Yaşar Yakış: Türkiye politikasını Suriye’den çıkmak üzerine inşa etmeli

Eski Türkiye Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Türkiye’nin Suriye politikasının bir an önce Suriye’den nasıl çekileceği üzerine şekillendirilmesi gerektiğini söylüyor.

Sait Özmen / ANKARA

Eski Türkiye Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Türkiye’nin Suriye politikasının bir an önce Suriye’den nasıl çekileceği üzerine şekillendirilmesi gerektiğini söylüyor.

Yakış, “uluslararası toplumun Türkiye’nin, Suriye topraklarına yerleşmesinden bu veya şu şekilde rahatsız olacağını” belirtiyor.

Suriye’nin İdlib bölgesinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensupları ile rejim ordusu arasındaki yoğun çatışmalardan sonra Rusya ve Türkiye arasında Moskova’da imzalanan ve İdlib’deki çatışmaları bitirecek mutabakat 6 Mart’ta yürürlüğe girmişti.

İdlib’de ateşkes sağlanmasının ardından, Ankara’nın Şam politikasının ne olacağı, ABD’den Patriot füzelerinin alınması ve Ankara - Moskova arasında imzalanan mutabakatın geleceğinin ne olacağı gibi konular tartışılıyor.

Aynı zamanda, Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) temsilcileri arasında da mülteci sorununun çözümü konusunda yoğun bir diplomasi yürütülüyor.

K24’ün sorularını yanıtlayan eski Türkiye Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Türkiye’nin son dönemdeki dış politikasıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.

İdlib’de çatışmalardan sonra doğrudan olmasa da Rusya ve Türkiye arasında bir savaş durumu ortaya çıktı ve sahada da Suriye ve Türkiye ordusu doğrudan çatışmalara girdi. Bunun sonucunda da Moskova’da Türkiye ve Rusya arasında İdlib Mutabakatı imzalandı. Bu mutabakat, Türkiye tarafından bir kazanım olarak gösteriliyor. Sizce Türkiye açısından bir kazanım mı?

İdlib’de ateşin kesilmesinden ötürü, ateşkesi bir kazanç olarak görüyorum. Çünkü ateş kesilmemiş olsaydı her iki taraftan da can kayıpları devam edecekti. Her ölen insan bir kayıptır. Türk askeri öldüğü zaman, bizim askerimiz öldüğü için, daha büyük kayıptır. Bu yüzden orada kim kazandı kim daha çok taviz verdi ayrıntısına girmeksizin, ateşkesin imzalanmış olmasını başlı başına bir başarı olarak, olumlu bir gelişme olarak mütalaa ediyorum. Bu noktaya gelmiş olması bence iyi bir gelişmedir. Çünkü bundan sonra işi soğutma imkânı doğabilir, eğer o çatışmalar devam etseydi, olayları tırmanmaya götürebilirdi ve sonuçları her iki taraf için de zor olurdu.

Türkiye ve Rusya arasında Moskova’da imzalanan İdlib Mutabakatı’nın kalıcı olacağını düşünüyor musunuz?

Hem Türkiye hem Rusya toplantı sırasında “Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygılıyız” diye bir açıklama yaptı. Suriye topraklarının bütünlüğünü ve Suriye hükümetinin egemenliğini kabul ediyorsak bu demektir ki bir müddet sonra oradan çekileceğiz. Sonradan şu veya bu şekilde oradaki, BM tarafından terörist addedilen kesimlerin, savaşçıların oradan temizlenmesi de hedeflerden biri olduğuna göre, bu ateşkesin geçici bir ateşkes olduğunu düşünüyorum. Ama ateşkes ilerde sürekli bir ateşkes haline de dönüştürülebilir. Onun nasıl olacağı gelişmelere bağlıdır.

Son gelişmelerden sonra Ankara’nın Şam politikası ne olacaktır? Ankara’nın nasıl bir politika izlemesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

Türkiye’nin Suriye politikasının bir an önce Suriye’den nasıl çekileceğinin hesabının yapılması ve politikamızın o eksene oturtulmasının en isabetli yol olacağı kanaatindeyim. Çünkü uluslararası camia Türkiye’nin, Suriye topraklarına yerleşmesinden bu veya şu şekilde rahatsız olacaktır. Zaten Türkiye de sık sık söylüyor; bir karış toprağında gözümüz yoktur diye. Astana ve Soçi toplantılarının sonunda imzalanan nihai bildiride, “Biz Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğine saygılıyız” lafı her seferinde tekrarlanıyor. Bu kadar çok tekrarlanıp imzalı metinlere imzalar atıldıktan sonra, “Hayır biz burada kalıcıyız” dememizi izah etmek mümkün değildir. Rusya gibi bir ülke de bunu ısrarla belirttiğine göre, bizim orada uzun süre kalmamıza Rusya karşı çıkacaktır. Rusya ile böyle bir konuda dalaşmaya varmamızın Türkiye’ye zarar vereceği kanaatindeyim.

İdlib’deki gerginliğin ardından ABD’den Patriot alımı yeniden gündeme geldi. Moskova’daki mutabakatın ardından Türkiye tarafından S-400’lerle yola devam mesajı verildi. Rusya ile olası bir kriz sonucunda Türkiye yönünü Amerika’ya çevirir mi?

Uluslararası ilişkilerde her şey olabilir tabii. Türkiye, Rusya tarafından beklentilerinin karşılanmadığını görürse ilerde Rusya ile ilişkiler bu düzeyde kalmayabilir, o nereye götürür bilinmez. Gerçi Türkiye ile Rusya arasında çok ileri düzeyde bir “interdependence”  dediğimiz “karşılıklı bağımlılık” ortamı oluştu. Karşılıklı bağımlılık aslında zayıf olan taraf için bir tehlikedir, bir riski vardır. Ama karşılıklı bağımlılık aynı zamanda iki ülke arasında ilişkilere istikrar da getirir. Çünkü ben sana bağımlıyım sen de bana bağımlısın. Dolayısıyla ben senin nasırına basacağım bir şey yaparsam, karşı taraf da bir şey yapabilir veyahut da karşı taraf bir şey yaparsa kendi zararına da dokunacağını bildiği için daha itinalı davranır. Rusya’dan Türk Akımı Projesi’nden önce yüzde 56 civarında doğalgaz alımımız var. Sonra Rusya’ya çok sayıda tarım ürünleri ihracatımız olmakla birlikte Rusya Türkiye’de 20 küsür milyar dolarlık nükleer enerji santrali inşa ediyor. Aynı zamanda iki ülke arasında turizm açısından da karşılıklı bağımlılık var. Onun için Türkiye’nin Rusya ile dalaşmaya başlaması çeşitli nedenlerden kaynaklı çok kötü sonuçlar verebilir. Böyle bir duruma gelmeyeceğini düşünüyorum.

“AMERİKALILAR GELİŞMELERE BAĞLI OLARAK PATRIOT’LARI VERMEYEBİLİR”

O yüzden bunun, S-400’ler ve öte yandan da F-35’ler meselesine bağlantısı şu; Türkiye S-400’lerden vazgeçmeyeceğini en üst düzeyde defalarca, üstüne basa basa belirtti ve bu aşamadan sonra bundan vazgeçmesi zordur. Amerikalıların halen F-35’leri bir koz olarak ileriye sürmek sebebiyle, Türkiye’nin halen S-400’leri konuşlandırma aşamasına getirmeyeceği yönünde bir beklentileri var. O beklentinin gerçekleşmesine ben uzak bir ihtimal diyorum. Dolayısıyla ABD F-35’leri vermemek için ısrar edecektir. Bunun dışında başka bir konu olan Patriot füzeleri meselesi var. Amerikalılar, Türk ve Rus ilişkilerindeki gelişmelere bakarak Patriot’ları da vermeyebilirler. Çünkü şimdiye kadar onu da bir koz olarak ellerinde tutmaya çalıştığını biliyorum.

18 Mart 2016’daki Mülteci Zirvesi’nde Türkiye ve AB arasında uzlaşı sağlanmıştı. Bu çerçevede AB, Türkiye’yle mali destek sağlayacak ve üyelik müzakereleri hızlandırılacaktı. O zamanlarda da Türkiye kamuoyunda yer alan tartışmalardan biri mültecilerin pazarlık konusu yapılmaması gerektiğiydi. İdlib’deki son süreçten sonra sınır kapılarının denetiminin Türkiye tarafından durdurulduğunun açıklanması hem iç hem de dış kamuoyunda yine bu tartışmaların çıkmasına neden oldu. Sizce kapıların böyle süreçte açılması ne kadar doğru ve Türkiye mülteciler konusunda nasıl bir politika izlemelidir?

Mülteci konusunda, AB’nin ayak sürtmesinden kaynaklanan sıkıntılar var. Ama Türkiye’nin beklentilerinde de 2016’deki antlaşmaya da dönmek gerekirse içinde vize kolaylığı da dahil olmak üzere çeşitli boyutlar vardır. Türkiye’nin 72 maddeyi yerine getirmesi şartı vardı. 72 şartın 67’si yerine getirilmişti ve 5 tanesi kalmıştı. O 5 tanesinde de Türkiye, zorluklarının olduğunu belirtmişti. Özellikle Ceza Yasası’nda terör tanımının nasıl yapılacağı ile ilgili bir sıkıntısı vardı. O sıkıntı halen de aşılmış değil. Dolayısıyla AB’ye vadettiğimiz o 72 koşulun tamamı yerine gelmiş değil. Sadece vize kolaylıkları tarafıyla ilgili zannediyorum ki vize kolaylığı o şartlar yerine gelmeden mekanizma işlemeye başlamayacaktır. Bunu kabul etmek lazım.

“DIŞ POLİTİKADA MEGAFON DİPLOMASİSİ YERİNE SESSİZ DİPLOMASİ TERCİH EDİLMELİ”

Türkiye’nin dış politika yürütme üslubunda - Batılı ülkelerin kullandığı bir tabir var- “megafon diplomasisi” uygulanıyor. Ben 40 yıldır bu diplomasi mesleğinde hizmet ettiğim için, sessiz diplomasinin başarılı olduğu kanaatindeyim. Yani bu işi profesyonellere vereceksiniz ve onlar kapalı kapılar ardında müzakereleri yürütecekler; ne kadar geri çekilebilir ne kadar ileri gidilebilir şeklinde. Ondan sonra siyasi makamlara arz etmek suretiyle, siyasi makamlar da evet veya hayır diyeceklerdir.

Türkiye bu sessiz diplomasi yöntemi yerine megafon diplomasisi adını verdiğimiz, “ey Amerika, ey Fransa” yöntemini yürütüyor ve işleri zorlaştırıyor. Onun yerine bu işi mülteciler konusunda en önemli muhatap olan Almanlar ile oturup, siz nereye kadar gidebilirsiniz, biz nereye kadar gidebiliriz, bizim sıkıntılarımız ve sizin sıkıntılarınız nelerdir şeklinde ortada bir yerde bir buluşabilir miyiz gibi bir diplomasi yürütülmelidir. Ondan sonra Angela Merkel ile Cumhurbaşkanı Erdoğan karşı karşıya gelirler ve mikrofonların önüne çıkıp böyle bir antlaşmaya vardık diyebilirler. Buydu yapılması gereken. Şu anda yapılan üslubu ben içim sızlayarak izliyorum.

PORTRE / YAŞAR YAKIŞ

1938 yılında Düzce’nin Akçakoca ilçesinde doğdu. 1962 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu ve aynı yıl T.C. Dışişleri Bakanlığı’nda görevine başladı.

İlk yurtdışı görevinde Anvers Başkonsolosluğu Muavin Konsolosluğu’na atanan Yakış, Roma, Lagos ve Şam’ın Türkiye Büyükelçilikleri ile Brüksel’deki Türkiye NATO Daimi Temsilciliği’nde çeşitli görevler üstlenmiştir.

2001 yılında Dışişleri Bakanlığı’ndan emekli olan Büyükelçi Yakış, AK Parti kurucu üyesi olarak siyasete atılmıştır.

3 Kasım 2002’de Türkiye’de düzenlenen genel seçimlerde Düzce’den milletvekili seçilen Yakış, 18 Kasım 2002 tarihinde de Türkiye Dışişleri Bakanı oldu.

Fransızca, İngilizce ve Arapça da bilen Yakış “Türkiye, Suriye ve Irak arasında Su Sorunları” adlı bir kitabı kaleme almıştır.

Yakış evli ve bir çocuk babasıdır.