Yolüstünden Notlar

Kurd24

Önünüze çıkan bütün yolların, sizin için gidilebilir hale gelmesi Kürdistan’da kaybolmanın ve onun ruhuna ulaşabilmenin yegâne yoludur. Ancak o zaman uçsuz yükseklikler, geniş düzlükler, dağlar arasına saklanmış göller ve tozlu ovalar berrak bir gökyüzünün altında size kendini fısıldayabilir. Yolculuğunuzun bir amacı yoksa ve hiçbir yere gitmiyorsanız, Kürdistan’ın rahleye benzeyen dağları, bir kâğıt tomarını andıran engebeleri önünüze bir kitap olarak koyar ve “oku” der; “beni varedenin adıyla oku”.  

Marco Polo, “Nereden başlasam ki” demişti. Oysa yolculuk, Rab’bin yarattığı ilk şeydir ve yol bitince yolculuk da ölecektir. Devri daim eden her şey gibi, bir yol diğerine bağlanacak, bir yol bizi bütün yollara çıkaracaktır. Geleceğe bakarken yol gittiğinde insan, ister istemez geçmişine dönecektir. Tarih, bizim kendimizi hatırlamamızdır. 

Notlar

1. İngiltere Kralı’na sormuşlar; Büyük Britanya İmparatorluğu ile donanma arasında tercih yapmak zorunda kalırsanız hangisini tercih edersiniz? Kral hiç düşünmeden cevaplamış; Tabii ki donanmayı, donanmamız oldukça imparatorluğu yeniden kurarız. Donanma mı yoksa İngiltere mi sorusuna, tabii ki İngiltere demiş ve eklemiş: İngiltere’siz bir donanma neye yarar?

İngiltere mi İngilizce mi diye sormuşlar bu sefer de. Kral homurdanmış, nefesini tutup kızgınlığını belli edercesine bakmış ve “Tanrı İngilizleri böyle bir tercih yapmaktan korusun” dedikten sonra ilave etmiş; “Böyle bir tercih yapmak zorunda olsaydım eğer, şüphesiz İngilizce’yi tercih ederdim. Bir millet dilini korudukça millettir. Millet olduğunun farkında olan toplum da er geç vatanına kavuşur” demiş.

Kürtlerde bu iş tersinden işliyor sanırım. Çünkü dillerinden vazgeçiyor, topraklarından vazgeçiyor, ordularından vazgeçiyor, Kürdistan hayallerinden vazgeçiyor ama partilerinden vazgeçmiyorlar.

Diyarbekir’deyim ve Kürtçe’nin artık bittiği şehirde Kürt’ten de Kürdistan’dan da daha fazla “parti” adını duyuyorum. Parti şöyle, parti böyle.

  1. İsa’nın doğumundan 612 yıl önce Medler,Ninova’yı geri almışlar. İki yıl sonra, Asur’un son direniş kalesi Harranda Medlerin eline geçmiş ve burada Ari Kürtlerle Samilerin karışımından meydana gelen yeni bir kimlik oluşmuş. Kısa bir süre sonra Medlerin himayesinde buradan Uruk’a kadar hükmeden Kalde (Yeni Babil) adıyla bir krallık teşekkül etmiş. Krallık, M.Ö 539’da Pers kralı Kuroş’un Babil’e girmesiyle son bulmuş.

Harran’dayım, kulağımda Hozan Aydın’dan Deşta Herranê adlı şarkı, yüzlerce kez dinliyorum. Urfa’daki Kürt müziğinde bütün eski müziğimizin kalıntıları var. Bu şarkı da öyle. 

  1. Türk tarihçilerinin artık neredeyse aşağılık kompleksine çevirdikleri bir mesele var: Arapça’da Kürd’ün çoğulu olan Ekradsözcüğünü asıl anlamından koparıp “konar-göçer”anlamında kullanmak istiyorlar. Bunun basit bir sebebi var çünkü Osmanlı’nın vergi kayıtları olan mufassal-tahrir defterlerinde Türkmen kelimesi hiçbir zaman tek başına kullanılmıyor. Ekrad-ı Turkman ve Turkman Ekradı gibi bir terkip ile ifade ediliyorlar. Yani Türkmen Kürtleri. 

    Bu, günümüzdeki Türkiye Kürtleri / Kürdistan Türkleri gibi bir şey mi, Kürtlüğe asimile olmuş Türkler mi ya da Türklüğe asimile olmuş Kürtler mi tartışılır ama ta ilk Arap kaynaklarından bu yana Kürtler anlamında kullanılan Ekrad’ı eğip bükmenin ancak kendilerine Kürdistan ve Anadolu’da bir tarih yaratmak isteyen Türklere, kendilerini kandırma karşılığında bir faydası olur.

Zira, Irak Türkmenlerine ait DNA kayıtları onların da Kürtlerle aynı haplogruptan olduklarını gösteriyor. Şimdiye kadar hep kabilelerin, kültürlerin, dinlerin ve dilin tarihi yazıldı. Bundan sonra kanın tarihi yazılacak ve tarihsel çarpıtmalar büyük oranda yok olacaklar. 

Kilis’ten geçiyoruz Ahmet ile. Bir çay ocağında oturup çay içiyoruz. Aklımda Kilis Sancağı Kanunnamesi. Diyor ki “Ekrad [Kürtler] taifesi kıl ev ile kadim-i kışlak ve yurtları olan Nahiye-i Com etrafında Halep ve Maraş eyaletlerinde vaki olan yaylaklarına konar göçer olduklarından...”

Nahiye-i Com, Halep ile Anteb arasında kalan bölgedir. Afrin-Kilis-Azez üçgeni. Çiyayê Kurmênc mıntıkası yani. Antep’le birlikte Kilis’te büyük bir Türkleştirme operasyonu vardı uzun zamandır ve yakın dönemde bu operasyon ‘başarılı’ oldu. Yine de buradaki Kürtler eskiden sınırın diğer tarafından, Afrin’den alırdı Kürtlük gücünü. O da Suriye Krizi ile birlikte yok edildi. Önce bu bölgeye “halklar” adı altında Araplar ile Türkmenleralındı ve Kürt nüfusu azınlık konumuna getirildi, sonra da bölge tümüyle Türkiye’ye teslim edilerek Dinai, Beyan, Pijan, Reşî, Şerqan, Şêxî aşiretleri buradan sürülerek Kürtsüzleştirildi. 

  1. İran’da Kürdistan derseniz Kirmanşahanlaşılır oysa Kürdistan doğuda Azerbaycan sınırından başlayıp Hürmüz Körfezi’ne, Benderabas’a kadar iner. Türkiye ve Suriye’de Kürdistan denildiğinde şu sıralar akla sadece Kürdistan’ın güneyigeliyor. 500 yüzyıl kadar önce Kürtler arasında Kürdistan denince akla Çemişgezek geliyormuş.

    Öyle aktarıyor Şeref Xan. Yekpare 32 kaleymiş. Kürtsüzleştirmek için uğraşılan Erzincan-Tunceli-Sivas hattının tümüne Çemişgezek denildiği zamanlar da yaşanmış ama şimdi burada nüfus neredeyse tükenmiş durumda.

Çemişgezek’ten Mazgirt’e doğru yol gidiyoruz. Aklımda aşiretler var. Bu bölge yakın zamana kadar büyük Kürt aşiretlerinin yuvası gibiydi. Aklımda 15-19. yüzyıl belgelerinde geçen onlarca isim: Milan, Kuxpînik, Şikakî, Dimilî, Dinaî, Dêsimî, Kumreşan, Kawî, Pîlwenk, Sirgûcî, Kîkan… İsimlerin aynısının Mardin-Urfa-Afrin arasında da bulunması bir tesadüf değil zira buradaki aşiretlerin tümü Şengal-Bagok-Sim’an dağlarından alıyor köklerini. 

  1. Muş’a varmadan bir tweet üzerine beni zamanında epey huzursuz etmiş bir olay geliyor aklıma. 2005 yılı sanırım. David McDowall’ın A Modern History of The Kurds kitabının tam çevirisi yayınlanmıştı. Bir kitapçıda görür görmez almıştım zira Kürtlerin siyasal tarihi üzerine yapılmış bütünlüklü çalışmalardan biridir.

Bilirsiniz, biz Kürtler tembel bir millet olduğumuz için kendi tarihimizi de ancak başkaları yazınca okuruz.

Kitap şu an tam hatırlamıyorum ama epeyce hacimli, 700-800 sayfa kadardı. Büyük heyecanla almış ama dumura uğramıştım çünkü şimdiye dek okuduğum en berbat çeviriydi. Başta McDowall’ın maddi hataları sandığım problemlerin ilk birkaç sayfadan sonra çevirmenin işgüzarlığı olduğunu görünce İngilizce metinle karşılaştırma gereği duymuştum.

Neşenur Domaniç tarafından çevrilmiş kitap, bir yerden sonra azaba dönüştü. Çünkü mesela Kızılbaş kelimesi en az on yerde geçen Kızılbouje, Qzilbash gibi varyeteleri saymazsak çoğu yerde Hizbullah olarak çevrilmişti. Dil ile ilgili bölümlerde Kürtçe’niniki lehçesinden birinin Süryanice olduğu yazılıydı. Sonra anladım ki Soranî lehçesine nasıl olmuşsa Süryanice demiş çevirmen. Kurmancî’ye ise Kır Manço, Kırmaçî, Kırmanç. Zerdüştülük’e de Zoroastrıan. Zaho’ya veya Kürtçesiyle Zaxo’ya Zakhoue, Zakho, Zakhuu. Cizre’ye Jazira, Soran’a Souran, Hoşab’a Khushab… Shikak’ın Şikak aşiretini anlamak kolay oldu ama Hawourkan olarak yazılan aşiretin Hevêrkan olduğunu anlamak için büyük çaba gerekliydi.

Neticede yayınevine ve oradan çevirmene ulaştım. Daha sonraları Türk Solu kontenjanından bir ‘Kürt’ partisine de yönetici olan çevirmen Soranî diye bir şeyin olmadığını, doğrusunun Süryanice olduğu konusunda epey ısrarcı davranınca epeyce pahalıya da aldığım kitabı yayınevine postayla iade etmiştim.

Kürtlerin sadece iyi yazarlara değil, iyi çevirmenlere de ihtiyacı var. Kürtleri, Kürdistan’ı, Kürtçe’yi iyi tanıyan; metinlerin arkaplanını iyi bilen çevirmenlere. Yoksa bir Kürdistan tarihi böyle kusha çevrilir.

Yol devam ediyor...