Washington ile Moskova Suriye operasyonuna yeşil ışık yakmaz

Aydın Sezer
Aydın Sezer
Aydın Sezer

ANKARA (K24)

Dış Politika Uzmanı Aydın Sezer, olası bir Rojava operasyonuyla ilgili, “Rusya, Tel Abyad ile Resulayn’da TSK’nın bulunduğu bölge ve derinliğin ötesindeki yerlere yönelik bir harekata yeşil ışık yakmıyor. O noktalara da yeşil ışık yakmayacağını düşünüyorum ama ABD’yle işler ters giderse ya da Kürtlerle Esad arasındaki müzakerelerde bir tıkanma olursa orada da sınırlı bir müdahale ya da operasyon konusunda Rusya kendi politikasını realize etmek için yeşil ışık yakabilir” değerlendirmesinde bulundu.

Rusya’nın Kamışlo’daki uçak hareketliliğini ise Sezer, “Bölgedeki hava savunma kontrolünün Rusya’nın denetiminde olduğuna yönelik çok açık mesaj” olarak değerlendirdi.

Sezer, “Bölgede siyasi iklim çok sert bir şekilde değişiyor. Bütün yollar Esad’ın daha da güç kazanacağı bir sürece evriliyor” görüşünü vurguladı.

Suriye’nin İdlib bölgesinde rejim ordusu ile Rusya’nın operasyonlarını yoğunlaştırdığı ve son zamanlarda Rojava’ya yönelik saldırıların arttığı bir dönemde Washington ile Moskova’yla diyalog kapılarını zorlayan Ankara, operasyon sinyali verdi.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TSK’nın kontrolünde yer alan Tel Rifat’ta iki özel harekat polisinin düzenlenen füze saldırısında hayatını kaybetmesinin ardından, “Polislerimize yönelik son saldırı ve topraklarımızı hedef alan tacizler artık bardağı taşırmıştır. En kısa sürede bu sorunların çözümü için gereken adımları atacağız” açıklamasında bulunmuştu.

Erdoğan’ın söz konusu açıklamalarının ardından olası operasyon için ABD ve Rusya’dan destek istediği, bunun için ABD Başkanı Joe Biden ile bir araya gelmek üzere diplomatik arayışlara girdiği değerlendirmeleri yapılmıştı.

Ancak Roma'daki G20 zirvesinde Joe Biden ile bir araya gelen Erdoğan’ın söz konusu görüşmede Rojava’ya yönelik olası operasyonu dile getirip getirmediği bilinmiyor.

Söz konusu gelişmelerle birlikte Moskova ile Washington’un Kürtlere yönelik yaklaşımlarını ve Rusya’nın bölgedeki hakimiyetini Dış Politika Uzmanı Aydın Sezer’le konuştuk.

Yaptığınız değerlendirmelerde Türkiye’nin Kuzey Suriye’yle (Rojava) ilgili kaygısını gidermesi için 2019’daki pozisyonuna, Adana Mutabakatı’na dönmesi gerektiğini belirtiyorsunuz. Hatırlayacak olursak, nedir bu mutabakatın önemi?

Adana Mutabakatı aslında 1998’de Türkiye’yle Suriye arasında varılan bir mutabakattır. Bu mutabakat, özellikle Şam’da bulunan terör örgütü PKK liderinin Türkiye’ye yönelik tehdidi nedeniyle tarafların uzlaştığı bir protokoldür. Bu protokolün detayları bir tarafa, protokolün gizli ek maddelerine göre Suriye yönetimi, Ankara’nın terör kaygılarını gidermesi için Türkiye’ye sınırları içerisinde gerekli gördüğü hallerde 5 kilometre derinlikte koridor oluşturma olanağı sağlıyor.

1998’den 2010’a kadarki süreçte Suriye kaynaklı Türkiye’ye yönelik herhangi bir terör tehdidi meydana gelmedi. Suriye’nin de kendi üzerine düşen vazifeleri yerine getirdiğini biliyoruz ve bu protokol daha da ileriye taşınarak iki ülke hükümeti arasında daha kapsamlı bir anlaşma haline döndü. O anlaşmayla birlikte her iki ülkenin birbirleri üzerinde “teröristlerle ilgili hükümler” kayıt altına alındı. Rusya Devlet Başkanı Putin de sürekli bu anlaşmaya atıfta bulunuyor. Anlaşmada, “Eğer sınırlarınızda terörle ilgili kaygınız varsa 5 km derine girebilirsiniz, burada bir koridor oluşturabilirsiniz” deniliyor. Putin’in Türkiye ile Suriye arasında 2010’da imzalanan anlaşmaya değil, daha eskiye, yani 1998’e atıf yapmasının temelinde de bu var.

2019’da Rusya’yla imzalanan anlaşmayla nasıl bir bağlantısı var?

2019’da Barış Pınarı Harekatı sona erdiğinde, Rusya’yla imzaladığımız 22 Ekim 2019 tarihli mutabakat zaptının dördüncü maddesinde tekrar Adana Mutabakatı’na atıf var. Anlaşma metninde “Rusya bu mutabakatın uygulamasını kolaylaştıracaktır” ifadesi var. Yaptığım değerlendirmelerde de şunu söylüyorum: 2019 Ekim ayı itibariyle Türkiye Adana Mutabakatı’nı Rusya’yla tekrar yaptığı resmi görüşme sonucu gündeme getirmiş durumda.

Ankara henüz Washington ve Moskova’yla anlaşma zemini bulamasa da sahadaki askeri ve istihbari unsurlar tüm hazırlıkları tamamlamak üzere seferber edilmiş gözüküyor. Türkiye’nin Rojava’ya yönelik askeri operasyonu ABD veya Rusya’ya rağmen gerçekleşir mi?

Birincisi sahadaki hazırlıklar ya da temaslar, Türk ve Rus askeri birlikleri arasında gerçekleştirilen görüşmeler olağan ya da yapılması gereken çalışmalar olarak değerlendirilebilir. Eğer bir müdahale planlanıyorsa, öncesinde bu tür hazırlıkların yapılması önemlidir. Fakat buna karar verecek olan sahadaki askerler değildir. Siyasi bir kararla bu harekatın gündeme gelip gelmeyeceği bekleniyor. Esas olan siyasi iradenin vereceği karardır.

ABD ve/veya Rusya’yla bir anlaşma, temas ya da uzlaşma olup olmadığı gündeme geliyor. Kuzey Suriye açısından durum 2019’dan çok farklı. 2019 Barış Pınarı Harekatı’nda ABD’yle Rusya’nın belirli sınırlar içerisinde bunun onaylandığı ifade edilmişti. Bu, medyada geniş bir şekilde yer almıştı. Ben böyle bir onay olduğu kanaatinde değilim.

Neden?

6 Ekim 2019’da ABD resmi açıklamayla Türkiye’nin operasyon yapacağını belirtti. ABD, bunun IŞİD’le verilen mücadeleye zarar verip vermeyeceği konusu üzerinde durdu fakat Trump üç gün sonra, Sayın Erdoğan’a mektup yazarak, bu harekatla ilgili çok sert ifadeler kullandı. Kaldı ki 14 Ekim’de de ABD bu harekat dolayısıyla Türkiye’ye müeyyide uyguladı. Ayın 17’sinde de Türkiye’yle ABD ortak açıklama yaptı. Fakat o güne kadar sessiz kalan Rusya, 22 Ekim 2019’da harekatı bitiren görüşmeye ev sahipliği yaptı. Az önce konuştuğumuz Adana Mutabakatı da o protokolün dördüncü maddesinde yer alıyor. Ayrıca Barış Pınarı Harekatının bittiğini de Rusya Dışişleri Bakanı açıkladı.

Peki, o tarihteki koşullar nasıldı?

ABD’nin Kuzey Suriye’deki varlığı, Rusya’nın rahatsız olmasına neden olmuştu. Rusya Kürtlerle ABD arasındaki işbirliğine de karşıydı. Çünkü Rusya o zaman Kürt güçlerini ayrılıkçı güçler olarak değerlendiriyordu. Dolayısıyla Rusların Kürtlerle Esad’ı yakınlaştırmak gibi bir pozisyonu vardı. Bunu yaparken de Kürtler üzerinde kurmaya çalıştığı baskı ya da sağlamaya çalıştığı iknada, Türkiye’nin olası müdahalesini öne sürüyordu. Harekatın sonunda devreye giren Rusya, dolayısıyla bu operasyona yeşil ışık yakarak, ABD güçlerinin daha da güneye gideceğini, hatta Türkiye’nin harekatıyla tamamen Suriye’den çıkartılması planını gerçekleşeceğini bekliyordu. Kürtlerin de Esad’a mecbur olacaklarını düşünüyordu. O dönemin koşulları böyleydi.

ABD’yle Rusya’nın iletişim ve anlayış birliği içerisinde olduğu, ABD’nin bir takvim çerçevesinde Suriye’den çekileceği, Rusya’nın ise bunu bildiği ve Washington ile Moskova’nın Kürtleri Esad’la yaklaştırma zemininde olduklarına dair söylemler var. Kaldı ki Tel Abyad (Girê Spî) ve Resulayn’ın (Serêkaniyê) dışında, sağında ya da solundaki bölgelere yönelik bir harekata Rusya’nın 2019’da da olduğu gibi bugün de izin vermesini asla tahmin etmiyorum, beklemiyorum. Kamışlo’daki askeri hareketlilik de bunun örneğidir. Ayrıca ABD’nin de Türkiye’nin daha da güneye inerek ABD askerini riske atmasını onaylayacağını düşünmüyorum.

Kamışlo’dan söz etmişken, Rusya’nın Rojava’da geniş çaplı bir operasyona hazırlandığı ve Suriye ordusunu desteklemek üzere Kamışlo kentine 20 savaş uçağı gönderdiği de iddia ediliyor. Bu iddiaların gerçek olduğunu varsayarsak Moskova bu eylemleriyle neyi amaçlıyor olabilir?

Kamuoyundaki tartışmaları ben de takip ediyorum. Kamışlo’ya 20’den fazla uçak ve helikopterin indiği Rus medyasında geniş çapta yer aldı. Ama Türkiye medyası uçakların eğitim için geldiğini, geri gittiğini yazdı. Bunlar hava aracı olduğu için, nerede bulunduklarının bir önemi yok. Fiilen Kamışlo’da durmaları ya da daha ötede yer almalarında bir anlam yok. Ama Rusların bu uçakları indirip uçuş yaptırmaları -ister geri götürsünler ister götürmesinler- çok net bir mesajdır.

Ne gibi bir mesaj içeriyor?

Bölgedeki hava savunma kontrolünün Rusya’nın denetiminde olduğuna yönelik çok açık mesaj. Bunu hiç tartışmaya bile gerek yok. Tekrar söylemek gerekirse Rusya, Tel Abyad ile Resulayn’da TSK’nın bulunduğu bölge ve derinliğin ötesindeki yerlere yönelik bir harekata yeşil ışık yakmıyor. O noktalara da yeşil ışık yakmayacağını düşünüyorum ama ABD’yle işler ters giderse ya da Kürtlerle Esad arasındaki müzakerelerde bir tıkanma olursa orada da sınırlı bir müdahale ya da operasyon konusunda Rusya kendi politikasını realize etmek için yeşil ışık yakabilir.

Rojavalı Kürtlerin ve Şam hükümetinin de Türkiye’nin olası operasyonuyla ilgili çeşitli diplomatik adımlar attığını, her olasılığı değerlendirdiklerini tahmin ediyoruz. Bu süreçte iki taraf nasıl bir pozisyon alacaktır?

Tüm unsurlarıyla sahadaki Kürtlerle ilgili çok sağlıklı bir bilgiye sahip değilim fakat takip edebildiğim kadarıyla onların da ABD, Rusya ya da Esad’a yönelik yaklaşımlarında tek bir görüş olduğunu sanmıyorum. Burada esas olan tümünün ne dediği değil, en önemli ve güçlü unsurların ne dediğine/ne demediğine bakmak lazım. Örneğin ENKS Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Kamuran Haco, üç gün önce Moskova’da Dışişleri Bakanlığında temaslarda bulundu. Rus medyasına verdiği demeçte de şu ifadeyi kullandı: “Bir gün buradan Amerikalılar gidecek ama Rusya kalacak.” Bu da gösteriyor ki; Suriye Kürtleri şu ana kadar ABD’yle sağladıkları işbirliğiyle nereye kadar gidecekleri konusunda sorular sormaya başladı. Bu noktada Esad’ın Kürtlere yönelik uzlaşmaz tutumu varsa, bunu Rusya üzerinden kırmaya çalışmaktan başka şansları olmadığını artık onlar da fark ediyorlar diye düşünüyorum. Zira bölgedeki özerk ya da bağımsız Kürt yapılanmasına sadece Türkiye ya da İran değil, Rusya da karşı. Rusya’nın ayrılıkçılıkla suçladığı Kürtlere ve çok mesajlar verdiği son 4-5 yıl içerisinde görüldü. En somut örneği, Afrin harekatından önce Lavrov’un Kürtlerin Rakka’da IŞİD’le işbirliği yaptığına dair beyanlarıdır. Bunları 2017 Haziran’ında dile getirmişti.

Rusya her ne kadar PKK’yı ve YPG’yi terörist saymasa da o bölgede istediği planın içerisinde Kürtlerin de konumlanmalarını istiyor. Ancak bu sayede Suriye’nin toprak bütünlüğü, bağımsızlığı ve egemenliğinin sağlanabileceğini düşünüyor. Astana sürecinin başladığı 2017 Ocak ayında Rusya’nın ortaya attığı taslak Suriye Anayasası’nda o bölgede Kürtlere kültürel bir otonomi verilmesi detayları var. Sadece Kürtlere değil, diğer etnik gruplara yönelik de var.

Başka faktörler de söz konusu mu?

Burada İsrail faktörü de var. İsrail’in Suriye’deki saldırılarının Suriye’ye mi yoksa İran’a mı yönelik olduğu ayrıca tartışılır ama İsrail gazının Suriye üzerinden Lübnan’a gitme projesi üzerine çalışılıyor. Dolayısıyla İsrail de bölgede güçlü bir Esad veya güçlü bir Suriye’nin olmasını, İran yayılmacılığının önlenmesi açısından çok önemsiyor. Bölgede siyasi iklim çok sert bir şekilde değişiyor. Bütün yollar Esad’ın daha da güç kazanacağı bir sürece evriliyor.

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Biden’ın Glasgow’daki İklim Zirvesi’nde görüşmesi bekleniyordu ancak “son dakika” kararı ile bu görüşme Roma’da gerçekleşti. Son dakika alınan görüşme kararını ve görüşmede ele alınan konuları nasıl yorumluyorsunuz?

Birincisi Erdoğan’ın, New York’ta BM zirvesinde Biden’la görüşememesi Türkiye açısından bir kriz olarak değerlendirildi ve Ankara ile Erdoğan Biden’a yönelik çok sert ifadeler kullandı. Ancak yaklaşık bir ay önce, Erdoğan ile Biden’ın New York’ta değil de Roma’da görüşecekleri haberi gündeme düştü. Dolayısıyla son haftaya kadar bu görüşmenin Roma’da gerçekleşmesi bekleniyordu. Bunun altını net olarak çizelim. Fakat o döneme kadar Erdoğan’ın Glasgow’daki İklim Zirvesi’ne gidip gitmeyeceği net değildi. Roma’yı tamamen biliyorduk ama Glasgow’u bilmiyorduk. Roma’daki görüşmenin Glasgow’a kaydırılacağı haberi çıktığı anda Erdoğan’ın da İklim Zirvesi’ne katılacağını öğrendik. Ancak böylesi geniş çaplı zirvelerin çalışmaları aylar öncesinden yapılır; heyetler, araçlar, kimlikler, protokoller, programlar belirlenir. Bu da gösteriyor ki öncesinde üzerinde mutabık kalınmayan bir programdan söz ediyoruz, son dakikada kotarılmaya çalışıldı. O kadar son dakikadır ki Türkiye’den Roma’ya giderken de bu belli değildi. Her şey güya Roma’da belli oldu ve Sayın Erdoğan Glasgow’a gitmekten vazgeçti. Ama biz Biden-Erdoğan görüşmesinin Roma’da gerçekleştiğini öğrenmiş olduk. Benim açımdan Glasgow’a gitmenin asıl amacı İklim Zirvesi değil, Biden görüşmesine icabet etmekti, Roma’da bu görüşme sağlanınca gitmeye de gerek kalmadı diye düşünüyorum.

Görüşme bu kadar önemli miydi?

Görüşmenin yapılmış olması Türkiye açısından son derece önem atfedilen bir konuydu. İç politika açısından en büyük başarı görüşmenin yapılmasıydı. ABD kanadından yapılan açıklamada gördüğümüz üzere Biden iki konuyu gündeme getirdi: Birincisi S-400’lerden vazgeçilmesi gerektiği konusuydu. İkincisi de Türkiye’deki insan haklarıyla ilgili hassasiyetlerdi. Bu hassasiyetler de bir şart olarak sunuldu. Türkiye tarafı ise hangi konuyu masaya getirdi, hangi konuda ne konuşuldu soruları sorulduğunda da Türk tarafınca yayımlanan metni esas alarak konuya bakarız. Açıklamaya baktığımızda karşılıklı mekanizma kurulmasının dışında somut bir şey yok. Türkiye’yle ABD arasında onlarca mekanizma kuruldu. Sorun çözülemediği ya da sarpa sardığı zaman en kolay şey mekanizma/komisyon kurmaktır. Burada iki ülke arasındaki yapısal sorunların ele alındığı kanaatinde değilim. Görüşme öncesi gündem her ne ise şu anda da Türk-ABD ilişkilerinde aynı gündemle devam ediyoruz.

Eğer bu görüşmede olası bir Suriye operasyonu konusunda Biden’a yönelik bir talepte bulunulduysa, tekrar en başa döneceğim, bu talebin karşılığını Donald Trump döneminde de alamamıştı (ne kadar medyada öyle zannedilse de). Talep varsa bile Biden’ın buna yeşil ışık yakmadığı bilinen bir realitedir.