K24 RÖPORTAJ - Kürt soprano: Anadili, insanın yüreğidir

Geçtiğimiz günlerde Feqiyê Teyran’ın “Ay Dîlberê” adlı eserini seslendirerek büyük beğeni toplayan Kürt opera sanatçısı Pervin Çakar’ın müzik yaşamı, Diyarbakır Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde müzik bölümünü okumasıyla başlıyor.

ANKARA (K24)

Geçtiğimiz günlerde Feqiyê Teyran’ın “Ay Dîlberê” adlı eserini seslendirerek büyük beğeni toplayan Kürt opera sanatçısı Pervin Çakar’ın müzik yaşamı, Diyarbakır Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde müzik bölümünü okumasıyla başlıyor.

Katıldığı bir kompozisyon yarışmasında bölge birincisi seçilen Çakar’a hediye edilen soprano Maria Callas’ın CD’si, opera sanatçısı olmasında en büyük etkenlerden birisi oluyor. Pervin Çakar, Türkiye’nin başkenti Ankara’da müzik eğitimini sürdürdüğü dönemde İtalyan bir müzisyenle tanışıyor ve böylece İtalya yolculuğu başlıyor.

Lirik soprano Pervin Çakar, dünyanın en ünlü opera sanatçılarının eserlerini icra ettikleri 250 yıllık Teatro La Scala Sahnesi’nde yer alarak, büyük bir başarıya imza atıyor.

“Anadili, insanın yüreğidir” diyen Çakar, İtalya yolculuğunu, teatral çalışmalarını ve Kürt müziğinin bugünkü durumunu K24’e anlattı.

Mardin’in Derik ilçesinden Diyarbakır’a, oradan Türkiye’nin başkentine uzanan bir yolculuk... Bu yolculukta hep opera var mıydı?

Çocukluğumda operaya herhangi bir ilgim yoktu, o zamanlar halk müziğine ilgiliydim ve sürekli şarkı söylüyordum evde, okulda. Ortaokuldaki müzik öğretmenimin tavsiyesiyle Diyarbakır Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde Müzik Bölümü’nü okumaya başladım. Orada, derslerimizin arasında koro dersi vardı ve şana ilgim başladı.

Türkiye çapında liseler arası bir kompozisyon yarışması olmuştu. Güneydoğu Anadolu Projesi’nin (GAP) düzenlediği yarışmada bölge birincisi, Türkiye ikincisi olmuştum. O nedenle beni Ankara’ya davet etmişlerdi. Ödülümü almak için Ankara’ya gittiğimde düzenlenen gecede benden şarkı söylemem istendi müzik bölümü öğrencisi olduğum için. Söylediğim şarkı onların ilgisini çekmişti ve GAP Bölge Başkanı, sesimin opera sesi gibi olduğunu söyledi. Bana soprano Maria Callas’ın CD’sini hediye etmişti. CD çalarım olmadığı için, Callas’ı yaklaşık dört yıl sonra Ankara Gazi Üniversitesi Müzik Eğitimi bölümüne yerleştiğimde dinlemiştim. Callas’ın eşsiz sesini dinledikten sonra operaya aşık olmuş ve opera sanatçısı olmaya karar vermiştim.

Kompozisyon yarışmasından Gazi Üniversitesi’ne ve oradan 250 yıla yaklaşan tarihinde sayısız önemli eseri ağırlayan Alla Scala’da sahne alma şansını elde ettiniz. Ne hissediyorsunuz?

Teatro Alla Scala dünyaca ünlü operacıların sahnesinin tozunu yuttuğu bir yer. O yüzden ben de çok mutluydum. Benim için orada olabilmek büyük bir şanstı. Bu, benim için çok güzel bir duyguydu.

Bir söyleşinizde, “Keşke ailem de beni izleme şansı bulsaydı” demiştiniz. Bu, sizin için nasıl bir duygu?

Ailem Diyarbakır’daki konserlerime geldi ancak yurtdışındaki hiçbir konserlerime ya da opera performanslarıma gelme şansları olmadı. Onların icra ettiğim eserleri dinlemelerini ve yanımda olmalarını isterdim. Çünkü ailenin yanında olması kişiye güç veriyor. Pek çok arkadaşımın sahne arkasında veya operadan sonra aileleriyle birlikte olduklarını her zaman gördüm. Bu hep benim içimde kalmıştı, çünkü benim hiç öyle bir şansım olmamıştı. Hep yalnız sahneye çıkıyor, yalnız yarışıyor ve tek başıma ödül alıyordum.

Kürdistan’daki kültürel yapının dokusuyla büyüdünüz. Dengbêj sanatının, acının ve ağıtların ağır olduğu bir coğrafyadan İtalya’ya gittiniz. Opera da konusunu mitolojiden veya tarihten aldığı için bir yerde dengbêjlikle örtüşüyor. Ne düşünüyorsunuz?

Dengbêjleri daha çok Derik’te dedemin küçük radyosunda dinlerdim. Dedem sabahları erken uyanarak, sürekli radyoda dengbêjleri dinlerdi. Kürt müziğiyle ilk tanışıklığım o zamandı ancak ilgim asıl olarak İtalya’da başladı. Çünkü o zamana kadar hep operayla ilgileniyordum. Belli bir zaman sonra yurt özlemi başladı; kendi müziğimi ve özümü bulma gibi dönemsel bir şey yaşadım. Dengbêj müziğine yoğunlaştım, evde kendi kendime seslendirmeye başladım. Önemli dengbêjleri dinlemeye başlamış, Kürt sanatçılarının kimler olduğunu araştırmaya koyulmuştum. Daha sonra öğrendiğim Kürtçe stranları klasik Batı müziğiyle harmanlamam gerektiğini düşündüm. Almış olduğum opera eğitimi beni buna doğru sürüklüyordu. 

Örneğin tüm dünya sanatçıları, konserlerinde mutlaka kendi ülkelerinden ya da kendi kültürlerinden bir kaç eser mutlaka seslendirirler. Bu, hep ilgimi çekmiştir. Birçok kişi bana hep “Hiç mi Kürtçe şarkı yok?” diye sorardı, ancak klasik müzik anlamında Kürtçe şarkı sayısı çok azdı. Ben de seslendirdiğim şarkıları Batı müziğine uyarlayarak konserlerimde yer verdim. Kürtçe müziğe ilgim bu şekilde başladı. 

Peki, sevenleriniz müziklerinizin bu harmonisini nasıl karşıladı?

Açıkçası, insanların çok büyük bir ilgiyle izlediğini gördüm. Sürekli mesajlarla çok güzel tepkiler alıyorum. Bu, beklemediğim bir şeydi. Ayrıca, yabancı bir ülkede , tamamı neredeyse yabancılardan oluşan bir orkestranın Kürt halk şarkılarını çalması, ilgi çekici bir şeydi ve bu da insanları onurlandırdı. Bu güzel ilgi için herkese çok teşekkür ediyor ve buna layık olmaya çalışacağımı belirtmek istiyorum.

Klasik Batı müzik alanında Kürtçe müziğin çok fazla bir yeri yok dünyada. Bu alanda bir boşluk olduğunu düşünüyorum. Belki de bu yüzden Kürt Klasik Batı müziği dünya çapında bir yer bulamıyor. Bunun daha fazla yer alması için çalışmamız gerekiyor. Klasik Batı Müziği alanında Kürt bestecilerin yetişmesi gerekiyor.

Bir diğer sorunumuz da yeterince bu müziğin pazarlanamaması. Kürt sanatçılarının kendilerini ifade edecekleri mekânların, konser sahnelerinin, festivallerin az olması ya da davet alamamaları. Umut ediyorum ki bu gibi sorunlar en kısa zamanda çözüme ulaşacaktır. En büyük hayalim Mem û Zîn Operası’nı söyleyebilmek. Umuyorum yakın zamanda bir besteci bu inanılmaz şaheseri besteler ve sahneleme şansına erişiriz.

Klasik Batı müziği ile geleneksel Kürt müziğinin harmonisinden söz ettiniz. Son yıllarda Kürt müziğinde yeni arayışlar söz konusu. Kürt müziğinin standartlaşması ya da yeni bir şey üretmediği tartışmalarına katılıyor musunuz?

Evet, katılıyorum. Çok sayıda Kürt müzisyen herhangi bir yenilik getirmeden onu aynı olduğu gibi yeniden icra ediyor. Burada farklı bir sunum yok. Bu, bir noktadan sonra insanları bıktırıyor. Artık yeni bestelerin ya da farklı yorumların olması gerekiyor diye düşünüyorum. Çünkü sürekli kendisini tekrar eden bir şey söz konusu. Biz şu an 1500’lü, 1600’lü ve 1700’lü yıllardan gelen Kürt edebiyatçılarının bıraktıkları eserlerden besleniyoruz. Binlerce teşekkürler çünkü bu sonsuz hazineden yararlanıyoruz. Bizlere ışık oluyor. 

Feqiyê Teyran’ın “Ay Dilberê” adlı eserini seslendirdiniz ve bunu sosyal medya hesabınızdan sevenlerinizle paylaştınız. Bu paylaşım oldukça beğenildi. Ancak birçok kişi bu eserin sözlerinin Aram Tigran’a ait olduğunu iddia etti. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

Evet, sosyal medyada böyle bir tartışma vardı. Ancak bu şiirin Feqiyê Teyran’a ait olduğunu çoğu insan biliyor. Çünkü bu, neredeyse milli marşımız gibi bir şey. Ancak onun müziğinin kime ait olduğunu çoğu insan bilmiyordu. Müziğinin Aram Tigran’a ait olduğunu düşünen pek çok insan vardı. Bu bilgisizlik değildir çünkü Ay Dîlberê’yi hepimiz Aram Tigran’ın yorumuyla bildik ve tanıdık. Çoğu internet sitelerinde de öyle yazmaktadır. Doğrusu Ezîzê Sebrî’dir. Ayrıca pek çok şiir ve müziğin kime ait olduğu bilinmediği gerçeği de var. Bu konuda sağlıklı bir araştırma yapılmıyor, bu da Kürt müziğini zedeliyor. Bu eserlerin hangi döneme ait oldukları veya kimler tarafından yazıldıklarının bilinmesi için belli komitelerin ya da arşiv niteliği taşıyan bir takım kurumların kurulması gerekiyor. Bu konuda Paris Kürt Enstitüsü’nün güzel çalışmaları var, bunun gibi çalışmaların desteklenmesi gerekiyor. Sanatçılar da eserleri kullanırken daha özenli olmalı.

Avrupalı müzisyen dostlarınız Kürt müziğine nasıl yaklaşıyor?

Avrupalı müzisyenler, Kürt müziğini daha çok ‘hüzünlü’ buluyor. İçinde aşk ve sevinç olan eserlerimiz bile onlar için hüzünlü. Örneğin onlara hüzünlü olmayan şarkılar söylediğimde bile o şarkıların yine de hüzün dolu olduğunu söylemişlerdi. Bu benim ilgimi çekmişti. 

Kürtçe eserleri operayla birleştirmeye devam edecek misiniz?

Tabii ki. Bunu yapmaya devam etmek istiyorum. Kürtçe eserleri bir şekilde Batı müziği enstrümanları ve aranjeleriyle bir araya getirerek ona farklı bir tat vermek amacını güdüyorum. İnsanların bundan zevk aldıklarını görüyorum ve bu bana güç veriyor. Daha farklı çalışmalar yaparak, klasik Kürt müziğinin müzik dünyasında yer almasını istiyorum. Kürtçe müzik de bütün dünya halkları tarafından dinlenilmelidir! İran müziği dünya çapında ne kadar ünlüyse, Kürt müziği neden böyle olmasın? 

Seslendirirken en rahat icra ettiğiniz ya da zorlandığınız diller hangisi?

Her insan kendi dilinde daha rahat şarkı söyler. Bir Fars, Farsça şarkıyı İtalyanca’dan ve Almanca’dan daha güzel söyleyebilir örneğin. Çünkü bunu yüreğinde hisseder. İnsanın anadili yüreğidir. 

Dünya çapında operaya yakın dil İtalyanca’dır. En çok zorlandığım dil ise Almanca. Çünkü Almanca operaya yakın bir dil değil ve telaffuz edilmesi oldukça zor.

Kimleri daha çok dinliyorsunuz?

Operanın dışına çıkarsak; İran müziği denilince aklıma Kayhan Kalhor geliyor. Enstrümental anlamda çok güzel müzikler yapıyor. Nizamettin Ariç’i çok beğeniyorum. Onun eserleri ölümsüzdür. Genç arkadaşlarımdan Ruşen Alkar, Mehmet Akbaş, Ali Tekbaş, Ayfer Düzdaş gibi isimler önemli seslerdir. Tara Jaff’ı çok beğeniyorum, farklı bir tarz yarattığını düşünüyorum. Ayrıca dengbêjleri veya eski müzikleri vakit buldukça dinliyorum. Kürt müziği dışında elbette sıklıkla opera dinliyorum. 

PERVİN ÇAKAR KİMDİR?

1981’de Mardin’in Derik ilçesinde doğdu. Müzik eğitimine 1995’te Diyarbakır Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi'nde başladı. 1999’da liseden birincilikle mezun oldu. Aynı yıl Gazi Üniversitesi Müzik Öğretmenliği Bölümü’nde başladığı yükseköğrenimini 2003’te üniversitenin Şan Ana Sanat Dalı’nda tamamladı.

2006’da İtalyan hükümetinin verdiği burstan yararlanarak opera eğitimine İtalya’da devam etti. Luciana Serra, Lella Cuberli, Tiziana Fabbricini, Mietta Sighele ve Veriano Luchetti’nin masterclass programına katıldı. 2008’de İtalya’da Perugia F. Morlacchi Devlet Konservatuvarı’ndan ‘pekiyi’ derecesi ile diploma aldı. Aynı konservatuvarda en yüksek derece ile yükseklisansını tamamladı.

Sahneye ilk kez 2004’te 10. Uluslararası Eskişehir Festivali'nde Carl Orff'un Carmina Burana eserinde çıktı. Ardından, Handel’in Deidamia Operası’nın Türkiye ilk gösterisinde “Nerea” rolüyle yer aldı.

İtalya'daki ilk performansını 2006'da Milano’daki Teatro Rosetum Sahnesi’nde “Werther” adlı Fransızca operada “Sophie” rolünde gerçekleştirdi. Çeşitli sahnelerde Mozart’ın “Der Schauspieldirektor” Operası’nda “Madame Herz” rolüyle ve 2007'de Teatro Politeama Greco di Lecce sahnesinde “Der Rosenkavalier”' (Güllü Şövalye) adlı Almanca operada “Marianne/Duenna” rolleriyle sahne aldı.

2008-2009 yılları arasında İtalya’da düzenlenen 60’ıncı AsLiCo (Avrupa Genç Opera Şarkıcıları Yarışması) finalisti oldu. Bu yarışmada gösterdiği başarı sayesinde Hansel ve Gretel Operası’nda Gretel rolünü İtalya’da çok sayıda tiyatroda sahneleme fırsatı buldu.

2010’da düzenlenen 6. Leyla Gencer Şan Yarışması’nda 3’üncülüğü Alman mezzo-soprano Anna Lapkovskaja ile paylaşan Çakar, bu yarışmada elde ettiği derece sayesinde 2012’de 40’ıncı Uluslararası İstanbul Müzik Festivali’nde konser verme şansı elde etti.

Pervin Çakar son olarak 2011’de İtalya’nın Sulmona kentinde düzenlenen 28’inci Uluslararası Maria Caniglia Opera Yarışması'nda birincilik ve New York Lotte Lehmann Vakfi tarafından En İyi Kadın Sesi Özel Ödülü’nü kazandı.