Bir Hayalet Hikâyesi

Kurd24

1970’lerin sonlarında bir sabah Şengal’in Êzîdîleri yeni bir gerçeğe uyandılar: Devlet Kürtçe konuşan bu dini azınlığın artık Arap olmasına karar vermiş, kararını da ivedilikle uygulamaya koymuştu. Baas rejimi, özellikle Şengal’in Êzîdîlerini, sadece Arap olarak ilan etmekle kalmamış; Êzîdîlere tek tek Arapça isimler de dağıtmaya başlamıştı. Êzîdî Kürtler nahiye müdürlükleri ve karakolların önünde sıra olup yayınlanan listelerden yeni isimlerini seçmekle meşgulken, devlet de köylerine Arapça isimler vermekle meşguldü. İsmail, Fatma, Recep olduktan sonra her şeyin normale döneceğini düşünenler ise yanılgılarını 1980’lerin başında anlayabildiler. Devlet Şengallilerin kağıt üzerinde Arap olmalarını yeterli bulmamış, tüm bölgeyi meşhur Arap Kemeri siyasetine de dahil etmişti. Bir kaç sene önce isimleri değiştirilen köyler şimdilerde dağıtılıyor, Sünni Araplar Şengal’e sevk edilirken Êzîdî Kürtlerin de büyük bir kısmı Arap bölgelerinde belli bir nüfus yoğunluğunu geçmeyecek şekilde iskân ediliyordu.

Şengal’in Araplaştırılması dönemi “biz Kürt değiliz” diyen Êzîdî bir grubun da devlet desteğiyle ortaya çıktığı dönem oldu. Şimdilerde kısaca Islah denen Êzîdi Reform ve Gelişim Hareketi’nin temelleri o günlerde bizzat Baas subaylarının denetiminde atıldı. Arapça konuşmaya özen gösterdikleri için çocuklar ve kadınların anlamadığı, geleneksel Arap kıyafetleri giyen ve devletin verdiği Arapça yeni isimleri gururla kullanan bir grup Şengal’de hiç kimsenin o güne değin olamadığı kadar özgürce siyaset yapmaya başladı. Takvimler 1980’lerin ortasını gösterdiğinde Baas rejimi Şengalli Êzîdîleri Enfal katliamı kapsamında toplama kamplarına gönderirken bu grubun seçkin üyeleri Êzîdîlerin Kürt olmadığını, bu defa kadın ve çocukların da anlaması için, Kürtçe anlatıyorlardı.

Baas’ın kendince geliştirdiği hızlı asimilasyon siyaseti tutmadı. Şengalli Êzîdîlerin çoğu Kürtçe konuşmaya devam etti, yenilenen isimlerini sadece hastaneye gittiklerinde hatırladı ve kendilerini Êzîdî Kürt olarak tanıttı. Fakat Şengal’in ortasına yerleştirilmiş Sünni Arap köyler ve Kürtçe Kürt olmadıklarını söyleyen bir grup Êzîdî de yerlerinde kaldı.

1990’larda Êzîdî ve sonradan yerleştirilen Sünni Arap aşiretler arasında kirvelik (krîv) bağları kurulmaya başlandı. Kirvelik kurumu bir tür gönüllü kardeşlik bağı olarak Êzîdî ve Müslümanlar arasında evliliklerin olmaması için yüz yıllardır yaşar. Bu kuruma Sünni Arap aşiretlerin zoraki katılımı ise Saddam’ın Kürdistan’da bıraktığı ilginç ve trajik miraslardan biridir.

2014’te IŞİD Musul’da Irak’ın 12 tümenine ait tüm NATO standardı ağır silah ve cephaneye el koyup Suriye ve Irak ordularının toplamından daha güçlü bir ordu kurduğunda Şengal artık tamamen Kürdistan kontrolündeydi. Bu güçteki bir orduya mukavemet edemediği için Kürdistan Şengal dahil bir çok cephede üç ay süren bir yenilgiye uğradı. Sırayla Rabia, Zummar, Başika, Xazir, Gwêr, Mahmur, Celawla, Sileman Beg ve Saadiye bir kaç hafta içinde düştü. Rabia ve Zummar’ın kaybedilmesiyle izole bir adaya dönüşen Şengal 3 Ağustos günü IŞİD’in kontrolüne geçti, iki binden fazla Êzîdî Kürt modern çağın en vahşi toplu katliamlarından birine maruz kaldı.

Ağustos ayının ortalarında katliamın dehşet verici ayrıntıları ortaya çıkmaya henüz başlamışken Musul’un batısında görevli bir Pêşmerge komutanı bana Şengal’in güneyinde bir kasaba büyüklüğünde olan Koço ve çevresindeki köylerin IŞİD henüz bölgeye varmamışken tahliye edilmeyi reddettiklerini anlattı. Şok olmuştum. Nitekim, katliam mağdurlarının yarısı kadarı bu bölgedendi. IŞİD, bölgeyi 3 Ağustos’da ele geçirmiş, lakin Koço ve çeveresindeki katliam 15 Ağustos’da vuku bulmuştu. Bu ayrıntıyı aktaran komutan Êzîdilerin önde gelen liderlerinin Koço’daki yerel liderlere defalarca bölgeyi terk etmelerini salık verdiğini, lakin Koço ve çevresindeki yerleşimlerdeki aşiret liderlerinin kirve oldukları Sünni Arap köylerle bir anlaşmaları olduğunu ve IŞİD’in onlara saldırmayacağını dile getirdiklerini söylüyordu. Arkadaşım Koço’daki yerel bir Êzîdî önde geleninin IŞİD için “gelen DAİŞ değil, İzzettin El-Duri, bizim bir yere gitmemize gerek yok” dediğini dehşet içinde aktarıyordu. İzzettin El-Duri Saddam’ın eli kanlı genelkurmay başkanıydı. Anlatılanların ne kadar doğru olduğunu bilemezdim. Bana anlatıldığında köylerini terk etmeyi reddeden ve diğer köylülerin de ayrılmasına izin vermeyen yerel liderlerin hepsi çoktan öldürülmüştü.

Katliamın üzerinden üç yıl geçti. Önde gelen Êzîdî liderlerinden Dr. Mirza Dinnayî bir kaç ay önce yaşadığım İsrail’e defalarca gerçekleştirdiği ziyaretlerinden birini daha gerçekleştirdi. Dr. Dinnayî, Irak eski cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin danışmanlığını yapmış, 2014’ten sonra Talabani’nin partisi KYB’den ayrılmıştı. 2014’te Şengal dağında mahsur kalan Êzîdileri kurtarmak için yapılan operasyonların birinde düşen helikopterden yaralı kurtulanlardan biriydi. Ortak bir dostumuzun evinde, Tel Aviv Üniversitesi’nden bir profesörün de bulunduğu yemek masamızda kendisine bana aktarılan bu bilgiyi açıkça sordum. Şiddetle karşı çıkmasını, bunun hiç yaşanmadığını söylemesini beklerken olayın gerçek olduğunu anlatmasıyla bir kez daha bu acının vehameti nutkumu dondurdu.

O gece Mirza Dinnayî uzun uzun kendisinin Koço liderleriyle bağlantıyı kuran kişi olduğunu ve onlara sayısız defa telefon açarak bölgeyi terk etmeleri gerektiğini ilettiğini anlattı. Koço ve çevresi Kürt kimliğini reddeden bazı aşiret liderlerinin bölgesiydi ve Kürdistan Pêşmerge’si bu bölgelere 2003’ten beri sadece küçük devriyeler halinde girebiliyordu. Mirza Dinnayî Koço’nun önde gelenlerinin kirveleri olan komşu Arap köylerinden garanti aldıklarını, IŞİD ile üç defa toplantı yaptıklarını ve örgütün, kirveleri olan Sünni Arapların ricası üzerine, bu bölgeye dokunmayacaklarını söylediklerini aktardı. Fakat IŞİD’in anlaşmayı bozacağından haberdar değillerdi. Bir gün Dinnayî’ye gelen bir telefon örgütün bu köylere İslam’a geçmeleri için 3 gün süre verdiğini iletiyordu. Koço’nun önde gelenleri yaptıkları istişarede toplu olarak din değiştirmeyi reddetmeye karar verdiler. Bu kararlarını Dinnayî ve diğer Êzîdî önde gelenlerine telefon aracılığıyla bildirdiklerinde katliama sadece saatler kalmıştı. 15 Ağustos günü ise IŞİD katliam yapacağı köylere Koço’nun kirveleri olan Sünni Arap aşiretlerin erkekleriyle beraber girdi. Saddam’ın 1980’lerde Kürdistan’a yerleştirdiği kirveler katledilecek Êzîdî komşularının mallarına el koymaya gelmişlerdi. Dinnayî bunu anlattığında masada artık yemek yenmiyordu, zira bu akıl almaz bir vahşetti. Yaşanan bu vahşetin en trajik yanı ise kirveleri tarafından aldatılan Êzîdî önde gelenlerinin çoğunluğunun 1980’lerde Baas desteğiyle “biz Kürt değiliz” diyenler olmalarıydı.

Şengal’de yaşanan Êzîdî Kürt soykırımı modern çağda insanlığa karşı işlenmiş en büyük suçlardan biri. Ama bu trajedinin başlangıcı 2014’ün kanlı Ağustos ayı değildi. Soykırımı gerçekleştirenler Baas rejiminin Arap Kemeri siyasetiyle Kürdistan’a 35 yıl önce gelmiş, ve Kürdistanlılarla gönüllü bir kardeşlik bağı olan kirvelik tesis etmişlerdi. Kendilerini Saddam’ın öğretileri ışığında artık Kürt saymayan kirvelerini aldatmış, köylerini boşaltarak Şengal dağına ulaşmalarını engellemiş, daha sonra da öldürülenlerin mülklerini yağmalamışlardı. Sadece Koço ve çevresinden yüzlerce kız çocuğunu kaçırıp çöllerde kurulan köle pazarlarında satmışlardı. İnsanlığın nefretle hatırladığı kölelik Kürdistan’ın en mazlum halkının modern çağda yaşadığı bir gerçeğe dönüşüvermişti.

Koço’ya insanlığın var oldukça unutmayacağı bu acıyı yaşatan bir sabah uyandıklarında onların artık Arap olmalarına karar vermiş olan kanlı Baas rejiminden başkası değildi. Faşist diktatörlüğün asimilasyon ve zorunlu iskan siyaseti, diktatörlüğün yıkılmasından tam on dört yıl sonra Kürdistan’da yeni bir trajediye daha hayat vermişti.

2014’ün kanlı Ağustos’unda Koço’ya gelen gerçekten İzzettin El-Duri’ydi. Saddam’ın hayaleti Kürt çocuklarını köle pazarlarında satmıştı.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.