Cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turda sonuçlanır

Prof. Dr. Rüstem Erkan
Prof. Dr. Rüstem Erkan
Prof. Dr. Rüstem Erkan

DİYARBAKIR (K24)

Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rüstem Erkan, cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turda sonuçlanmasının sürpriz olmayacağını söyledi.

Prof. Dr. Rüstem Erkan, Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, HDP’yle “bakanlık pazarlığı” yapmasının, Kılıçdaroğlu açısından negatif bir sonuç doğuracağını belirtti.

“Başa baş bir seçim olacak diye düşünüyorum” diyen Erkan, “Yüzde 51, yüzde 52’yle birinci turda her iki adaydan biri de kazanabilir” dedi.

Prof. Dr. Rüstem Erkan, K24’ün sorularını yanıtladı:

Kılıçdaroğlu'nun adayı olması, bölgede nasıl yankılanır? Kılıçdaroğlu'nun adaylığına Kürtler nasıl bakıyor? Bununla başlayalım.

Şimdi adaylığını açıkladıktan sonra gerek Kürtlerde gerek HDP seçmeninde Kılıçdaroğlu'na dönük bir sempati olduğu ortaya çıkıyor. Yani sonuç şunu gösteriyor: Aslında CHP'nin bildiğimiz gibi bölgede oy oranı çok düşük. Ama bu cumhurbaşkanlığı seçiminde bölgede yer yer yüzde ellileri yüzde altmışları bulacak bazı illerde. Onu gösteriyor. Yani bu burada direkt HDP seçmeninin önemli bir kısmının ya da sadece HDP seçmeninin değil, belli bir ölçüde merkezde duran diğer Kürt seçmenin vesairenin Kılıçdaroğlu'na yönelik bir olumlu tavır içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu cumhurbaşkanlığı seçimiyle milletvekilliği seçimi birbirinden ayrılmış olacak. Aynı şeyin Cumhuriyet Halk Partisi'ne oy olarak yansıması mümkün değil. Cumhuriyet Halk Partisi eğer bölgede Çok böyle yüksek profilli adaylar göstermezse, yüksek profilli adaylar derken de partiler eski paradigmayla büyük ölçüde hareket ediyor, yani eski kanaat önderi kendi kendisine belirliyor. Aşiret, aile vesaire. O tür adaylarla oy alma ihtimali yok. Yüksek oranda siyasette yüksek profilli adaylarla giderse oyunu artırır. Yer yer milletvekili de çıkarabilir. Ama burada bölge büyük ölçüde cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine odaklanmış durumda. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de gerek AK Parti'den uzaklaşan seçmen gerek AK Parti'nin kurmuş olduğu, kendi içinde kurmuş olduğu koalisyona dönük tepkilerden dolayı burada Kılıçdaroğlu'na bir yönelme olduğu açıkça görülmektedir.

HDP'nin ‘Bakan istemiyoruz’ tavrı var. Bu seçmeni nasıl etkiler?

Çok etkilemez. Zaten öyle bir pazarlık olursa Kılıçdaroğlu'nun kazanma şansını çok azaltmış olur. HDP yüzde 40’lara çıkar. Dolayısıyla böyle bir açık pazarlık, hatta pazarlık usulü bile cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu'nun aleyhine olur. Burada mesele genel bir demokratikleşme tavrıyla, yani bireysel haklar üzerinde genel demokratikleşme, Cumhuriyet Halk Partisi'nin de yıllardır savunduğu hukuk reformuyla vesaireyle sorunların çözümü yönünde ya da seçimden sonra bir diyalog sürecinin başlatılması yönündeki bir yaklaşım daha olumlu yansır ama bunu diğer o Altılı Masa’nın diğer ortaklarını da rahatsız edecek şekilde HDP'yi masanın bir ortağı gibi algılanmasına neden bir tavır ortaya çıkması, Türkiye'nin diğer yörelerindeki seçmen tavrını da değiştirir. Evet, Meral Akşener'in özellikle bu konuda ciddi bir tavrı var. Özellikle HDP'nin taleplerinin masaya gelmemesi konusunda bir anlamda CHP'yi uyarıyor.

Bu seçmeni, özellikle Kürt seçmeni ve HDP seçmenini nasıl etkiler?

Bence beş cumhurbaşkanı yardımcısı ve iki belediye başkanının cumhurbaşkanı yardımcısı olması, seçmen davranışı üzerinde çok etkili olmaz. Seçmen sonuçta cumhurbaşkanı adayına oy veriyor. Şimdi bir de Akşener'in tavrına, geçmişine ve partisine bakıldığı zaman aslında bir yumuşama olduğunu, en azından diyalog yolunun kapatmadığı görülüyor. Fakat Akşener bunu HDP'nin masanın bir ortağı gibi görünmesi ve Kılıçdaroğlu'nun talepleri kabul etmesiyle masanın talepleri kabul etmesinin ayrı olduğunu söylüyor. Burada aslında masa dışında Kılıçdaroğlu'nu diyaloğa açık tutuyorlar. Bence bu da doğru bir tavır. Yani cumhurbaşkanı üzerinden yürümesi, adayının üzerinde yürümesi doğru bir tavır. Masayı da çok etkilemeyecek şekilde bir süreç gibi görünüyor. Bence o görüşmede de kamuoyuna açıklanacak bir deklarasyon çıkmayacak. Yani HDP'yle Kılıçdaroğlu'nun görüşmesinde sadece insan hakları üzerinde, genel hukuk reformu, kayyumlar meselesi üzerine bir açıklama yapılacak diye düşünüyorum.

Mustafa Kemal birinci cumhuriyeti kurmuştu. Şimdi cumhuriyetin ikinci yüzyılını Kemal Kılıçdaroğlu'nun kurma ihtimali var. Eğer iktidar olurlarsa ve cumhurbaşkanı seçilirse Kürt meselesinde radikal adımlar atar mı? Kürtlerin eğitim ve statüyle ilgili ciddi talepleri var. Yani Türkiye ikinci yüzyılında CHP iktidarıyla Kürtlere bakışını değiştirir mi?

Gerek Kurtuluş Savaşı'na gerek tarihe gerekse de cumhuriyetin kuruluş sürecine baktığımız zaman, Türkiye'de etnik kimliklerin kahir ekseriyeti, farklı mezheplerin o dönemki bugünkü Cumhuriyet Halk Partisi'ni kuran kadroyla beraber olduğu görünüyor. Yani Lozan'da dahi, önemli Kürt beyleri Lozan'a telgraf çekerek biz birlikte hareket ediyoruz dediğine dair tarihsel olarak elde belgeler var. Dolayısıyla cumhuriyetin yani o kuruluş sürecindeki aslında birliktelik daha sonra çeşitli nedenlerle belki gelip bir sekteye uğramış gibi. Aslında birinci yüzyılın sorunlarını ikinci yüzyıla taşımamak lazım. Yani Türkiye Cumhuriyeti'nin, devletin, sorunsuz yürüyebilmesi, bölgede bir güç olabilmesi hatta çevredeki diğer ülkelerdeki Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunabilmesi için kendi ikinci yüzyılında, kendi içerisinde barışık, bütün etnik kimliklerle, yani Kürtlerle de Alevilerle de Çerkezlerle de Araplarla da Türkiye'yi oluşturan bütün etnik kimliklerle barışık bir şekilde yürümesi lazım. Bunu başarabilir.  HDP'nin de taleplerine baktığımızda bundan on sene önceki parti değil. Yani birlikte yaşama yönünde gerek HDP'de gerekse de Türkiye'nin diğer yörelerindeki insanlarda birlikte yaşama yönünde büyük bir irade var. Ben bunu hep diyorum: Bir toplumda her zaman yüzde yedi, sekiz farklı düşünebilir. Çok farklı. Genel kitlenin dışında. Birbirinden nefret edebilir, ötekileştirebilir. Yani Türklerin de yüzde yedisi, sekizi Kürtlerden nefret edebilir. Kürtlerin de yüzde yedisi sekizi… Ama bunlar her zaman yüzde 90’ın üzerindeki büyük kitle, genelde birlikte yaşamadan yanadır. Dolayısıyla bir ülke yönünü çizerken o büyük çoğunluğa doğru çizmesi lazım. Yani o küçük birbiriyle çatışmak isteyen, birbiriyle bir arada yaşamak istemeyen kitle üzerinde değil. Türkiye'nin aslında bugüne kadar da her şeye rağmen varlığını, birliğini koruması bu büyük kitlenin aslında işte ortak bir zeminde, ortak haklar üzerine birlikte yaşama talebinden kaynaklanıyor. İktidarların ya da çözüm isteyenlerin bu geniş kitlenin yani ortalama insan dediğimiz insanların genel bakışını uygulaması lazım. Ortaklaştırarak bir çözüm bulması lazım. Bu çok zor değil, bunu yapılabilir. Şimdi burada bir de altı parti bir arada her kesimi temsil ediyor. Dolayısıyla Türkiye'nin bütün kesimlerini temsil ettiği zaman çözüm de kolay olabilir. E geçmişte zaten AK Parti'nin bu yönde çözümü var. Altılı Masa yani Kılıçdaroğlu kazanırsa çözüm yönünde atılacak adımlara AK Parti eskiden kendi yaptığı girişimlerden dolayı çok sert tepki gösteremez. Dolayısıyla ben umut var görüyorum. Yani özellikle genç kitlede, nefret dili kullanmayan, birlikte yaşamak isteyen şeyi seçmen sayısı da artmış oluyor. Bu süreç iyi yürütülürse bence ikinci yüzyıl birinci yüzyıldan daha iyi olur.

Kılıçdaroğlu'nun kimliğiyle ilgili zaman zaman tartışmalar yapılıyor. Hatta Devlet Bahçeli üst perdeden bir yerde ifade etmişti. Bu özellikle batıdaki ya da Türk seçmende Kılıçdaroğlu'na karşı bir pozisyon alınmasına yol açar mı?

Bunu çok açıkça dile getirirlerse tersine döner. Çünkü yani ülkeye cumhurbaşkanı seçiyorsun sonuçta. Yani o cumhurbaşkanı seçme yeterliliğinde olan bir insan ve Cumhuriyet Halk Partisi gibi bir partinin başında olan birinin etnik kimliği, mezhebi kimliği üzerinde bir tartışma açmak, açanların aleyhine dönüşür. Ama bu Türkiye'nin yer yer coğrafi yerlerinde vesairesinde karşılığı olan bir şey olabilir. Bu kullanılabilir şey. Ama bunu aynı Obama'da olduğu gibi kendi lehine döndürmek de Kılıçdaroğlu'nun elinde olan bir şey. Yani politikayı böyle yürütmesi lazım. Çünkü ezilen bir kimlikten gelen bir insanın daha sonra kendisi iktidar sahibi olduğu zaman o ezilen kimliklere dönük tavrı daha olumlu olur. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu'nun kimliğine baktığımız zaman belli bir ölçüde Türkiye'de ötekileştirilen kimlikleri de temsil eden bir şey. Yani her zaman bu önemlidir. Böyle egemen baskıcı kimlikten gelenlerdense aslında sistemin belli bir ölçüde dışlamış olduğu yani merkezin dışında gelen insanların temsiliyeti daha önemli oluyor. Aslında AK Parti'nin öncülü partilere baktığımızda, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi daha çok bu ezilen kimliklerin temsiliyetiyle büyümüştü. Yani özellikle büyük şehirlerde o dönem gecekondu çok daha etkindi. Yani 94’te başlayan süreçte belediyeler kazandığında daha çok o kentte ötekileştirilmiş yoksul göçmen her kimlikten yani Kürt, Türk, farklı kimlikteki insanların bir örgütlenmesiyle, çevrenin, çeperlerin merkeze gelmesiyle oluşan bir hareketti ve ilgi görmüştü. Türkiye'de bu yeni merkez, bugün gelip 20 seneden sonra iktidarda kendine yeni bir merkez oluşturdu. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu bu yeni merkeze karşı bu çevrede kendisini dışlanmış, ötekileştirilmiş, yoksullaştırılmış, çeşitli nedenlerle dışarıda bırakılmış kesimi temsil edecek bir politika yürütürse bence daha etkili olur.

İki adayı mukayese ettiğimizde avantajlar ve dezavantajlarını nasıl yorumlarsınız?

Büyük ölçüde iki adayla seçim süreci yürüyecek ve bence seçim birinci turda tamamlanır. Çünkü daha da karşılarına seçim sonucunu etkileyecek güçlü bir aday çıkmaz diye düşünüyorum. 20 yılı aşkın süredir bir iktidar ve birçok soruna rağmen Sayın Erdoğan’ın da kazanma şansı yüksek. Şu an baktığımız zaman anketlerde bir Kılıçdaroğlu'nun 10 puan önde olduğu vesaire görülüyor. Bence böyle bir ortam yok. Başa baş bir seçim olacak diye düşünüyorum. Yani yüzde 51, yüzde 52’yle birinci turda her iki adaydan biri de kazanabilir. Fakat Türkiye'de seçmen davranışı çoğunlukla son hafta şekillenmiş oluyor. Yani son haftaya hatta bütün son üç günde daha çok netleştiği görülüyor. Onun için bence şu anki kamuoyu araştırmaları çoğunlukla bir tutum, kanı ölçüyor. Yani tam davranışı değil. Son haftaya girdiğimizde kamuoyu araştırmalarının düzgün yapılanları bize bir bilgi verir. Ama hiç kamuoyu araştırması olmasa da bence her iki adaydan birinin kazanması sürpriz olmaz. Çünkü ben şansları şu anki şartlarda eşit görüyorum ve seçim gecesine kadar da aynı durumda devam edeceğini düşünüyorum.

HÜDA PAR bir önceki seçimde de Erdoğan’ı desteklemişti, şimdi de öyle. Cumhur İttifakı'na katılıp katılmama meselesi de bugünlerde tartışılıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu seçimde farklı olarak milletvekilliğinde de parti olarak girmeyip Cumhur İttifakı'yla birlikte hareket ediyor. Şimdi ben bu durumun yani HÜDA PAR’ın meselesinden değil bu ittifak meselesinin ortaya çıkarılmasını ve yüzde 50+1’in aslında Türkiye siyasetini zehirleyen bir durum olduğunu düşünüyorum. Bu baraj meselesi aslında belli bir ölçüde çok küçük partilerin radikal diye adlandırılan partilerin meclise girmemesi yönünde ortaya çıkarılmış bir durum ama şimdi baraj meselesiyle yani ittifak meselesiyle barajı fiilen ortadan kaldırıyorsunuz. E madem böyle bir baraja ihtiyaç yoksa o zaman barajı sıfırlayarak her partinin kendi kimliğiyle, kendi logosuyla, amblemiyle girmesinin yolunun açılması lazım. Şimdi bunun şöyle bir sakıncası olabiliyor: Bu Millet İttifakı için de geçerli, Cumhur İttifakı için de. Oy oranı bilinmeyen ya da oy oranı sıfırlı, sıfır bir, sıfır beş, sıfır altılı olan partilerin yönetimde çok etkili olmasına neden olabiliyor. HÜDA PAR Cumhur İttifakı içerisinde yer almasa belki hiç tartışılmayacaktı. Türkiye'nin birçok yöresinde de adı bilinmeyen bir parti. Ama şimdi iktidarın veya Cumhur İttifakı’nın önemli bir bileşeni haline geliyor. Aynısı Millet İttifakı’nda da yaşanıyor. Yani Demokrat Parti, liderinden başka pek bilinmeyen bir parti. Ama oraya gelip cumhurbaşkanlığı yardımcılığı isteyebiliyor, bakanlık isteyebiliyor. Eski sistemdeki ittifakların engellenmesi için cumhurbaşkanlığı sistemine geçildi fakat bugün Türkiye’nin siyasetine ve sosyolojisine aykırı olacak şekilde seçim öncesi bu ittifaklar yapılıyor ve bu ittifaklar yapılırken de şöyle oluyor: Yüzde 49 ile yüzde 1 aynı oluyor. Yani öyle bir duruma geliyor ki yüzde 49 bile alsanız, o yüzde 1 eklenmeyince bir anlamı olmuyor. Dolayısıyla o yüzde 1’lik partiler gelip toplumun geniş kesimi domine edebiliyor. Ben bunu çok sağlıklı olarak görmüyorum. Bunun mutlaka düzeltilmesi lazım. Bu ittifak ve baraj meselesinin düzeltilmesi lazım ki bu geniş seçmen kitlesi Türkiye’nin yönünü belirleyebilsin.