Azami Güç ve Azami Risk

Kurd24

16 Nisan’da anayasa değişikliklerinin halk tarafından kabul edilmesinden sonra AKP olağanüstü kongresini yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan kongrede genel başkan seçildi ve yaklaşık üç yıllık bir aranın ardından tekrar partisinin başına geçti. Böylece bir zamanlar Özal ve Demirel’in isteyip de gerçekleştiremedikleri bir işi başardı; sistem değişikliği ile aynı anda hem Cumhurbaşkanı hem de parti başkanı makamlarına oturdu.

Türkiye’nin çok partili siyasi hayatı genellikle güçlü liderler üzerinden şekillendi. Menderes, Demirel, Ecevit, Özal ve Erbakan gibi isimler kitleleri peşlerine takabilen karizmatik liderlerdi. Toplumsal yaşamda ve devlet organizasyonunda mühim değişikliklere imza attılar ve belli bir kudrete eriştiler. Lakin hiçbiri Erdoğan kadar bir güce sahip olmadı. Dolayısıyla Erdoğan’ın 1950’den sonra başlayan ve devam etmekte olan siyasi hikâyenin en güçlü aktörü olduğu söylenebilir.

Erdoğan’ın gücü iki yönlü: Birincisi, Erdoğan bugün partisinin tek hâkimi; parti içinde ona muhalefet edebilecek herhangi bir odak yok. Başlangıçta böyle değildi. AKP yola çıktığında Erdoğan’ın dışında Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdullatif Şener gibi başka güç merkezleri de vardı. Elbette lider yine Erdoğan’dı ama bu liderlik tek ve mutlak bir egemenliği değil, “eşitler arasında birinci” konumunu ifade ediyordu. Zamanla bu liderlik ilişkisi değişime uğradı; diğer aktörlerin güçleri çeşitli nedenlerle erirken Erdoğan zirvede tek başına kaldı.

Davul ve tokmak

İkincisi, vesayet sisteminin süreç içinde zayıflamasıdır. Erdoğan’ın seleflerini devlet yönetiminde sınırlayan birçok mekanizma vardı. Vesayetin çekirdeğini ordu oluşturuyordu. Yargı, üniversite ve medya ayakları da vesayeti tahkim ediyordu. Dört bir yandan siyasetçileri kuşatan bu düzen, onların kendi programlarını tatbik etmelerini engelliyor ve temel meselelerde kendi tercihlerini onlara dayatıyordu. Yani davul siyasetçilerin boynunda, tokmak ise vesayetçilerin elindeydi.

27 Mayıs 1960’da yapılan ilk askeri darbeden sonra kurumsallaşan ve katmerlenen bu vesayet Erdoğan ve AKP’ye çok çektirdi. 2002’de seçimleri kazanıp tek başına hükümet olmasının akabinde AKP’yi devirmeyi hedefleyen birçok plan yapıldı. 2007’de AKP’ye askeri bir muhtıra verildi. 2008’de, halkın yarısının oylarını almış olmasına karşın, tamamen uydurma bir iddianame ile AKP’ye karşı kapatma davası açıldı. Ancak Erdoğan bu badireleri atlattı, vesayeti mümkün kılan sütunları önce zayıflattı, sonra da bunları kendisine hizmet edecek tarzda yeniden inşa etti.

Vesayetin dayanakları bakımından mevcut durum şöyle özetlenebilir: Medya, önemli miktarda iktidarın denetiminde. Üniversiteler, iktidara bağlı. Yargı, son anayasa değişikliği sayesinde Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nda yapılan düzenlemeden sonra, tamamen iktidarın kontrolünde. Ordu, 15 Temmuz’daki darbenin püskürtülmesinden sonra toplum üzerindeki psikolojik ağırlığını ve iktidara karşı çıkan –meşru değil-  fiili gücünü kaybetmiş durumda, iktidar orduya dair uygun gördüğü her tasarrufu hayata geçirecek kudrette.        

Dikensiz gül bahçesi

Ezcümle Erdoğan, bir yandan partideki bütün yetkileri uhdesine aldı. Böylece parti içinde kendine itiraz edebilecek muhtemel muhalefet mahfillerini bertaraf etti. Diğer yandan ise iktidarını çevreleyen vesayet sistemini dumura uğrattı, elini kolunu harekete geçirmesini engelleyen bağları çözdü. Yani Erdoğan hem AKP’yi kendisi için dikensiz bir gül bahçesine döndürdü hem de devletin direksiyonuna tek başına oturdu.

Daha önce hiçbir lidere nasip olmamış bu durum, çok büyük bir güce tekabül ediyor. Bütün yetkiler Erdoğan’da. Belki de her liderin arzuladığı yetkiler demeti şimdi Erdoğan’ın elinde. Yürütme onda, yasamanın çoğunluğu onda, yargının tayini onda. Kendisinden öncekilerin hayallerinin ötesine geçen bir güç temerküzü söz konusu, yoluna taş koyacak herhangi bir siyasi engel de yok.

 

Yani Erdoğan gücünün doruğunda! Fakat onu bekleyen iki önemli tehlike de var. İlki, gücün doğasıyla ilintilidir. Sahip olunan devasa güç büyüklüğüyle mütenasip bir risk de barındırıyor. Zira gücünüz artıkça riskiniz de artar, azami güç azami risk üretir.

 

Erdoğan da bugün hem fiili hem de hukuki olarak tek karar verici pozisyonunda, doğal olarak bunun bazı neticeleri olacak. Artık içte ve dışta alınacak her karar, yapılacak her iş doğrudan Erdoğan’ın namına yazılacak. Muvaffak olunduğunda şüphesiz semeresini o toplayacak. Fakat ters giden işlerin hesabı da ondan sorulacak. Boyutu ne olursa olsun her icraat ile Erdoğan arasında bir bağlantı kurulacak.  Kimse alt düzeydeki yetkilerle ilgilenmeyecek. Bir başarısızlık olduğunda bedelini o ödeyecek. Çünkü artık ne ardına sığınabileceği bir bahanesi var Erdoğan’ın ne de mesuliyeti sırtına yükleyebileceği başka bir güç.

 

Gücün bozucu ve körleştirici etkisi

İkincisi, Türkiye’nin içte ve dışta birçok problem ile aynı anda karşı karşıya bulunmasıdır. Her şeyden önce içte başkanlık sistemine geçmek, işlevini kaybeden kurumları rehabilite etmek, giderek büyüyen özgürlük ve demokrasi açığını kapatmak, toplumsal bir mutabakat zemini ihya etmek ve bir bakıma devleti yeniden kurmak gerekiyor.

Dışarıda ise Suriye iç savaşı, IŞİD ve PKK/PYD ile mücadele, başta Rusya ve İran olmak üzere bölge ülkeleriyle ilişkilerin tanzimi, ABD ve AB ile bozulan dengelerin tamiri önemli sorun alanları oluşturuyor.

Türkiye’nin bu yüklü gündemin altından kalkıp kalkmamasında Erdoğan’ın tercihleri belirleyici olacak. Açık olan şu ki, hâlihazırdaki söylem ve siyaset dertlere derman olmuyor, ülkeyi daha iyi bir noktaya taşımıyor. Dolayısıyla sorunların mümkün mertebe azaltılması ve çözüm olanaklarının çeşitlendirilmesi için hem söylemde hem de siyasette bir değişim gerekiyor.

Mesele, Erdoğan’ın bu değişimi gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğidir. Erdoğan pragmatist bir lider; daha önce keskin hat değişikliklerinde bulunmuştu. Zaten siyasi ilerleyişini de bir nevi bu değişikliklere borçlu. Ancak bu kez çok büyük bir güç elde etti. Gücün bozucu ve körleştirici bir etkisi var; bu, Erdoğan’ın doğru yolu bulmasını önleyebilir. Nitekim ilk gelen sinyaller de ümit verici olmaktan uzak.   

 

  • kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.