Çözüm Sürecinde Sivil Toplum Kuruluşları

Kurd24

Türkiye, 2013’ün Ocak’ından 2015’in Haziran ayına kadar olan sürede PKK’nin silah bırakmasını ve Kürt meselesinin demokratik bir şekilde çözüme kavuşturulmasını hedefleyen bir süreç yaşadı.

Toplum, bu süreç hakkında kısmen bilgi sahibiydi. Sürecin üç aktif tarafı vardı: AK Parti, HDP ve PKK. Tarafların bazen doğrudan bazen dolaylı olarak görüştükleri bu süreçte önemli eşiklerden geçilmesine rağmen beklenen neticeye ulaşılamadı. 2.5 yılın ardından silahlar tekrara devreye girdi, çatışmalar başladı ve eskisinden daha büyük bir kor bütün ülkenin üzerinden geçti.

Savaş tamtamlarının çalındığı ve şiddetin dozunun alabildiğince yükseldiği günlerde değerli dostum ve meslektaşım Cuma Çiçek ile birlikte, Barış Vakfı adına bir rapor kaleme aldık. “Dolmabahçe’den Günümüze Çözüm Süreci: Başarısızlığı Anlamak ve Yeni Bir Yol Bulmak” başlığını taşıyan bu raporda, sürecin mimarisindeki aksaklıkları tartıştık ve barışın önündeki engelleri göstermeye çalıştık. Rapora göre; demokratik mekanizmaları ve müzakereleri dışlayan, şiddet ve güvenlik eksenine sıkışmış bir anlayıştan çözüme varılamazdı. Geçmişte defalarca tecrübe edilen bu çıkmaz yoldan bir an önce kurtulmak ve yeni bir yol aramak gerekiyordu. Raporun gayesi de, “barış” ile “çözüm” kavramların yeniden kamusal dolaşıma sokulmasına ve bazı öneriler geliştirerek barışa giden yolun taşlarının döşenmesine mütevazı bir katkıda bulunmaktı. (http://www.barisvakfi.org/tr/nisan.pdf)

Çiçek, bu çalışmanın devamı niteliğinde yeni bir rapor daha hazırladı. “2013-2015 Çözüm Süreci’nde Sivil Toplum Kuruluşları” isimli bu rapor, başlığından da anlaşılacağı üzere, sivil toplum kuruluşlarına (STK) yoğunlaşıyor. Raporun başlıca iki hedefi güttüğü söylenebilir: Birincisi, çözüm sürecinde inisiyatif alan ve barışın oluşturulması için çaba harcayan STK’ların pozisyonlarının ve kapasitelerinin tahlil edilmesidir. İkincisi de, STK çalışmaları için öneriler geliştirilmesidir. Böylelikle STK’ların hem yeni barış arayışlarına hem de muhtemel yeni süreçlere daha etkin bir şekilde nüfuz edebilmelerine yardımcı olmaktır.
(http://www.barisvakfi.org/2017_turkce_rapor.pdf)

“Güçlü Devlet, Zayıf Sivil Toplum”

Diyarbakır, Van, Ankara ve İstanbul’da toplam 45 STK temsilcisi ve üç uzmanla derinlemesine mülakat yapılarak hazırlanan bu çalışma, çatışmaların çözülmesinde sivil toplum kuruluşlarının önemli bir işlevinin olduğuna dikkat çekiyor. Çünkü uzun bir süreye yayılan ve toplumu birçok alanda tahrip eden bir çatışmadan salt tarafların eliyle çıkılması son derece güçtür. Selamete çıkabilmek için farklı kesimler arasında diyalogu mümkün kılmak, çözüm fikrini topluma ulaştırmak ve bunun toplumda kabul edilmesini sağlamak, çeşitli düzeylerde müzakere, temsil ve arabuluculuk mekanizmaları kurmak gerekir. Bu meyanda rapor, STK’ların barışın tesisinde oynayabileceği yedi rolün altını çiziyor:

Vatandaşların korunması
İzleme ve hesap verilebilirlik
Savunuculuk ve kamusal iletişim
Grup içi sosyalleşme ve barış kültürü
Çatışmaya duyarlı toplumsal birliktelik
Arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık
Doğrudan hizmet sağlama/sunma

Elbette tüm bu alanlarda STK’ların başarı düzeyini belirleyen birçok faktör bulunur: Bir ülkedeki STK kültürü, STK’ların siyaset ile bağlantıları, STK’ların potansiyelleri ve kapasiteleri, ülkedeki özgürlük ve hukuk seviyesi, vb. gibi. STK’lar toplumsal yaşama nüfuz ettikleri ve güçlü oldukları nispette bir çatışmanın sulha evirilmesine katkı sunabilirler. Türkiye’de bu bakımdan STK’lar için yürek ferahlatacak bir tablo yok. Sivil toplum alanı sınırlı, STK aktörleri güç sahibi değil. “Güçlü devlet” düşüncesi son derece canlı, her daim kendini yeniden üretebiliyor ve toplumda kabul görüyor. Buna mukabil sivil toplum oldukça zayıf ve STK temsilcileri bu zayıflığı dayandırdıkları çok sayıda neden değiniyorlar:

STK’ların siyasi olarak kutuplaşmaları ve gettolaşmaları
Kurumsal deneyim eksikliği
Kurum içi demokratik değerlerin ve karar süreçlerinin yeterince gelişmemiş olması
STK’ların bölgesel yarılmaları

Siyasetin gölgesindeki STK’lar

Raporda STK’ların sorunları bahsinde altı çizilen bir husus da, STK’lar ile siyaset arasındaki angajman ilişkileridir. Raporda görüşülen STK temsilcilerinin kahir ekseriyeti, Türkiye’deki STK’ların kahir ekseriyetinin siyasi saiklerle hareket ettiğini belirtiyorlar. Buna göre siyasetin gölgesi her daim STK’ların üzerinde; STK’lar siyasetin diliyle konuşup yakın oldukları partinin önceliklerine göre hareket ediyorlar. Siyaset bir nevi “üst mercii” gibi düşünülüyor, bu nedenle STK’lar onların kavramlarıyla konuşuyor ve bir özgünlük üretemiyorlar. Van’daki bir STK temsilcisi, STK’ların siyasete bağlılıklarını şöyle resmediyor:

“Türkiye’de ne yazık ki sivil toplum, siyasal oluşumların, ideolojilerin birer uydusu halinde örgütleniyor. Yani herkes kendi sivil toplum alanını yaratıyor. Dolayısıyla […] halkın karar alma mekanizmalarına doğru, tarafsız, objektif katılımını sağlayacak bir sivil toplum gelişmiyor. Hala da bu sıkıntının olduğunu düşünüyorum açıkçası. … (S)ivil toplum ne yazık ki, güç odaklarının etrafında dönen birer uydu olmanın ötesine geçemedi ve herkes uydusu olduğu dünyanın ya da siyasal görüşün argümanlarıyla hareket eder hale geldi. Bu da onların ortak hareket etme imkânını ortadan kaldırdı. Aynı siyasal partilerin birbirleriyle olan çekişmelerini ve rekabetlerini kendi alanlarında yaşar hale geldiler. Ve nihayetinde öyle bir hale geldi ki, sivil toplum siyasi partilerin rekabetinin bir adım ilerisine geçti. Çok ciddi çatışmalara bile girdiler.” (s. 27-28)
STK ile siyaset arasındaki bağlantıyı çözüm sürecinde de görmek mümkün. Sürecin içinde yer alan STK’lar AK Parti ile PKK-HDP’yi merkeze alan bir lobiciliğe ve savunuculuğa ağırlık verdiler ve bu iki odaktan yakın olduklarını ön plana çıkarmaya gayret ettiler.

STK’ların artısı eksisi

2013-2015’de STK’ların sürece sınırlı bir katılımı oldu. “Sınırlılık” iki sebepten kaynaklandı: Bir taraftan sürecin yapısı, STK’ların aktif ve yoğun katılımına elverişli değildi. Süreç, kamusal denetime imkân vermiyordu. Kontrolün tamamen kendi ellerinde olmasını istemelerinden olsa gerek taraflar, STK’ları süreçten uzak tutuyorlardı. STK’ların sürece dâhil edilmeleri çoğu kez “dostlar alışverişte görsün” kabilindendi.

Diğer tarafta ise STK’ların kendi açmazları vardı. Genel olarak STK’lar aşırı politik ve tarafgir bir kimliğe sahipti. Çatışma çözümü ve toplumsal barışın inşası konusunda STK’ların yeterli bilgi ve hazırlıkları yoktu. Toplumla güçlü bağlarının olmaması, STK’ların tesir gücünü asgariye indiriyordu. CHP’ye yakın STK’lar sürece mesafeli yaklaşıyordu. Ülke genelinde örgütlenmiş bazı büyük STK’lar da topa girmekten imtina ediyorlardı.

Ancak bu sınırlı katılıma rağmen STK’ların sürece katkıları oldu. Kürt meselesinin kamusal alana taşınması, birçok kesimin ilk defa Kürt meselesini bu derece yoğun tartışmaya başlaması ve “çözümün genel kabul gören fikre dönüşmesinde STK’lar pozitif bir işlev gördüler. Buna mukabil STK temsilcileri raporda; barışı toplumsallaştıramadıklarını, barışı yerelleştiremediklerini, farklı toplumsal grupların birlikteliğine odaklı çalışmalarda siyasal ve bölgesel gettolarını aşamadıklarını belirtiyorlar ve bunun STK’ların “eksi” hanesine yazıyorlar.

Barış umudu

STK temsilcileri yeni bir çözüm süreci noktasında ümitvarlar; zira demokratik müzakere ve uzlaşı dışında bir çarenin olmadığını düşünüyorlar. Ancak masanın tekrar kurulmasının şimdilik güç olduğunu söylüyorlar ve mümkün olan en yakın tarih olarak 2019’u işaret ediyorlar. 2019 Türkiye’de seçim yılı; STK temsilcilerine göre ülkenin içinden geçtiği siyasi türbülans 2019’da seçimlerin yapılmasıyla sona erebilir, diyalog ve müzakere kapısı aralanabilir.

Eğer yeni bir süreç başlarsa burada asıl yük siyasilere düşecek. Bununla birlikte sivil toplumun da yerine getirebileceği ve aslında getirmesi gereken hayati fonksiyonlar olacak. Çiçek’in çalışması böyle bir rol üstlenmeyi düşünenlere hem vazifelerini hatırlatıyor hem de tatbik edebilecekleri bir yol haritası sunuyor.

 

 *kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.