HDP'nin Krizi

Kurd24

Halkların Demokratik Partisi (HDP), Türkiye’de “Adalet ve Vicdan Nöbeti” adını verdiği bir eylem yapıyor. Bir ay sürecek bu eylem için dört il seçildi. Eylemin başlangıç vuruşu Diyarbakır’da yapıldı. İkinci hafta İstanbul’a taşındı. Üçüncü haftanın adresi Van oldu. Eylem, dördüncü hafta İzmir’de tutulacak nöbetle son bulacak.

Gerek Diyarbakır ve gerek İstanbul’daki nöbetler kamuoyunda bir ses getirmedi. Kitlelerin pek ilgisini çekmedi. HDP’nin gündeme müdahil olmasını sağlayamadı. Diyarbekir hem politik bir kenttir hem de HDP’nin kalelerinden biridir. Burada dahi HDP’nin eylemleri sokakların ve kahvehanelerin dikkatini cezbetmedi. HDP’nin nöbetine ilişkin tartışmalar, sosyal medyada dar bir gruba sıkıştı.

HDP’nin bu vaziyeti üzerinde incelikle durulmalı. İki yıl önce her sözü ile Türkiye’de gündem yaratan bir parti, ne oldu da gündem belirleme gücünü kaybetti? Kısa bir süre öncesine kadar siyasetin yükselen yıldızı olan bir parti, neden parlaklığını yitirdi?

Kıskaca alma siyaseti

Nedenler faslında ilkin, devletin HDP’ye karşı yürüttüğü siyasete değinilmeli. Devlet, HDP’ye muazzam bir basınç uyguluyor. HDP’nin eş başkanları dâhil çok sayıda milletvekili tutuklandı. HDP’nin yerel teşkilatları yoğun operasyonlarla pasifize edildi. HDP’ye yakın duran medya kuruluşları kapatıldı.

“Adalet ve Vicdan Nöbeti” karşısında da devlet çok yoğun önlemler aldı. Nöbetlerin tutulduğu parklara giden yollar tutuldu. Halkın ve sivil toplum temsilcilerinin parklara girilmesine izin verilmedi. HDP’liler parkların içinde izole edildi. Devletin sert tutumu, ana-akım medyaya da yansıdı. Medya HDP eylemini ya hiç görmedi ya da eyleme ayıp olmasın kabilinden küçük bir yer ayırdı.

Devletin her yönden kıskaca alma siyaseti, HDP’nin hareketliliğini en alt seviyeye düşürdü. HDP ne kitlelerle temas kurabildi ne de gür bir ses çıkarabildi. Bu itibarla devletin, HDP’nin iletişim kanallarını kestiği, halka ulaşabilme yollarını kapattığı ve sonuç olarak HDP’nin toplumu etkileme imkânlarına ciddi bir darbe vurduğu söylenebilir. Nitekim HDP yetkilileri de hem genel olarak bütün eylemlerinin hem de özel olarak “Adalet ve Vicdan Nöbeti” eyleminin toplumda yankı bulmamasını, devletin parti üzerinde kurdukları ablukaya bağladılar.

Hendeğin gölgesi

Peki, gerçekten böyle mi? Partinin topluma dokunamamasının tek nedeni devletin baskı siyaseti mi? HDP’nin etkisizleşmesi sadece devletin tavrı ile açıklanabilir mi?

Zannıma, durum bu denli basit değil. Elbette HDP’nin siyasi ağırlığındaki düşme salt devletle sınırlı tartışılabilir. Analizin bu çerçevede tutulması, partinin yöneticilerini ve taraftarlarını da rahatlatabilir. Ama çuvaldızı hep başkalarına batırıp kendinden toplu iğneyi bile sakınan bir bakış HDP’yi doğru bir yola sokmaz. Hâlihazırda, bana göre, HDP’nin üç önemli açmazından söz edilebilir:

Birincisi, “hendek siyaseti” adı verilen facianın sebebiyet verdiği tahribattır. Bu tahribat henüz giderilmiş değil. Evet, kentler yavaş yavaş ayaklarının üzerinde doğrulmaya ve insanlar normal düzenlerini tekrardan kurmaya çabalıyorlar. Ama o derin travmanın tam anlamıyla atlatıldığı söylenemez. Siyasi hayata bu travmanın gölgesinin düşmemesi eşyanın tabiatına aykırı olurdu.

Hendek bahsi her açıldığında HDP ve PKK’liler bundan çok rahatsız oluyorlar. Kürt meselesinin hendekten önce de, hendekten sonra da var olduğunu söylüyorlar. Bütün bir Kürt meselesini getirip hendeğe kilitlemenin yanlış olduğunu belirtiyorlar. Bu minvaldeki değerlendirmelerin de isabetli olduğu kanısında değilim. Zira hendeklerin yanlışlığına dikkat çekenler Kürt meselesinin tarihselliğini göz ardı etmiyorlar. Lakin bu tarihsellik, hendeklerin yarattığı siyasi yarılmayı görmeyi engellememeli.

Hendekler, Kürtlere her açıdan çok büyük bir maliyet fatura çıkardı. HDP’nin burada siyaseten yanlış bir yerde konumlandı. Göz göre göre gelen felaketi engellemek için kendisinden beklenen inisiyatifi almadı. Apaçık bir yanlışlığa cesarete karşı koymadı. Toplum HDP’nin yaptıklarını ve yapmadıklarını kayıt altına aldı ve ona mesafe koydu.

Dolayısıyla HDP ilkin bununla yüzleşmeli. Hendekler karşısında vermediği imtihan nedeniyle kendisini ciddi bir özeleştiriye tabi tutmalı. Ne var ki HDP, böyle bir özeleştiri mekanizmasını çalıştırmadı. Dahası HDP’ye yakın ve HDP üzerinde etkili bazı isim ve yapılardan hendeklerin tasvip edildiğine dair laflar gelmeye devam etti. Böylesi bir tavır, HDP’nin toparlanmasına değil, daha hızlı aşınmasına neden olur.

“Demokratik Cumhuriyet-Ortak Vatan”

İkincisi, HDP’nin söylemleri ile PKK’nin eylemleri arasındaki uçurumdur. HDP ile PKK arasındaki ilişki herkesin malumu; bu nedenle iki yapının eylem ve söylemlerinin birbirlerini etkilememesi düşünülemez. Bu bağlamda ortadaki tablo şöyle: HDP’nin varlık nedenini anlatan bir slogan var: “Demokratik Cumhuriyet ve Ortak Vatan” Kurulduğu günden beri HDP’nin politikasını bu slogan şekillendirdi. Demirtaş, cezaevinden gönderdiği son mesajlarda da, Türkiye’nin bölünmesine izin vermeyeceklerini ve ortak vatanı demokratikleştirmek için mücadeleye devam edeceklerini ifade etti.         

Bu ideolojik konumlanış, 7 Haziran öncesi seçimlerde HDP’ye çok büyük avantajlar sağladı. Kemik kitlesinin yanında, bir muhalefet arayışı içinde olan bazı HDP’ye yöneldi. HDP’nin oy oranı arttı; HDP’ye ve Demirtaş’a müstakbel bir ana-muhalefet partisi ve lideri muamelesi yapılmaya başlandı. Ortam da buna uygundu, barış rüzgârları HDP’nin yelkenlerini şişiriyordu. Zaten HDP’nin dillendirdiği “ortak vatan” ve “demokratik cumhuriyet” kavramları ancak bir barış atmosferinde inandırıcı olabilirdi.

PKK’nin silahlara tekrar davranması, HDP’nin üzerine oturmaya çalıştığı bu zemini sarstı. Ankara’da, İstanbul’da, Diyarbakır’da sivilleri de hedef alan bombalı saldırılar ve her geçen gün artan ölüm haberleri büyük bir infial yarattı. Bunun siyasi faturası da -kaçınılmaz olarak- HDP’ye çıktı. HDP bu eylemleri kınadı ama bu kınamalar hep yarım ağızla yapıldı. Özneyi gizleyen sadece eylemi öne çıkaran kınamalar, HDP’nin seslenmek istediği kitleler nezdinde herhangi bir anlam ifade etmedi. PKK sağ solda bombalar patlatırken, HDP’nin “ortak vatan” ve “demokratik cumhuriyet” söylemlerine kimse itibar etmezdi.

Bu durum, PKK ile HDP arasındaki ilişkinin yeni bir modele ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. HDP ipi kendi eline almadığı ve esas oyuncu olmadığı müddetçe, PKK’nin attığı her taş HDP’nin kafasını yaracaktır.

“Kürt Obama”

Üçüncüsü, liderlik sorunudur. Demirtaş, önce 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, arkasından 2015’deki genel seçimlerde büyük bir popülarite kazandı. Gençti, yakışıklıydı, espritüeldi. Sivil toplum deneyimine sahipti, farklı kesimlerle diyalog kurma becerisi vardı. Bir pop-star havası estiriyordu. Uluslararası medyanın desteği arkasındaydı. Onun için “Kürt Obama” benzetmeleri yapılıyordu. Eğer PKK tekrardan şiddete dönmemiş olsaydı, 7 Haziran’da arkasına aldığı rüzgârın onu daha yüksek siyasi tepelere çıkarması işten bile değildi.

Fakat Demirtaş şu anda cezaevinde. Şüphesiz o bu haldeyken onun yerine bir lider arayışı olmaz. Ancak partide onun yaptıklarını yapabilecek kimse de yok. Ufukta HDP’nin görünürlüğünü artıracak, sempatisini yükseltecek ve partiyi daha geniş kitlelere taşıyabilecek ikinci bir isim de görünmüyor. Yani HDP ideolojik tıkanmanın yanı sıra bir de lider sorunu yaşıyor.

Bu üç husus, HDP’nin bir siyasi krizi yaşadığına işaret ediyor. Krizin aşılması için HDP ışıldağı öncelikle kendi üzerine tutmalı. Her şeyden evvel "Biz nerede yanlış yaptık?” diye kendine sormalı ve son iki yıldaki politik tercihlerini sıkı bir elekten geçirmeli. Bu, iyi bir başlangıç noktası olabilir.  

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.