ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi ve Kürtler/Kürdistan

Kurd24

Haber Merkezi

ABD Başkanları seçildikten bir dönem sonra, “ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi” yayınlarlar. Obama, en son 2015 yılında bu belgeyi yayınladı.

ABD Başkanı Trump, merakla beklenen “Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi”ni  iki gün önce (18. 12. 2017) açıkladı.

Bu belge yayınlandığı andan itibaren, Dünya’da ve Türkiye’de önemli tartışmalara kaynaklık etti.

Bu belgenin içeriğine ve içeriğinden hareket ederek Kürtler/Kürdistan açısından da ne ifade ettiğine bakmamız gerekir.

ULUSAL GÜVENLIK STRATEJİSİNİN ANLAMI…

Ulusal Güvenlik Stratejisi, denildiği zaman devletler, devletlerin güvenliği doğal olarak akla gelir. Dünyaya hükmeden ve süper bir devlet olmasına rağmen, ulusal güvenlik stratejisinden bahsedildiği zaman da çoğu zaman ABD akla geliyor. Eğer ABD gibi süper bir devletin güvenlik diye bir problemi varsa, diğer devletlerin ve insanların güvenlik sorunu haydi-haydi var olacaktır.

Genel anlamda ulusal güvenlik stratejisi, bir devletin kendi ulusal güvenliğini uzun vadede sağlama almak için yaptığı planlamadır. Küçük ya da büyük bir devletin kendisi için bölgesel ve küresel anlamda neleri tehdit olarak gördüğü ve bu tehditleri nasıl alt etmesi gerektiğini cevaplayan bir belgedir.

Ama kabul etmek gerekir ki, devletlerin tek meselesi güvenlik değildir. Ama güvenlik temel ve hayati bir meseledir. Güvenlik yanında, devletlerin başka temel meseleleri vardır. Ayrıca diğer meselelerde de köklü çözümlere sahip olunmadan ve güçlenmeden, güvenlik sorununda da sorunsuz olmak olanaklı değildir.

ABD Başkanı Trump bu bağlamda da, “ulusal güvenlik stratejisini” tayin ederken, ekonomiye önemli bir ağırlık verir. Bu konuyu, yani güvenlik sorununu güçlü ve istikrarlı bir ekonomiye dayandırır.

Bu nedenle devletle, güvenlik tedbirlerini, bölgesel ve küresel somut koşullara göre belli bir rasyonalite içinde çerçevelendirir. Devlet için en güvenlikli durumu senaryolaştırır.

Kabul etmek gerekir ki, devletler farklı ulusal kimliklere, ideolojilere, kültürlere, liderlere, beklentilere, korkulara, amaçlara sahiptirler. Bu da devletlerin tehdit algılarını, korkularını farklılaştırır. Devletlerin niteliklere göre tehdit algıları farklı olur. Güçlü devletlerin, tehdit algıları ile güçsüz devletlerin tehdit algıları farklıdır. Demokratik devletlerle, demokratik olmayan devletlerin tehdit algıları da farklıdır. Demokratik devletlerde, iç ve dış tehdit algıları birlikte vardır. Demokratik devletlerde tehdit algıları, dışarıdandır.

Bütün bunlara rağmen, devletler, kendi vatandaşlarının güvenliğini sağlamakla ve haklarını korumakla sorumludur. Güvenlik, özellikle modern devletin doğuşuyla Hobbes’tan bu yana, devvletlerin vatandaşlarına sağlamakla sorumlu olduğu en temel işlev olarak görülmüştür. Buna göre vatandaşlar, devletlere, kendi otoritelerinin bir kısmını güvenlik için devreder.

Sonuçta, kendisi güvenlikte olmayan bir devletin, kendi vatandaşlarının da güvenliğini sağlayamayacağı kabul edilen bir önemli tezdir.

ULUSAL GÜVENLİK STRATEJİSİNDE NELER VAR?

Soğuk Savaş Döneminde, iki kutuplu bir dünya vardı. Bu iki kutuplu dünyanın liderliğini ABD ve Sovyetler birliği yapıyordu. ABD ve Sovyetler Birliği, iki kutuplu dünyaya göre bir güvenlik algısına sahiptiler. ABD, sosyalist kampı stratejik olarak kendisinin düşmanı kabul ediyor. O tehdit algısına göre ulusal güvenlik stratejisini tespit ediyordu. Sovyetler Birliği de (Sosyalist Kamp), ABD ve tüm Batı Ülkelerini kendisine düşman kabul ederdi.

Soğuk Savaş’ın son bulması (1989) Berlin Duvarının yıkılmasından sonra gerçekleşti. Bundan sonra dünya tek kutuplu dünyaya dönüştü. ABD de, bu tek kutuplu dünyanın tek lideriydi. Çevresinde Batı Avrupa ülkeleri ve Avustralya vardı. Bu tek kutuplu dünyada güvenlik tehditi niteliksel olarak farklılaştı. ABD o tek kutuplu dünya algısı içinde, dünyada tek başına atını koşturan güç olarak ulusal güvenlik stratejisini tayin ediyor, kendisi ile ilgili büyük bir tehdit söz konusu değildi.

Tek kutuplu dünya bir dönem sonra değişti. Dünyada çok kutuplu olmasa “çoklu bir güç oluşumu/odaklaşma” ortaya çıkmaya başladı. Bu çoklu güç oluşumu/odaklaşma, ABD ve dünya için güvenlik algısını değiştirdi. Dünya bu aşamada böyle bir konumdadır. Küçük güç odaklarının bile bir tehdit oluşturabileceği bir dönem yaşanıyor. DAEŞ örneği bunun en somut göstergesidir.  ABD de ona göre bir “ulusal güvenlik stratejisini” tayin eder durumda.

AB, Ulusal Güvenlik Stratejisini, ABD’nin ekonomik gücünü geliştirme, ABD’de refahı artırma, ABD’yi büyütme, tehditleri alt etme ve barışı güçle sağlama temel ilkeleri çerçevesinde örüyor. ABD Başkanı Trump, seçim kampanyası döneminde de en belirli ve öne çıkan sloganı. “Ben ABD’yi büyüteceğim” sloganı idi.

Yeni ulusal güvenlik strateji planında da dört öncelik, “anayurdun korunması” (Vatan Savunması), “Amerikan refahının artırılması” (Ekonomik gelişme ve büyüme), “güçle barışın tesisi” (Kendini koruma ve güç odaklarını güçle tasfiye etme) ve “Amerikan nüfuzunun geliştirilmesi” (yayılmacılık) olarak sıralanabilir.

ABD Ulusal Güvenlik Stratejisin Belgesinde doğrudan Türkiye ile ilgili bir atıf ve açıklama yok. Ama Türkiye ve ABD ilişkileri etkileme potansiyeli yüksek olan konular, belgenin Ortadoğu başlığında yer alıyor. Ama daha önce ABD yetkililerinin açıklamasını da bu belgenin kapsamında ele alırsak, Türkiye’yi Radikal İslamcı Güçlere destek veren bir devlet konumunda nitelendiriliyordu. Ayrıca Türkiye’nin Rusya’dan füze alınmasına dolaylı karşı çıkılıyor. Kendisinin müttefiklerinin füze ihtiyacını gidereceğini öneriyor.

Belge Ortadoğu’da ABD’nin politikasını belirleyecek unsurun, Suriye Savaşından sonra İran nüfuzunun ve ortaya çıkan Şii Hilalinin nasıl sınırlandıracağı konusudur. Bunun da Suudi Arabistan ve Mısır ile dengeleneceği ya da geriletileceği dile getirilmektedir. ABD, İran’ı Ortadoğu’da ve Dünyada “Radikal İslamcı Terör” örgütlerini destekleyen tehlikeli devlet olarak tanımlıyor. İran’ın Ortadoğu’da yayılmacılığını kendi çıkarlarına aykırı bir gelişme olarak tarif ediyor. İran’ın, Irak’ı, Suriye’yi, Lübnan’ı ve Yemeni hegemonyası altına almış olmasını sadece kendisi için değil, dünya için de bir sorun ve tehlike görüyor. Ama İran’ı hangi metotla ve doğrudan kendisi tarafından engelleneceğiyle ilgili bir metot ve mücadele biçimi de belirlemiyor.

ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesinde, “Ortadoğu dünyanın en tehlikeli terör örgütlerine ev sahipliği yapıyor. IŞİD ve El Kaide istikrarsızlık üzerinden zenginleşiyor, şiddet içeren cihat ihraç ediyorlar. İran dünyanın en önde gelen terör devleti olarak ortakları ve uzantıları sayesinde etkisini genişletmek için istikrarsızlık ortamından faydalanıyor. 2015’teki nükleer anlaşmadan bugüne daha yetkin balistik füzeler geliştirmeyi sürdürdüler. İran bölgede şiddet döngüsünü sürekli hale getirecek eylemlerine devam ediyor” denilmektedir.

Strateji Belgesinde, “Ortadoğu’da sorunların kaynağı İsrail değildir” deniliyor. Devam ediliyor: “Nesiller boyunca İsrail ile Filistinliler arasındaki sorun barışın ve bölge refahının önündeki baş engel olarak algılandı. Bugün radikal cihatçı terörist örgütler ve İran kaynaklı tehdit bölgenin sorunlarının asıl kaynağının İsrail olmadığının fark edilmesini sağlıyor. İsraillilerin ve Filistinlilerin kabul edebileceği kapsamlı bir barış anlaşması için kolaylaştırıcı bir rol oynama hedefine bağlıyız” diyerek, İsrail ile Filistin arasından kapsamlı bir barış antlaşmasının yapılması için uğraşılacağı” ifade ediliyor.

ABD Başkanı Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığı zaman da, bunun barışı kolaylaştıracağını belirtmişti.

Belge’de Irak ile var olan stratejik ortaklığının devam edeceği anlatılmakta. Ama Irak’ın İran’ın müstemleke olması haliyle ilgili bir tespit ve belirleme yok. Üstelik de İran’ı arkasına alan Irak’ın 16 Ekim 2017 tarihinden sonra Kürtler ve Kürdistan için bir tehdit ve hem de büyük bir tehdit oluşturduğuna dair de bir tespit olmadığı gibi; bu alanda İran’a ve Irak Teokratik yönetimine karşı da bir sınırlandırmanın yapılacağını dair bir saptama yok.

Belgede, Suriye’de çözümü aramayı sürdüreceğiz deniliyor. Ama çözümle ilgili nasıl bir proje ve çerçeve konsepte sahip olduğunu sunmuyor. Bugüne kadar olan ucu açık bir strateji izliyor. Yine Suriye’de çözüme devam edeceği ilgili saptama yapılırken, Suriye’nin en önemli ve temel sorunu olan, ayrıca dayandığı Kürdistan sorunuyla ilgili de bir belirlemesi ve çözüm projesi de sunmuyor. Orta yolcu bir tavır sürdürüyor.

Başkan Trump’ın Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesinde İran düşman ilan edilmekte. İran Teokratik Rejiminin nükleer silahlara ulaşmasını engellemek için dünyadaki ve bölgedeki ortaklarımızla birlikte çalışma yürütecekleri ifade edilmekte. Ama nelerin yapılacağı konusunda somut bilgi verilmemektedir.

Belgede Mısır ve Suudi Arabistan hakkında somut destekleme söz konusu edilmekte. Diğer bölge müttefikleri adlandırılmadan destek verileceği açıklanmaktadır. Ortadoğu Bölgesinde ABD konumuyla ilgili de bir çerçeve sunulmaktadır.

Şöyle denilmektedir: “ABD cihatçı teröristlerin sömürdüğü temel eşitsizliklerin giderilmesine yönelik reformları destekleyecek. ABD, bölgede Mısır ve Suudi Arabistan’ın da aralarında bulunduğu ülkelerin ekonomilerini modernleştirme çabalarını teşvik edecek. Serbest piyasa ile açık toplumun avantajlarını savunarak ve reformcuları destekleyerek olumlu gelişmeleri tetikleyecek bir rol oynayacağız.”

“ABD’yi ve müttefiklerimizi terör saldırılarından korumak ve çıkarımıza bir güç dengesi için bölgede gerekli olan Amerikan askeri varlığını muhafaza edeceğiz. Bölgesel ortaklarımızın kurumlarını ve yeteneklerini - güvenlik güçlerini ve kontraterör faaliyetlerini de kapsayacak biçimde- desteklemeye devam edeceğiz. Aktif füze tehditlerine ortaklarımıza çok taraflı olarak işletilebilir füze savunma yetenekleri edinebilmeleri için yardım edeceğiz. İran’ın bölgedeki habis faaliyetlerinin nötralize edilmesi için ortaklarımızla çalışacağız.”

Ulusal Güvenlik Strateji Belgesinde, Rusya ve Çin “Rakip Güçler ya da Devletler”  olaralk tanımlanıyor. Ama tanımlamasında, rakiplikle düşmanlık arasında çok küçük bir çizginin olmadığı görülmektedir. Bu iki gücü de revizyonist olarak başka bir tanıma kavuşturuuyor. Gerekçesi de, iki gücün ABD çıkarlarının aksine küresel gelişmeleri etkilemeye çalışmaları olarak idfade edilmektedir.

Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne göre Trump, nükleer silahları, “ABD’ye, müttefiklerine ve ortaklarına yönelik herhangi bir saldırıya karşı caydırıcılık adına ve barış ve istikrarı korumak için ABD’nin yeni stratejisinin temeli olarak” görüyor.

Genel kanı, yeni ulusal güvenlik stratejisine göre ABD, yeni soğuk savaş dönemine dönüyor.

ULUSAL GÜVENLİK STRATEJİSİ BELGESİNDE KÜRTLERLE İLGİLİ BİR AÇIKLAMA YOK…

Kürtler, Ortadoğu’da, sayısal olarak, Araplardan sonra ikinci millet konumunda. Kürdistan işgal ve ilhak edilmiş bire ülke.  Kürdistanlıların, Güney parçasının dışında, bütün ulusal, sosyal, siyasal, kültürel, hakları gasp edilmiş durumda.

Kürdistan ve Kürtler, dört sömürgeci devletle (Türk, Irak, Suriye, İran, Irak Devletleriyle) ilişkilidir. Onların egemenliği ve zulmü altında yaşamaktadırlar. 200 yılına yakın bir zamandır, devletlerini kurmak için mücadele ediyorlar.

Kürtler millet olarak, dünyada devlet sahibi olmayan tek millettir. Bu da dünyada ne kadar büyük bir haksızlık ve hukuksuzlukla karşı karşıya olduklarını göstermektedir.

Kürtler ve Kürdistanlılar, 25 Eylül 2017 tarihinde bağımsızlıklarına karar vermek için sandık başına gittiler. Kürdistanlılar, %93 oyla bağımsız devlet istediklerine karar verdiler. Ama ne yazık ki, Kürdistanlıların bu kararı, Irak Devleti’nin, İran Devletinin doğrudan desteğiyle, Türk Devletinin dolaylı desteğiyle, YNK içindeki Hain Grubunda öncülüğünde saldırıyla karşılık buldu. Kerkük ve Kürdistan’ın bazı başka bölgeleri işgal edildi.  ABD ve İngiltere’de buna destek oldu. Ama daha sonraki gelişmeler, Kerkük İşgalinin İran’ın egemenlik ve nüfuz alanını genişlettiği ve tehlikeli olduğu ABD tarafından anlaşıldı.

Kürtler, Ortadoğu’nun önemli bir siyasi, ekonomik, askeri aktörüdür. .DEAŞ’a karşı büyük başarı elde etmiş bir aktördür. Dünya, Kürtleri kendisi için barış gücü olarak tanımlanmaktadır.

ABD, dünyayı yönetmek, dünyaya barış ve demokrasi getirmek isteyen bir süper devlet. Aynı zamanda da dünyada adalet dağıtacağını iddia eden, Anglo-Sakson demokrasisini yaşayan, Wilson’un da ülkesidir. Wilson, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını ikirciksiz savunan bir ABD Başkanı idi. Her milletin kendi ülkesinde söz, karar, egemen ve iktidar olmasını savunuyordu. Birinci Dünya Savaşından sonra, Kürtlerin de kendi ülkelerinde egemen ve iktidar olmasını açıkça ifade etmişti.

ABD, Soğuk Savaştan sonra, özellikle de Bush Başkanlığı döneminde, önce “Büyük Ortadoğu Projesini”, daha sonra da Afrika’yı da içine alan bu projeyi geliştirmeye ve uygulamaya koymaya çalıştı.

Ortadoğu’da, Birinci Körfez Savaşından sonra da Kürdistan Devleti’nin temellerini atan ülkedir.

ABD, Ulusal Güvenlik Projesinde, Ortadoğu çok öne çıkan bir bölgedir. İran, düşman devlet kabul edilmektedir. İran, Kürdistan’ın Doğusunda ve Irak sınırları içinde Güney parçasında nüfuz sahibidir. Kürtler, Ortadoğu’nun dört devletini doğrudan ilgilendiriyor. ABD Suriye’de de Kürtlere dayanıyor. Irak, federal devleti bile yıkmak istiyor. Kürdistan’da işbirlikçileriyle karışıklık yaratıyor.

Buna rağmen, Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesinde Kürtlerle ilgili bir tanımlama ve ifade yok.

Böyle büyüklük olur mu? Bu mantıkla Ortadoğu’da başarılı olunması mümkün mü?

 

 *kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.