Rojava’da Ne Var?

Kurd24

2013 yılında Amerikalı bir televizyon kanalında yayınlanmak üzere çekilen bir belgeselin danışmanı olarak batı Kürdistan’a, yani Kürdistan denmesinin önüne geçmek için kullanılan adıyla “Rojava’ya” gittim. Güney Kürdistan’ın devletleşme sürecinin son demlerine yakından şahitlik etmiş biri olarak batı Kürdistan’daki durumu yerinde görmek benim için oldukça faydalı bir deneyim olmuştu. 2003 yılının güney Kürdistanı gibi, tam on yıl sonra, batı Kürdistan’da da temelden bir değişim yaşandığını mülahaza etmiş ve bu değişimin kurumsallaşma yolunda olduğuna dair kendimi bir bakıma ikna etmeyi başarmıştım. Tabii, o günlerin bugünden en bariz farklarının başında batı Kürdistan’ın Kürt Yüksek Konseyi adında şemsiye bir oluşum tarafından yönetilmeye çalışıldığı gelmekteydi. Her ne kadar PYD ve TEV-DEM ülkenin tamamında hakim olsalar da en az bu iki örgüt kadar kitlesel olan diğer partilerle bu konsey altında bir ortaklık geliştirmiş olmaları kurumsallaşma umutları açısından oldukça önem arz etmekteydi.

Açıkça belirtmek gerekirse, her ne kadar Yüksek Kürt Konseyi’nin yönetimsel bir çaba olarak çok yerinde bir adım olduğunu düşünsem de şemsiye bir örgütün Kürdistan’da yaşanacak kurumsallaşmaların birinci önceliği olduğuna inanmayanlardanım. Daha da açıkçası, kurumsallaşmanın kimin ne kadar temsil edildiği ve kurumlardan ne kadar pay aldığıyla direkt bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Nitekim dünyadaki başarılı kurumsallaşma örnekleri de tetkik edilirse bir çoğunun tek parti yönetimlerinde inşa edildikleri alenen görülecektir. Hatta kurumsallaşma çabasının gerek duyduğu istikrarın tek parti sultalarında çok daha rahat sağlandığı da söylenebilir.

Lakin, 2012’ten bugüne neredeyse iki elin parmaklarını dahi geçmeyecek sayıda terör saldırısının yaşandığı ve görece olarak oldukça güvenli sayılabilecek batı Kürdistan’da ne kurulduğu sorusunun da sorulması gerektiği kanaatindeyim. Bu soruyu sorarken de kimin kurduğuyla değil de neyin kurulduğuyla daha çok ilgileniyorum.

Peki bugün “Rojava’da ne var?” Bu soruyu bugün batı Kürdistan’da hakim olan fiili yönetimin terminolojisiyle cevaplarsanız “halkın yönetimi var” diyebilirsiniz. Ben bu afaki tanımla da kavga etmeden soruyu bir adım daha ileri götüreceğim izninizle: “Rojava’da halkın yönetiminin neyi var?” Yani, kurulmuş bu halk yönetimi hakim olduğu topraklarda neye sahip? Bu sorunun sorulmasının zamanlaması sorunun içeriği kadar önemli. Zira bu soruyla beraber bir soru daha karşımıza çıkmakta: Yakın ya da orta mesafede bir gelecekte eğer ABD ve koalisyon PYD’den desteğini çekerse, batı Kürdistan’da savunmakla mükellef kalınacak olan nedir? Federe bir bölge yönetimi mi, tek taraflı özerklik ilan etmiş bir yönetim mi, belli başlı lokal yasal gerekliliklerini tamamlamış fiili bir yönetim mi yoksa bir partinin dünya standartlarıyla açıklanması mümkün olmayan şahsi yönetimi mi? Gelecek bir kriz döneminde bu soru daha da önem kazanmış olacak.

2017 yılı Kürdistan için krizlerle dolu bir yıl oldu. 2014-2016 arasında IŞİD’den alınmış ya da Irak’ın terk ettiği toprakları Kürdistan Hükümeti savunamadı. Bu stratejik bölgelerin başında da elbette Kerkük gelmekteydi. Irak ile neredeyse topyekün bir savaşa girildiği dönemde, Rojava özelinde de dile getirdiğim sorunun bir benzeri ortaya çıktı. Fiilen Kürdistan’a bağlanmış Kerkük’te resmi kurumsallaşma adına neredeyse bir çivi dahi çakılmamıştı. Kürdistan Parlamentosu Kerkük ile ilgili hiçbir karar almamış, Kürdistan Hükümeti resmi kurumlarıyla Kerkük’e taşınmamış, Kerkük’teki polis teşkilatı lağv edilmemiş, Kerkük valiliği Irak anayasasında belirtilen statüsünün dışında hiçbir değişikliğe uğramadan faaliyetine devam ederken gereksinim duyduğu bütçe gayri resmi yollarla Erbil tarafından sağlanmıştı. 2017 Eylül ayında referandumdan bir gün sonra Kerkük’e gittiğimde dönemin valisi Necmettin Kerim başta olmak üzere görüştüğüm tüm yetkililere aynı soruyu sormuştum: “Kerkük’te ne var?” 2017’nin Kerkük’ü aynıyla vaki bir fiili durumdan ibaret olarak uluslararası standartlarla savunulması mümkün olmayan bir halde Irak’ın atacağı adımı beklemekteydi. Nitekim, Irak Kerkük’ü geri aldığında dünyadan hiçbir tepki almazken, Kürdistan Bölgesi’nin yasal sınırlarına yaklaştığı anda geri durması yönünde telkinlerle kendine gelmişti.

Askeri savunma kapasitesini bir kenara bırakırsak, Kerkük’teki durum tam olarak böyle olmayabilirdi. Kürdistan Parlamentosu 2015 - 2017 arasında çalışabilseydi ve Kerkük için gerekli adımları atsaydı, parlamentonun en azından bir oturumu Kerkük’te yapılabilseydi, 12 bin askerden oluşan Kerkük Polis Teşkilatı lağv edilerek yerine Kürdistan’a bağlı bir yasal teşkilat kurulabilseydi ve en önemlisi Kürdistan Hükümeti’nin Kerkük’e ödediği bütçe Irak’ın petrodolar yasası yerine Kürdistan Parlamentosu’nun alacağı bir kararla yasallaştırılmış olsaydı Ekim 2017’de Kürdistan’ın Kerkük’te geçici bir fiili durum yerine savunabileceği bir kurumsallaşması olmuş olacaktı. Bu kurumsallaşmanın Kürt tarafları bir araya getirip getiremeyeceği yani askeri savunma kapasitesinin değişip değişmeyeceği ise farklı bir konu.

Aynı denklemi Rojava için kurduğunuzda ortaya çok daha vahim bir durum çıkıyor. İsmi, sınırları, idari teşkilatlanması, yasama organları ve ordusu belli olmayan fiili bir yönetimi savunmak Kürdistan için Kerkük’ü savunmaktan çok daha zor olacaktır. Uluslararası terminoloji ve standartlarla açıklanamayan bir yönetim şekli, yerel yönetimde ne kadar başarılı olursa olsun, bir kriz anında savunulması neredeyse imkansız bir tezdir. Kürdistan’ın savunulmasının yegane koşulu Kürdistanlıların kurdukları yönetimlerin asgari küresel standartlarla açıklanabilir olmaları ve böylece kriz anlarında savunulabilir tezler olarak var olmalarıdır. Tam da bu nedenle Erbil’i savunmak mümkünken Kerkük’ü savunmak mümkün olmamıştır. Bu sebeple, Pirde önlerine gelen Irak ordusu bütün dünyanın tepkisini çekmişken Afrin hiçbir surette tepki çekmemiştir. Zira, teknik olarak, Afrin küresel standartlarla işletilen bir yönetimden alınarak fiili durumlar ile kendini var eden bir yönetime bırakılmamıştır. Aksine, bir fiili durumdan diğer fiili durumun yetkisine terk edilmiştir. Bu iki durum arasında yerel yönetim ve ideolojik farklılıklar olsa da, teknik olarak her ikisi de benzer içeriklere sahiptir.

Rojava’da bir şeyler olmalıdır. İsmi, ideolojik içeriği ve sınır tanımı ne olursa olsun bu yönetimin uluslararası standartları uygulayan bir üst yasama organı, bu organa hesap veren iktisadi kurumları, küresel normlarda işletilmiş demokratik seçim süreçleri ve tüm bu süreçlerin doğru işletilmesini sağlayacak bir adli sistemi olmalıdır. Bunları yerine oturtmak IŞİD ile savaştan daha kolay olmalarına karşın olası bir kriz döneminde Kürtlere ve onların dostlarına savunulabilecek bir tez oluşturmaları hasebiyle küresel bir terör örgütünü yenilgiye uğratmaktan daha sağlam bir kaledir.