Kürdistan’da ‘Ütopya’ Ticareti

Kurd24

Geçtiğimiz hafta İstanbul merkezli Şalom gazetesinde batı Kürdistan’da (Rojava) gün aşırı ilan edilen ütopik devrimlerden biriyle ilgili çok ilginç bir görüş yazısı çıktı. Dr. Elif Uluğ imzalı yazı Kürtlerin pek sevdiği “devrim” tanımı üzerinden yeni kurulan bir “özgür kadın” köyüne zekice bir eleştiri sunmuş. Dr. Uluğ, kerpiçten kurulan köylerinde para yerine takasla alışveriş yapmayı hedefleyen bir kadın kolektifinin ütopik anti-kapitalist iddiasının aslında taş devri hayallerini farklı bir pakette satmaktan ibaret olduğunu söylüyor. Modern insanın paranın yerine ikame edebileceği bir takas materyaline sahip olmasının önündeki engelin artık taş devri yalınlığında olmayan sosyal yaşamı olduğu ve bu tür sözde anarşist girişimlerin yeni kurulan kolektiflerle komşu köyler arasında dahi ekonomik ilişkiler oluşturamayacağı tahliline katılmamak mümkün değil. Ama Rojava’daki ütopya ticareti bahsi geçen Jînwar Özgür Kadın köyüyle sınırlı da değil. 

 

PYD’nin kurumsallaştırmaya çalıştığı ama sınırlarını henüz belirleyemediği Rojava’daki yeni oluşumunu herkesin kendince bir anlatıyla izah etmeye çalıştığını biliyoruz. Kişisel izlenimime göre bu anlatılar içinde en baskın olanı Rojava’nın PKK’nin Kürt eksenli otoriteleşme siyasetinin kazanımı olduğu. Bu anlatıya göre Rojava yeni bir Kürt bölgesel otoritesi ve PKK’nin başarılı projelerinden biri. Diğer bir anlatı, bu Kürt eksenli anlatıya ilaveten, Rojava’nın Kürt ülkesinin sınırlarının ötesinde kuzey ve doğu Suriye’de PKK’nin yarı anti-kapitalist ve demokratik-konfederasyonist projesinin gerçekleşmesi olduğunu iddia ediyor. Üçüncü ve son anlatı ise Uluğ’un da yazısında değindiği gibi Rojava’nın küresel devrimin bir başarısı olduğunu ve küresel ütopyaların gerçekleştiği bir merkez olduğunu savunuyor. Farklılıklarına rağmen üç anlatının da kesiştiği nokta ise bu devrimin bir Kürdistan devrimi olmadığı. Lakin o da bu yazının konusu değil.

 

Bu üç yaklaşımın anlatmaktan en büyük hazzı aldıkları durum ise batı Kürdistan’da yaşananların tüm dünya için dersler içerdiği ve kısa yaşam öyküsü süresince dünya devrimleri için yeni bir okul olabilmeyi başardığı. Bu anlatı için gerekli olan teorik çerçeveyi ise Abdullah Öcalan’ın ‘demokratik özerklik’ tezinin oluşturduğu söyleniyor. Bilindiği üzere bu tez Murray Bookchin’in Türkçe karşılığı ‘özgürlükçü belediyecilik’ olan politik programının bir Orta Doğu versiyonu. Belediyecilik tabirinin Kürdistan’daki siyasi beklentileri karşılamayacağı algısıyla Bookchin’in tezi demokratik özerklik olarak tercüme edilmişti. Tabii Rojava’da bu tezin Bookchin’in öngördüğü şekilde kasaba ve mahallelerde kurulacak meclislerin direkt bir demokratik konfederatif yapıyla devlet otoritesinin yerini alması şeklinde uygulandığını söylemek mümkün değil. Bunun yerine parti/örgüt sultasını destekleyecek bir hiyerarşik yapıda konumlandırılan yerel meclisler şeklinde uygulanıyor. Bu uygulanış şekliyle Bookchin’in liberteryen belediyeciliği yerine Kaddafi’nin Sosyalist Arap Cemahiriyesi’yle daha çok uyuştuğunu da eklemeden geçmeyelim.

 

Biraz dürüst olmayı göze alarak şu soruyu sormayı da atlamamak gerek: Kürtlerin dünyaya örnek olacak anti-kapitalist bir devrimleri var mı? Haber ajanslarında çok yer ayrılmış kerpiçten yapılma bir köy, idam yıl dönümünde Kobani’ye asılmış devasa bir Deniz Gezmiş posteri ya da ideolojik motivasyonlarını deneysel olmayan hiç bir politik programla izah edemeyen bir kaç düzine batılı gönüllü savaşçının kurduğu taburlar bu soruya cevap verebilmek için yeterli değiller. Bundan da ötesi, modern sosyoekonomik ilişkileri ilkel yöntemlerle değiştirmeyi öngören ve bunu meşrulaştırmak için küresel sosyal sorunları argüman edinen kuramları bölük-pörçük uygulamaya kalkmanın gerçekçi bir boyutu olduğunu söylemek de çok güç.

 

‘Dünyaya örnek bir devrimi gerçekleştirmek’ hayali anlaşılabilir bir örgütsel motivasyon olsa da kişiyi toplumsal ve ekonomik gerçekliklerinden koparmaya daha yatkındır. Oysa Kürt siyasi hareketinin çıkış noktası bu gerçeklikler üzerine kurulmuş bir teoridir. Kürdistan ulusal özgürlük hareketini Kürdistan’da sadece bir egemenlik veya eşit siyasi katılım iddiası olarak okumak bugünün Kürt ve Kürdistan gerçekliği değildir. Bu tez aynı zamanda Kürdistanlıların küresel yaşamda eşit sosyal ve ekonomik katılıma sahip olabilmesinin de teorisidir. Bir başka deyişle, Kürt politik entelijensiyasının geçtiğimiz asır boyunca ortaya koyduğu proje Kürdistan’daki absürtleştirilmiş sosyal hayatı normalleştirme projesidir. Bu normalleşme Kürdistan’ın muhtelif parçalarının tek tek ya da beraber devletleşmesi ile olabileceği gibi başka formlarda yapıcı müdahalelerle de gerçekleşebilir. Fakat temel hedef ekonomik artı değer üretiminin ilkel biçimlerine mahkum edilmiş, siyasi tüm örgütlenmesi yeraltına itilmiş ve dünyayla doğrudan bireysel ya da kolektif ilişkilere girebilmesi engellenmiş olan Kürdistan halkının küresel eşitlikte asgari pay sahibi olabilmesidir. Böyle düşünülürse bu tezin sadece siyasi bir program olmadığı daha net anlaşılacaktır.

 

Yazının başında da dediğim gibi, bugün iki parça Kürdistan’da yapılan ütopya ticareti halkla ilişkiler kaygısıyla basında çok yer verilmiş bir kaç absürt gelişmeden ibaret değil. Çok açık ki olumlu oldukları iddia edilen bu ütopik-devrim süreçlerinin hiç birisi anlatıldığı gibi uygulanmaya da müsait değil. Fakat içinde olduğu koşullar itibariyle halihazırda zaten absürt bir durumda olan sosyal, siyasi ve ekonomik hayatı Kürdistan’da daha da absürtleştirmenin Kürt siyasi tezine telafisi güç zararlar vereceğinin de farkında olmak gerekli. Özellikle de ütopyacılığın totaliter eğilimleri olan ideolojilerin çoğunlukla sosyoekonomik başarısızlıkları kamufle etmekte kullandıkları bir alet olduğu unutulmamalı. 

 

  • kurdistan24.net/tr ’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.