Amerikalı Diplomatın Özgür Kürdistanı

Kurd24

Bu yazımda Amerikalı Kürt bir diplomatın Kürdistan’daki mevcut durumla ilgili ufuk açıcı bazı analizlerine yer vermeye karar verdim. Fakat henüz başlamadan altını çizmek isterim ki adını zikretmeyeceğim bu genç diplomatın vurguladığı fikir ve tespitler ABD hükümetinin fikirlerini yansıtmıyor olabilir, ki muhtemelen de öyledir. 

Oldukça etkileyici bir öz geçmişe sahip olan bu genç Kürt diplomatla bir kaç hafta önce Tel Aviv’de tanıştım. Kendisi Kürdistan’ın doğu parçasından ama henüz konuşmayı dahi öğrenmeden Amerika’ya göç etmiş. Hal böyleyken kendisinden Kürtçe birkaç söz duyacağıma ihtimal dahi vermezken, Sine (Senendec) aksanlı Sorani Kürtçe’siyle devam ettirdiği sohbetimiz benim için fevkalade etkileyici oldu. İnanması güç de olsa, o gün bir Uzakdoğu restoranında öğle yemeği yediğim kişi tertemiz bir Kürtçe ile konuşan, üst düzey bir ABD diplomatıydı. Üstelik, görev yeri de İsrail’di.

Tanışıklığımız ve o günkü sohbet beni şaşırtarak devam etti. Kendisini zora sokabilecek terim ve tanımları pek kullanmama niyetiyle oturduğum masada karşımdaki ABD’li Kürt diplomatın Kürdistan’ın parçalarından benim gibi yön isimleriyle bahsettiğini, anne ve babasının siyasi geçmişiyle gurur duyduğunu, Kürdistan parçalarıyla ilgili yorumlarında “biz” diyerek kendini bu kolektifin parçası olarak kastettiğini büyük bir teveccüh ile izledim yemek boyu. Kürtçemi onun yavaş yavaş konuştuğu Sine aksanına uydurmaya çalışarak sorularımla hayat hikayesini öğrenmek için çabaladım. Amerika’nın en önemli okullarından mezun olmuş, ardından saygın bir düşünce kuruluşunda yöneticilik yapmış, bu sırada Amerika’da bir doktora programı kadar zor olan hukuk yüksek eğitimini tamamlamış ve nihayet dış işleri bakanlığı mensubu olmuştu. Uzun vadedeki hayallerinden birinin Erbil’e tayin olmak olduğunu söylerken benim gibi Kürdistan Bölgesi’ne kısaca “başur” (güney) diyordu.

Kısa geçmişli dostluğumuza rağmen kendisiyle ilgili çok şey yazmam mümkün ama bu yazıda oldukça ilginç olan kişisel profili yerine ufuk açıcı gözlem ve analizlerine yer vermeyi daha uygun görüyorum. Bu hafta İsrail’in önde gelen düşünce kuruluşlarından biri kendisini kısa bir konuşma yapması için davet etti. Bir saat kadar süren kısa konuşmayı ister istemez can kulağıyla dinledim zira karşımdaki Amerikalı diplomat Kürdistan ile ilgili teorik, tarihi ve güncel bilgileriyle Kürdistan’ın önde gelen tüm liderlerinden daha göz doldurucu analizlerini sıralıyordu. Piranlı Şeyh Said Efendi’den yakın dönem Marksist Kürt örgütlerine, güney Kürdistan’daki otonomi sürecinden doğu Kürdistan merkezli nasyonalizme kadar bir çok konuya yaptığı vurguların tamamı yoğun bir orijinal kaynak çalışması yaptığını ispatlar nitelikteydi.

Diplomatımızın altını çizdiği hususlar arasında ilgimi ilk çeken Kürdistan’da pek taban bulamamış İslami fundamentalizmi yargılarken buna gerekçe olan faktörlerin başında Zerdüşti öğretinin devam eden kültürel hakimiyetine yaptığı vurguydu. Kısacası, modern Kürdistan tarihinde diğer Müslüman politik azınlıklarda olduğu gibi hilafet ya da cihat gibi kökten dinci fikirlerin nasyonalist mobilizasyona lokomotif olmayışı Müslüman devletlerle savaşıyor olmanın dışında Zerdüşti kültürün devam eden etkisiyle de ilişkilendirilebilirdi. Kanımca Zerdüşti etki konusunda henüz çok şey yazılıp tartışılabilir, ama başlangıç olarak bu analizi almak yanlış bir adım olmayacaktır.

Öte yandan, Vali ve Bozarslan gibi önde gelen Kürt akademisyenlerin işaret ettikleri geleneksel elitizmin (aşiret, ruhban sınıfı vb.) Kürdistan’da yarattığı bağlılık dualizmi üzerinde durduğu bir başka konuydu. Verdiği örnekler arasında not aldıklarımın en açıklayıcısı komşu bir Türkmen ya da Arap aşiretle ittifak kurmuş bir aşiretin üyelerinin Kürdistan’ın geri kalanındaki siyasi/askeri duruma karşı hiç bir bağlılık ya da duyarlılık taşımamaya başlamaları oldu. Nitekim Kürdistan tarihi bunun örnekleriyle dolu ve tradisyonel - modern (nasyonalist) bağlılık çatışmaları halen dahi devam etmekte.

Peki etnik kimliğinin oldukça farkında olan Amerikalı bir Kürt diplomat Kürdistan’ın nereye doğru gittiği hakkında ne düşünürdü? Hiç şüphesiz ki kendisini dinleyen on beş kişilik araştırmacı grubundan aldığı ilk soru bu oldu. Diplomatımız, Kürdistanlıların hiçbir surette ulusal bir birlik oluşturamamalarına rağmen iki parça Kürdistan’ın çoğunluğunu özgürleştirmekle fevkalade şaşırtıcı bir başarıyı elde ettiklerini üstüne basarak birkaç defa tekrar etti. “Henüz çocukken kimyasal silahlarla katledilmelerini protesto etmek için annemle beraber eylemlerine katıldığım Irak Kürtlerinin, hiçbir şekilde ulusal birliklerini sağlayamamalarına rağmen bugün neredeyse bağımsız bir devlet olmuş olmaları Kürdistan’ın son otuz yıl içinde ivedilikle özgürlüğe doğru ilerlediğinin göstergesidir” dediği cümlesini dikkatle not aldım. Zira bu gözlem ancak tarafgir gözlüklerini çıkarıp herkesin bakmadığı bir yöne bakan birine ait olabilirdi ve maalesef ben öyle biri olmayı henüz başaramamıştım.

Adını zikretmediğim ama bir gün gün muhakkak tanıyacağınızdan kuşkum olmayan bu parlak Kürt diplomatın tırnak içinde aktardığım sözüne dikkat etmenizi öneririm. Bugün nüfusu kırk milyondan fazla ve bireysel politik duyarlılık seviyesi muadillerinden çok yüksek olan Kürdistan toplumunun bir gelecek inşa edebilecekleri kocaman bir coğrafya, Kürdistan’a sadakatleri sorgulanmayacak ama zaman zaman eleştirilebilecek Kürt oluşumların kontrolünde. Taraflı ve kimi zaman öfkeli fikirlerimizle gözden kaçırdığımız, bu kocaman ve özgür coğrafyada inşa edilecek geleceğin sadece ama sadece Kürdistanlıların yeti ve çabalarına bağlı olduğu. Bir dakika durup salim kafayla tetkik edildiğinde otuz yıl önce hayal dahil edilemeyecek imkanların Kürdistan halkının özgür seçimiyle kullanılmayı beklediğini görmek aslında zor değil.  

“Siz var olmasını isteseniz de istemeseniz de Kürdistan var” sözünü Tel Aviv’in çok seçkin kurumlarından birinde söyleyebilmek, ama bu çarpıcı sözü söylerken ancak eğitimli bir zekanın kurgulayabileceği teorik yaklaşımları da sunabilmek Kürdistan’ın bugün aciliyetle ihtiyaç duydukları listesinde en üst sıralarda. Diplomatımız bunu söyledi. Bununla da kalmayarak Kürdistan’ın katettiği yol ve önündeki uzun yolla ilgili de ip uçları verdi. Peki, tarihlerinin hiçbir döneminde parasız kalmamış olan Kürt örgütleri, otuz yıl önce doğru bir yurt dışı eğitim programını hayata geçirmiş olsalardı bugün kaç tane daha diplomatımız bu sözleri başka ülkelerde söyleyebiliyor olurdu? Daha da önemlisi, acaba bundan otuz yıl sonra kaç Kürt diplomat her Kürdistanlının bildiği bu gerçeği doğru teorik kurgularla söylüyor olabilecek?

Kerkük düştüğünden beri kendi kendime yinelediğim bir söz ile bitirmek istiyorum: Yenildik çünkü hızımızı doğru hesaplayamamıştık. Yavaştık çünkü hızlanmak için otuz yıl önce yapmamız gerekenleri yapmamıştık. Kazanmak içinse bizi yenenlerden daha hızlı koşmamız gerek, bugün değilse de en azından otuz yıl sonra.

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.