenmesiyle birlikte ikili diktatörlük yapısı ortaya çıktı.

PKK/PYD önceleri Suriye, İran, Rusya’nın vekâlet savaşını, daha sonra da ABD’nin vekâlêt savaşını sürdürdü.

PKK/PYD’nin bu ilişki tarzının Kürdistan’ı ve Kürtleri felakete sürükleyeceği görüldü, yazıldı, söylendi. Ama ne yazık ki PKK/PYD niteliği gereği bağlı olduğu sömürgeci devletlerin çıkarlarını ve kendi grup çıkarlarını savundu. Sonuç olarak Kürdistan’da Kürt Dağı’nın işgaline sebep oldu. Kürdistan’ın tüm doğusunu da tehlikeye attı.

Bu nedenle, Suriye Savaşı’nın 8. Yılında kaybedenlerin Kürtler olduğunu ve geleceklerinin de tehlike altında olduğunu söylemek ve ileri sürmek abartılı olmaz.

SONUÇ OLARAK…

Büyük devletlerin ve bölgedeki sömürgeci devletlerin Suriye halklarının iradesine müdahale etmesi, karmaşayı artırdı ve iç savaşın alanının çok genişletti. Devletler kendi devlet çıkarları gereği duruma müdahil oldular, çözümsüzlüğü yarattılar, kaos ve karmaşaya yol açtılar.

Amed, 31 Mart 2018

İbrahim GÜÇLÜ

[email protected]

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.