21. yüzyıl için 21 ders

Kurd24

Bu haftaki yazımda, Yuval Noah Harari’nin son çıkan kitabından aktarmalar yapmak istedim. Son dönemde benim yazıp tartışmak istediğim konulara oldukça açık ve aydınlatıcı yorumlar getiren kitabı sadece okuyup geçmek istemedim; önemli bulduğum bazı bilgi ve yorumları da okuyucuyla paylaşmak istedim.

Çok uzun yıllar önce, Stalinist rejimin bilim işçisi olarak adlandırdığı Sovyet memurlarınca güya eğitim kitabı olarak hazırlanmış, isimlerini bile telaffuz etmek istemediğim, “bilimsel” kitaplar da okumuştuk. Gordon Childe’ın 1950’li yıllarda yazdığı gerçekten bilimsel olan Tarihte Neler Oldu? ve Kendini Yaratan İnsan kitaplarını okuduğumda ise Rusçadan çevrilen ve gereksiz kâğıt sarfiyatından öte bir anlamı olmayan o saçma sapan kitapların nasıl da birer beyin yıkama araçları olduğunu fark etmiştim.

Harari’nin kitapları ise, çok karmaşık bilimsel konuları bile oldukça basitleştiren bir anlatım özelliğine ve esprilerle süsleyen mükemmel birer öğreticiliğe sahip. İnsanın önemsiz bir maymundan nasıl dünyanın efendisine dönüştüğünü mercek altına aldığı SAPIENS kitabı 2015’te, hayatın uzun vadeli geleceğini sorgulayarak insanların tanrı mertebesine yükselme olasılığını ve zekâyla bilincin nihai kaderinin ne olabileceği göz önüne serdiğini belirttiği HOMO DEUS kitabı ise 2016 yılı sonlarında yayınlanmıştı.

İkisi de olağanüstü bir anlatım yeteneğine sahip, insana ve insanın evrimine dair oldukça zengin bilgilerle dolu kitaplardı. Bilmediğim çok şey öğrenmemin yanı sıra, doğru bildiğimi zannettiğim pek çok şeyin de aslında eksik veya doğru olmadığını fark ettim. Okumayan dostlarıma da ısrarla okumalarını tavsiye ettim ve hala da tavsiye etmekteyim. Keşke benim gençliğimde de bu kalite ve bilgi zenginliğindeki kitaplar yazılıp çevrilebilmiş olsaydı.

Günümüze yakından bakmak istediğini, odağını güncel meselelere ve insan toplumlarının yakın geleceğine çevirdiğini ve şimdi ne oluyor sorusuna cevap bulmaya çalıştığını belirttiği son kitabı 21. YÜZYIL için 21 DERS ise birkaç hafta önce Türkiye’de yayınlandı. Bazı çarpıcı sorularla başladığı kitabında, insanlığın günümüzde yaşamakta olduğu ve geleceğine dair problemlere yer verip çok değerli bilgiler aktarıyor.

“Günümüzde dünyada neler oluyor ve bu olayların altında yatan anlam ne? Donald Trump’ın yükselişi neyin göstergesi? Yalan haber karşısında ne yapabiliriz? Liberal demokrasi neden krizde? Tanrı geri mi döndü? Yeni bir dünya savaşı yolda mı? Dünyaya hangi medeniyet hâkim: Batı, Çin, İslam? Avrupa kapılarını göçmenlere açık tutmalı mı? Eşitsizlik ve iklim değişikliğinin açtığı dertlere milliyetçilik deva olabilir mi? Terörizm konusunda ne yapmalıyız?”

İsminden de anlaşılacağı gibi, kitapta 21 bölüm yer alıyor. Bu yazıda Uyanış isimli ilk bölümün farklı sayfa ve paragraflarından kendimce seçip sıraladığım alıntılara yer verdim.

“20. yüzyılda New York, Londra, Berlin ve Moskova’da dünyaya şekil veren seçkinler, tüm dünyanın geçmişini açıklama ve geleceğini öngörme iddiası taşıyan üç büyük anlatı formüle ettiler: Faşist anlatı, komünist anlatı ve liberal anlatı. 2. Dünya Savaşı faşist anlatıyı devirdi ve 1940’ların sonlarından 1980’lerin sonlarına kadar dünya sadece iki anlatının savaş alanıydı: Komünizm ve liberalizm. Sonra komünist anlatı da çöktü ve liberal anlatı, baskın bir biçimde, en azından dünya çapındaki seçkinlere göre, insanlığın geçmişine rehber ve dünyanın geleceğinin olmazsa olmaz kılavuzu haline geldi.

Bu (liberal) anlatıda insanlığın binlerce yıldır bireylere son derece kısıtlı siyasal haklar, ekonomik imkânlar ve kişisel özgürlükler tanıyan; bireylerin, fikirlerin ve malların dolaşımını kısıtlayan baskıcı rejimler altında yaşadığı anlatılır. Ama insanlar özgürlükleri için savaştı ve özgürlük yolunda adımlar atıldı. Vahşi diktatörlüklerin yerini demokratik rejimler aldı. Serbest girişimler ekonomik kısıtlamaları alt etti. İnsanlar körü körüne bağnaz din adamlarına ve tutucu geleneklere itaat etmeyi bırakıp, kendileri için düşünmeyi ve yüreklerinin sesini dinlemeyi öğrendi. Duvarların, hendeklerin ve dikenli tellerle çevrili çitlerin yerini açık yollar, sağlam köprüler ve vızır vızır işleyen havalimanları aldı.

… Ancak liberalizmin karşımızdaki en büyük sorunlara, ekolojik çöküş ve teknolojik sıçramaya verebildiği net bir cevap da yok…  Gezegenimizin büyük kısmına zorbalar hâkimdir ve en liberal ülkelerde bile çoğu vatandaş yoksulluk, şiddet ve baskıdan mustariptir.”

“1990’ların başına gelindiğinde, düşünürler de siyasetçiler de ‘Tarihin Sonu’ geldi diye haykırıyor, kendilerinden emin bir şekilde geçmişin tüm siyasi ve ekonomik sorunlarının karara bağlandığını, geriye kalan tek şeyin demokrasi, insan hakları, serbest piyasalar ve devlet destekli sosyal hizmetlerle donatılmış liberal paket olduğunu ileri sürüyorlardı.

Ama tarihin sonu gelmedi ve Franz Ferdinand vakası (1914 yılında Saraybosna’da öldürüldükten sonra 1.Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olan Avusturya Prensi. Ü.F.), Hitler vakası ve Che Guevara vakasının ardından şimdi de Trump vakasıyla karşı karşıyayız. Ancak bu defa liberal anlatının karşısında emperyalizm, faşizm ya da komünizm gibi tutarlı bir ideolojik rakip yok. Trump vakası çok daha nihilist bir ortamda cereyan ediyor.

Sözde demokratik devletler hukuk sistemini hiçe sayıyor, basın özgürlüğünü kısıtlıyor, her tür muhalefeti hainlik diye nitelendiriyor. Türkiye ve Rusya gibi ülkelerin başındaki iktidar sahipleri yeni bağnaz demokrasi tipleri deneyip, düpedüz diktatörlük uyguluyorlar.

1938’de insanların tercih edebileceği üç küresel anlatı mevcuttu, 1968’de sadece iki, 1998’deyse tek bir anlatı hüküm sürüyor gibiydi; 2018’e gelindiğinde ise elimiz boş kaldı.”

Teknolojik gelişmeler sonrası çok büyük sayıda insanın işlevsiz kalmasının yaratacağı sonuçları da oldukça ciddi buluyor ve önemsiyor.

“20. yüzyıldaki halk kitleleri, sömürüye karşı ayaklanıp ekonomideki hayati rollerini siyasi güce dönüştürmeye çabalamıştı. Artık halk kitleleri işlevsiz kalma korkusu taşıyor, ellerinde kalan siyasi gücü çok geç olmadan kullanmak için debeleniyor. Belki de 21. yüzyılda halk ayaklanmaları insanları sömüren sermaye sahiplerine değil de artık kendilerine ihtiyaç duymayan sermaye sahiplerine karşı yapılır. Ama bu savaşın sonunda zafer elde edilmeyebilir. İşlevsizliğe karşı mücadele, sömürüye karşı mücadeleden çok daha zordur…”

Elbette ki son zamanlarda yazdıklarımdan dolayı beni fazla karamsar bulan arkadaşlarımı ve okuyucuları yanıltmak istemem; keşke biraz iyimser veya daha az karamsar olabilecek morale sahip olabilseydik.

Elbette Harari’nin de dediği gibi, tarihin sonu gelmedi ama tarihin çok kötü bir döneminden geçmekte olduğumuzu da görmezden gelmek olmuyor. Harari kitabında çok şey anlatıyor ve bizi tamamen karamsarlığa sevketmek yerine yapılacak daha çok şey olduğuna dair tavsiye ve önerilerde de bulunuyor.

Gelecek yazılarda belki daha az karamsar olunabilecek yorumlara veya görüşlere yer vermeyi umuyorum.

İyi haftalar diliyorum.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir..