Bir mahalli seçim hatırası

Kurd24

Benim doğumumdan önceki 22 yıllık (1923-45) dönemde mahalli seçimlerde şimdi artık belediye meclisi üyesi olarak adlandırılmakta olan belediye azası seçimleri yapılırmış. Vali ve belediye başkanları aynı kişi olduğu ve onları da hükümet tayin ettiği için onlar seçim kapsamında değillermiş. Zaten sözünü ettiğim 22 sene boyunca da sadece CHP’nin gösterdiği adayların oylandıkları 1930, 1934 ve 1938’de 3 tane mahalli seçim yapılmış.

Demokrat Parti (DP) hükümetleri döneminde 1950 ve 1955 yıllarında toplam 2 kez yapılan dördüncü ve beşincisinde ise küçük henüz çocuk olduğum için farkına bile varmadığım hadiseler olarak gerçekleşmiş.

27 Mayıs 1960 askeri darbesi dolayısıyla geciken ilk mahalli seçim ise Kasım 1963’te yapılmıştı. Bitlis’te lise son sınıf öğrencisiydim. Tabii ki henüz 22 yaşımda olmadığım için bir seçmen değildim, ama şehrin seçim öncesi atmosferi çok ilgimi çekmişti. O dönem Bitlis’in biri YTP (Yeni Türkiye Partisi) birisi de CHP’li olmak üzere 2 milletvekili ile bir de YTP’li senatörü vardı.

Seçimlerde belki başka adaylar vardı ve hatırlamıyor olabilirim ama yarış 2 aday arasında gerçekleşmişti. Birincisi ve seçimin favorisi olan aday CHP’den adaylığını koymuş olan Bitlis Gazetesi sahibi ve hâlihazırdaki Bitlis Belediye Başkanı rahmetli Adil Şerefhanoğlu, diğeri ise Bitlis Senatörü rahmetli Dr. Cevdet Geboloğlu’nun kardeşi ve Şerefhanoğlu’na nazaran oldukça genç sayılan aday Ecvet Geboloğlu idi.

55 seneyi aşmış bir zamandır hafızamdan yer etmiş ve epey genç olmama rağmen ilgiyle izleyip unutmadığım ilginç bir seçim kampanyasıydı. Çevresinde Hükümet Konağı, lise, Erkek Sanat Enstitüsü’nün de yer aldığı Bitlis’teki yegâne düzlük olan Gökmeydan, aynı zamanda şehrin futbol sahasıydı. Tabii bütün şehirlerde olduğu gibi Bitlis’te de 8 Ağustos, Güzeldere, Yıldırım gibi futbol takımlarının bulunduğu birkaç futbol kulübü vardı aralarında maçlar da Gökmeydan’da yapılırdı.

Bana göre seçimler, sanki CHP ve YTP adayları arasında değil de Güzelderespor adayı Adil Şerefhanoğlu ile Yıldırımspor adayı Ecvet Geboloğlu arasında gerçekleşiyordu. Sanki sonunda siyasi bir rekabetin değil de Güzeldere veya Yıldırım takımlarının galibiyeti için bir mücadele sürdürülüyordu.

O yıl okuduğumuz lise 3 tarih kitabının konuları arasında Bizans’ın 500 küsur yıl önce parçalanıp sona ermesinin nedenleri arasında atlı araba yarışı yapan Maviler ve Yeşiller adlı iki takımın taraftarları arasındaki siyasi gerginliğin de önemli bir neden olduğuna da yer veriliyordu. Bu nedenle spor kulübü taraftarlığı ile siyasi taraftarlık arasında bir bağ kurmuştum ve kendimce bu durumu biraz da eğlenceli bulmuştum.

Neyse, sonuç olarak ezeli rakipler arasındaki maçı beklendiği gibi Güzeldere kazanmıştı. Ancak maç sona erdiğinde Bitlis dağılıp parçalanmamıştı ve Adil Bey de belediye başkanlığını kazanmıştı.

Ne var ki, 6-7 ay sonra yapılan Senato ara seçimlerdeki kampanyada Güzeldere ve Yıldırım takımları pek ortada yoktu. Bu seçim kampanyasında siyaset öne çıkmıştı ve rakipler önceki seçimlerdeki adayların ağabeyleriydi. 49’lar davasının ünlü sanığı Avukat Ziya Şerefhanoğlu ile Dr. Cevdet Geboloğlu’nun rakip oldukları seçimlerin galibi de Ziya Şerefhanoğlu olmuştu. Sürpriz bir şekilde bağımsız aday olarak seçimlere katılmış, mütevazı bir kampanyayla yürüttüğü kampanyayla rakiplerinin şeyhlerden aldıkları güçlü desteklere rağmen Bitlis’ten senatör seçilmişti.

Günümüze göre oldukça kısıtlı imkânlarla faaliyetlerini yürüten belediyelerin el değiştirmesiyle pek de olağanüstü bir değişim yaşanmayacağı bilindiği için, öyle kıran kırana bir seçim kampanyası olmazdı elbette. Seçimlerde bölgede genellikle yaşanmış olan örnekleri gibi, adayların mensup oldukları partilerden ziyade, toplum nezdindeki şahsi pozisyonları, deneyleri, aileleri ve ittifakları önemliydi. Ancak seçilmiş belediye başkanları, şehri ve şehrin gerçek insanlarını temsil eden saygın birer siyasi aktör işlevine sahip olurlardı.

Türkiye o tarihten sonra 12 Mart ve 12 Eylül gibi ikisinde askerlerin bizzat sahaya indikleri, 28 Şubat, 27 Nisan ve belki de bilemediğimiz birkaçında ise uyarılarla sisteme yön vermeye çalıştıkları askeri müdahalelere sahne oldu. Bazıları oldukça sert rekabetlere sahne olan 30’u aşkın Senato, TBMM ve mahalli idareler genel seçimleri yapıldı.

Hani bir insanın kendisinden beklenmeyen iyi şeyler yapması durumunda, “Kafasına taş mı düştü ne” diyerek yorumlanan insan vardır. Bu türden bazı siyasi yöneticiler de gelip geçtiler. Yapılan bir anayasa değişikliğiyle siyasi partilerin kapatılması biraz zorlaştırıldı ama yine de DTP kapatıldı. Aynı dönemde hükümette olan AK Parti de yargılandı ve suçlu bulundu. Ancak kapatılması için yeterli çoğunluk sağlanamadığı için kapatılamadı ama para cezasına mahkûm edildi.

Bu arada birtakım temel hukuki güvencelere kavuşturulmamış olsa da artık vatandaşların kendilerinin Kürt olduğunu söylemeleri suç olmaktan çıktı. Her ne kadar ülkenin bölünmez birlik ve bütünlüğü açısından tehlikeli bulunsalar da devleti yöneten parti yöneticileri tarafından Kürt Kardeşlerimiz olarak anılmaya başlandı. Devlet kanalı TRT’den ve bazı özel TV kanallarından Kürtçe yayınlar yapılmaya başlandı. Kürtçe kitap ve gazetelerin basılıp yayınlanması serbest bırakıldı.

Pek rağbet görmese ve Kürtçe öğretmen yetiştiren eğitim kurumları olmamasına rağmen, hatta Kürtçe’ye Kürtçe dememek için Yaşayan Dil ve Lehçeler denilse bile ilkokullarda seçmeli ders olarak müfredata konuldu.

Bir dönem Irak Kürdistan Otonom Yönetimi’yle de dostane ilişkiler geliştirilmek üzere bazı olumlu adımlar atıldı. Ancak Kürtler “Kürt kardeşlerimiz” formatına uygun davranmayıp rahat durmadılar. Irak Anayasası’ndan kaynaklı bazı haklarını kullanmak üzere bir referandum yapmaya kalkınca, kendilerine “Bir gece ansızın gelebilirim” tehdidinde bulunularak sert bir tutumla hadlerini bilmeleri hatırlatıldı.

Keza geçen yarım asrı aşan bu süre zarfında bilim, kültür, sanat ve siyaset alanında dünyanın geride bıraktığı binlerce yıllık tarihiyle mukayese bile edilemeyecek derecede hızlı değişimler yaşandı.

Türkiye’de de bu değişimlerin birçoğundan istifade edildi, teknoloji kullanımı arttırıldı ve ekonomisi büyüdü. İnsanların hayat tarzı ve alışkanlarında çok şey değişti.

Ne var ki devlet yönetimimin siyasi anlayışında bir arpa boyu ilerleme olmadı. Bir hukuksuzluk ve kurumsuzluk örneği olarak anılan İttihat Terakki değerleri daima geçerliliğini muhafaza etti.  Kurumsal anlamda asla bir oturmuşluk yaşanmadı ve hep bir eğretilik öne çıktı.

Yakın zamana kadar iyi kötü bir parlamento vardı. Şimdi her hafta salı günleri parti liderlerinin konuşma yaptığı bir mekân oldu ve hükümetten gelen tasarıları oylayıp kanunlaştırmaktan öte bir fonksiyona sahip değil.

Geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi, belediyelere Türkiye’ye özgü yerli ve milli bir sistem olarak uygulanan Tayyip Erdoğan’ın başkanlık rejimi ile birlikte artık belediye reislerinin temsil edeceği herhangi bir siyasi fonksiyon ve çalışma alanı bırakılmadı.

Kanaatimce artık sadece hükümetin ve muhalefetin oy sayıları açısından istatistiki bir anlam taşıdığı için önemsenebilecek seçimlerin sonucunda kimin seçilmiş olmasının da hiçbir önemi kalmadı.

İyi haftalar diliyorum.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.