DEVA Partisi Kurucu Üyesi: Çözüm süreci Kürtler statü sahibi olmasın diye bozuldu

Eski Türkiye Ekonomi Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan liderliğinde kurulan Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Kurucu Üyesi Ahmet Fark Ünsal, Türkiye’nin Kürtlerin Rojava’da statü sahibi olmasını istemediği için çözüm sürecini bitirdiğini söyledi.

Cesim İlhan/İSTANBUL - Eski Türkiye Ekonomi Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan liderliğinde kurulan Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Kurucu Üyesi Ahmet Fark Ünsal, Türkiye’nin Kürtlerin Rojava’da statü sahibi olmasını istemediği için çözüm sürecini bitirdiğini söyledi.

Kürt sorununun diğer ülkelerden çok Türkiye’nin sorunu olduğunu söyleyen Ünsal, ilk önce anadil meselesinin çözüme kavuşturulması gerektiğini vurguladı.

Ünsal, Kürdistan Bölgesi’nin Irak Anayasası çerçevesinde statü elde ettiğini, partisinin de bunu göz önünde bulundurarak perspektifini belirlediğini kaydetti.

Ahmet Faruk Ünsal K24’ün sorularını yanıtladı.

Türkiye’de olası bir erken seçim bekliyor musunuz?

Türkiye’de bir erken seçimin olması sürpriz olmaz. Tabi ki erken seçimin kararı iktidar bloğunun elindedir. İktidar, 2018’de seçimi bir buçuk yıl erkene almıştı. Şimdi de alırlarsa şaşmamak lazım. Çünkü Türkiye’nin ekonomik durumu ve uluslararası ilişkilerde girmiş olduğu çıkmazlar mevcut iktidar yapısıyla Türkiye’nin yönetilmesi zor olduğu bir evreye girdiğimizi gösteriyor. O yüzden erken seçim kararı alınırsa çok sürpriz olmaz. Bunun en büyük etkisi de ülkedeki ekonomik kriz ve uluslararası politikada girilen dar boğazdır.  

DEVA Partisi Kürt meselesini nasıl tanımlıyor ve çözüm için ilk adım önerisi nedir?

Dünya’daki Kürt nüfusunun büyük çoğunluğu Türkiye’de yaşıyor. Dolayısıyla Kürt sorunu diğer ülkelerden daha çok Türkiye’nin sorunudur. Bana göre Kürt sorunu ilk önce kendisini dil meselesi olarak gösteriyor. Onun halledilmesi lazım.

Kürtçe ile ilgili özel bir programınız var mı peki?

Biz parti olarak anadilde eğitimi bir pedagojik mesele olarak ifade ettik. Oradan başlayarak en azından idari kararlarla yasa yapmaya gerek kalmadan yerleşim yerlerinin isimlerinin Kürtçeye aslına dönüştürülmesine idari kararlarla alınacak tedbirler var. Türkiye bunu başlangıç olarak yapabilirse daha sonra yasal olarak diğer durumlara ya da sorunlara yönelebilir. Şu anda buradan başlamak gerekiyor diye düşünüyoruz.

Partiniz, Kürdistan Bölgesi’ni nasıl tanımlıyor?

Kürdistan Bölgesi, Irak Anayasası’na göre kurulmuş Irak’ın idari sisteminin bir parçası olan bir bölgedir. Partimiz bu çerçevede yaklaşıyor. Ayrıca Kürdistan’ın iki ayrı özelliği daha var. Birincisi Kürdistan Bölgesi, Türkiye’nin çok önemli bir ekonomi ve iş ortağıdır. Dolayısıyla Kürdistan Bölgesi’yle iyi ilişkiler kurmak sadece Irak Kürtleri için değil, 84 milyonluk Türkiye için de çok önemlidir. Bir başka önemli mesele ise, bizim akrabalarımız Kürdistan Bölgesi’nde var, yöneticiler dahil. Batı Trakya, Bulgaristan, Azerbaycan, Türkmenistan’daki akrabalarımıza nasıl yaklaşıyorsak, aynı şekilde Kürdistan Bölgesi’ndeki Kürtlerle de aynı kültürel ve duygusal gerekçelerle yaklaşmamız lazım. Partimizin perspektifi budur.   

Sizin de dediğiniz gibi Kürdistan Bölgesi Irak Anayasası’nda yer alan ve uluslararası arenada kabul gören resmi bir statüye sahip. Türkiye son dönemlerde “Kuzey Irak” ve “Irak’ın kuzeyi” ifadelerini kullanıyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok yanlış buluyorum. Bir önceki sorunun cevabında dediğim gibi Kürdistan Bölgesi, Irak Anayasası’nda nasıl tanımlanıyorsa tanımının da o şekilde yapılması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de bu şekilde yaklaşırsanız hem Kürdistan Bölgesi yöneticilerinin nezdinde hem halk nezdinde kendisine saygının verilmediği izlenimi doğurmuş olursunuz. Ticari ortağınıza, akrabanıza yapılmaması gereken bir durum. Bu bir tarafı da bir saygı sorunudur. Tabi Türkiye Kürt meselesini yanlış kozmetik durumlarla aşacağını zannediyor. Bundan dolayı bu tür şeyleri kullanıyor. Halbuki Kürt sorunu bir tarafıyla eşitlik ve saygı sorunudur. Bırakın kendi Kürtlerinizi dışınızdaki anayasa ile tanınmış ismine bile saygı duymazsanız kendi Kürt vatandaşınız nezdinde güvenlirliğinizi yitirmiş olursunuz. Dolayısıyla DEVA Partisi’nde saygı ve eşitlik, bu işin temeli…

2013 ile 2015 yılları arasında bir çözüm süreci vardı. O süreç şu an nerededir sizce, yeni bir süreç olursa DEVA Partisi nasıl yaklaşır?

Kanaatimce çözüm süreci Türkiye’nin bir meselesini halletme motivasyonuyla dizayn edilmiş bir süreç değildi. Bunu bugünkü yönetenler bakımından söylüyorum. Suriye Kürt bölgesinin dağılmakta olan Suriye yönetiminde bir başka idari yapı olarak çıkmasını engellemek için bir ön alma şeklinde başlatıldığını düşünüyorum. Ama Türkiye’nin beklediği şekliyle Suriye’nin Kürt bölgesindeki meselesi gelişmedi. Dolayısıyla çözüm süreci dediğimiz şeyi çok rahat bozdular.  

Yeni bir süreç mümkün mü?

Olmaması için bir sebep yok. Suriye ya da Irak’a dönük bir önlem almaya değil, Türkiye’deki kendi vatandaşının sorununu çözme niyetiyle yaklaşırsa meseleye çözüm süreçleri olur tabi ki. İhtiyaç da var. 

Yani Suriye’de gelişen olaylar ile buradaki çözüm süreci birbirine bağlantılı olduğunu mu söylediniz?

Tabii. Türkiye Suriye ayaklanmalarıyla birlikte Suriye’de oluşacak otorite boşluğunun, kuzey Suriye’de ve Kürtler için farklı bir bağımsız ya da federatif idari yapı oluşturacağı korkusuyla bunu önleme amacıyla çözüm sürecini yürüttü ama beklediği şeyler Suriye’de olmayınca bu işten vazgeçti bence. Türkiye, Kürt sorununu kendi sınırları dışındaki Kürtlerin statü elde edip etmemesine bağlı olarak kendi sorununa yaklaşıyor. Yani dışarıdaki Kürtlerin statüsünü durdurmak ya da önlemek için bir yöntem olarak çözüm sürecini başlattı. Dışarıdaki yapılara engel olamayınca da çözüm sürecini durdurdu. Tabi kendi vatandaşının sorunlarını çözmek için uygulamasanız hem sonucu gelmez hem başarısız olur. Bir de şuna bakalım: Niye bizim Kürtlerimiz Irak’a ya da Suriye’ye bakarak kendilerine bir gelecek çizsinler? Bu doğru değil. 

Size göre doğru olan nedir peki?

Oradaki Kürtlerin daha gelişmiş bir Türkiye’ye bakarak bir yol çizmeleridir. Yani Türkiye Kürtleri Suriye’ye ya da Irak’a bakarak bir örnek bulmamalarıdır. Bilakis oradaki Kürtlerin Türkiye’deki Kürtlere bakarak özenmeleri gerekiyor. Dolayısıyla böyle bir Türkiye inşa etmek siyasetin temel tercihi olmalıdır.

O zaman Türkiye’nin Suriye Kürtleriyle nasıl bir ilişkisinin olması gerekiyordu?

Türkiye, Suriye savaşından sonra oluşan büyük göç dalgasını günün birinde işler yatışırsa Suriye’nin kuzeyinde bir demografik mühendislik imkânı olarak gördü ve Arap nüfusunu Suriye Kürt bölgelerine yerleştirerek adeta Suriye Kürtleri ile kendi arasında bir Arap kuşağı oluşturmak şeklinde kurguladı diye düşünüyorum. Türkiye’nin böyle yapmaması gerekiyordu. Türkiye, Suriye iç itilafında yanlış politikada durdu. Türkiye, Suriye’nin demokratikleşmesinde Kürtleri partner olarak görmesi gerekiyordu rakip olarak değil. Bunu yapamadı. 

Sizin dediğiniz Türkiye’nin oluşturduğu Arap kemeri başarılı olur mu?

Yarın öbür gün Suriye’ye barış geldiğinde 4 milyondan fazla Suriyeli nüfusun vatandaş olanlar için bir şey diyemem ama Türkiye’de vatandaşlık almamış olanlar muhtemelen kuzey Suriye’ye gönderilmek istenecektir. Zaten ‘TOKİ oralarda ev yapsın’ diyorlardı. Cerablus’taözellikle Zeytin Dalı Hareketi’yle Arapları oralara yerleştirmek istediğini söylemişti, kaldı ki en son Barış Pınarı Operasyonu’nda da Türkiye ile Suriye arasında 30 kilometrelik bir tampon bölge talebi vardı. Bütün bunlar Türkiye’deki Suriyeli mültecileri oralara yerleştirmenin alt yapısıdır. Bu hem Suriye’deki demografik yapıyı bozan düşman bir politika, hem de Türkiye’nin kendi içinde yaşayan Kürt vatandaşların nezdinde Türkiye’yi sevimsiz bir duruma düşürecek bir politika.

Partinizin yerel yönetim ve özerklikle ilgili bir çalışması var mı?

Partimizin mahalli idarelerin daha katılımcı daha denetlenebilir daha şeffaf bir yönetimle oluşturulmasının ve halk iradesinin gerçek anlamda tecelli edecek bir mahalli idarelerin oluşması konusunda programı var. Ama özerklik olarak yok.

Türkiye’nin Libya politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?Taraflar arasındaki son ateşkes görüşmesinde Türkiye müdahil edilmedi.

Libya meselesinde sadece Türkiye’nin değil, BAE, Mısır ve Suudi Arabistan’ın oraya müdahalesi söz konusu. Ama Türkiye maalesef diplomasiyi inşa etmek barışı ve masayı tercih etmek yerine araziyi tercih etti. Türkiye’nin sadece Libya’da değil, başka yerlerde de uluslararası sistemin önemli aktörleri tarafından sıkıştırılmasını sonuç olarak getiriyor. Libya’daki ihtilaf başka yerde maliyet olarak karşınıza çıkabiliyor. Yapılması gereken bence hem daha önce orayı yönetmiş bir gücün mirasçısı olarak taraflar arasında barış masasının kurucu aktörü olması gerekiyordu. Ama kendi iç barışını sağlayamamış Suriye’de ve Arap dünyanın başka bölgelerinde doğru işler yapamamış Libya’da barış masasını kurmak için aktör olmak istemesi muhataplar tarafından ciddiye alınmıyor.

Son zamanlarda Türkiye, PKK gerekçesiyle Kürdistan Bölgesi’nde bazı bölgeleri bombalıyor. Duhok’a bağlı çok sayıda köy boşaltıldı. Bunu nasıl görüyorsunuz?

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin İHA’ları 2 Irak generalini vurmuştu. Bu sürdürülebilir bir durum değil. Yani elinizde sürekli silahla komşu ülkenin topraklarında onlara rağmen sürekli askeri güç bulundurarak orda varlığınızı korumanız mümkün değil. Bu Türkiye’nin iç barışına katkı sağlamaz. Yapılacak iş bence derhal Türkiye’nin de ihtiyacı olan gerçek bir barışı başlatmak. Bu yapılmadığı sürece Türkiye’nin ne Suriye’de ne Irak’ta güç bulundurma buna ne ekonomik ne uluslararası ilişkiler bakımından bunu sessiz sedasız sürdürmesi mümkün olmaz. Bunlar ne Türkiye’ye ne de bölgeye huzur getirir. 

Geçtiğimiz günlerde Türkiye Karadeniz’de doğal gaz bulduğunu açıkladı. Bu bir sürpriz miydi, gerçekten doğal gaz yeni mi bulundu yoksa bilinen bir durum muydu? Seçim yatırımı olabilir mi?

Türkiye şeffaf olarak yönetilen bir ülke değil. Daha önceden Tekirdağ’da 20 trilyon metreküp gaz bulduk diye açıklama yaptılar. Akçakoca açıklarında bulduklarını söylediler. Taksim’deki kazılar sırasında İstanbul’un ihtiyacını karşılayacak gaz bulduklarını söylediler. Hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu bilmiyoruz ama bildiğimiz bir şey var; Türkiye seçim atmosferine girdiği her dönemde mutlaka doğal gaz bulunuyor ve seçim bittikten sonra bulunan doğal gaz ortadan kayboluyor. Dolayısıyla söylenenlere inanmamak için çok fazla nedenimiz var. İnanmamızı gerektirecek şeffaf yönetim olmadığı için de sözler hep böyle ortada kalıyor.