Kürtçe konusunda herkese büyük görev düşüyor

Zana Farqînî
Zana Farqînî
Zana Farqînî

ANKARA (K24)

“Kürtçe sadece eğitimsizlerin, yaşlıların, okul yüzü görmemişlerin, düşük gelirlilerin, hayat standardı düşük olan kesimlerin dili olmamalıdır” diyen Kürt Dilbilimci Zana Farqînî, “İyi bir örnek olarak eğitimliler de dillerine gereken hassasiyeti vermelidir. Bu konuda, zihniyet değişimi için Kürt medyasına da büyük görevler düştüğünü söylemek lazım” ifadelerini kullandı.

Dünya Anadil Günü, 21 Şubat 1952’de Bangladeş’in başkenti Dakka’da, Bengal Dil Hareketi üyesi çok sayıda öğrencinin Bengal alfabesiyle yazabilme ve Pakistan’ın Bengal dilini de resmi dil olarak tanıması talepleriyle yapılan bir protesto sırasında katledilmeleri üzerine UNESCO’nun özel bir gün olarak kabul ettiği gündür.

21 Şubat Dünya Anadil Günü, 1999’dan beri dünyanın her yerinde çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.

Dünya Anadil Günü vesilesiyle Dilbilimci Zana Farqînî ile içinde bulunduğumuz koşullarda Kürtçenin günlük kullanım pratiklerini, anadilde eğitimin önemini ve Türkiye’de devletin Kürtçeye yönelik bakışını konuştuk.

Kürtçenin günlük kullanımına dair soruyla başlamak istiyorum. Yayımlanan bir rapora göre, ebeveynler ve çocukları karşılaştırıldığında Kürtçe kullanımı 1/3 oranında azalırken, Türkçe kullanımı oranı ise artış gösteriyor. İki dilin birlikte kullanıldığı durumda süreç Türkçenin artışı, Kürtçenin azalışı şeklinde ilerliyor. Bu verileri nasıl okumak gerekiyor?

Öncelikle Kürtçenin durumuyla ilgili yapılmış bazı çalışma ve kamuoyu araştırmalarından bahsetmek istiyorum. Hem araştırmalar hem de benim de sahada gördüğüm ve gözlemlediğim şey, Kürtçenin Kürt toplumundaki kullanım oranında bir azalma ve kuşaklar arasındaki dil yitiminin gittikçe artmasıdır. Özellikle Sosyo Politik Saha Araştırmaları ve Rawest’in anadiliyle ilgili yaptıkları saha araştırmaları ve diğer sosyolengüistik çalışmalar Türkiye’de Türkçe dışındaki dillerin durumuyla ilgili önemli veriler sunmakta. Bu çalışmaların sonuçlarına baktığımızda ise görülen tablonun diğer diller için hiç de iç açıcı olmadığıdır.

Kürtçe özelinde duruma baktığımızda ise Kürtçenin daha çok orta yaş ile yaşlılar arasında, eğitim görmemişler ile Türkçe eğitim düzeyi düşük olanlar içinde daha fazla konuşulduğudur. Bu da bir dilin geleceği için, sürdürülebilirliği açısından çok riskli bir durum arz etmesidir. Zira bir dilin sürdürülebilir olması için yeni kuşakların o dili bilmeleri, hayatın her alanında kullanmaları ve konuşmalarıyla çok yakından ilgilidir. Eğer bir dil gelecek nesillere aktarılamıyorsa o dilin geleceğinden bahsetmek mümkün değil. Tabii mesele sadece dil değil, kültürün de çok önemli bir öğesi olması nedeniyle, bilhassa söze dayalı sanat eserlerini de; örneğin müzik, destan, efsane, hikaye, edebiyat, sözlü halk kültürünü de, kısacası kültürü de yaşatmak olanaksız olur. Ortaya çıkan sonuç asimilasyondur. Üç kuşak kuralı, yani asimilasyon uygulamalarına, politikasına maruz olan kuşaklardan üçüncü kuşak artık asimilasyonun bir ürünü olarak sadece egemen dili konuşabiliyor; diline, kültürüne, kimliğine, aidiyetine olan duygusu da olabildiğince zayıflamış oluyor.

Haliyle bahsettiğimiz durum tekçi anlayışın hâkim olduğu, egemen dilin eğitimin her safhasında kullanıldığı, medyanın sadece resmi dille yayın yaptığı, diğer dillerin ya yasaklı olduğu ya da kamusal alanın dışına itildiği, dezavantajlı ve prestijsizleştirildiği, itibarsızlaştırıldığı durumlar içindir. Oysa monist anlayışın değil plüralist anlayışın egemen olduğu herkesin anadiliyle eğitim görmenin hak olduğu demokratik toplumlarda insanlar çok dilli olarak eğitim görebiliyor, anadilinin aracılığıyla diğer dilleri öğrenebiliyor. Çok dilli, çok kültürlü yetişip toleranslı bireyle olabiliyorlar. Kimse kimseye farklılıklarını birbirine karşı engel olarak görmüyor. Kendisine hak olarak gördüğü şeyin başkasının da hakkı olduğunu öğrenerek, içine sindirerek büyüyor.

“TÜRKİYE’DE AKSİ BİR DURUM VAR”

Çok dilli ve demokratik eğitimin yapıldığı toplumlarda diller birbirine üstünlük yarışının içine girmiyor, zira diller, kültürler arasında hiyerarşik bir durum söz konusu değil. Türkiye’de aksi bir durum var. Her şey tekçilik üzerine inşa edildiği için, Türkçe dışındaki diller birçok haktan mahrum oldukları için diğer diller süreç içinde erimeye başlıyor. Dillerini uygulanan politikalar neticesinde unutuyorlar. Bu da diğer dillerin aleyhine bir tablonun ortaya çıkmasına vesile oluyor.

En çok karşılaştığımız durumlardan birisi de “Anlıyorum ama konuşamıyorum” meselesidir. Kürt gençlerinin çoğunluğu anadilini iyi bildiğini söylese de gündelik hayatta dili pek kullanmıyor. Kürt gençleri neden Kürtçeyi anlıyor ama konuşamıyor?

Elbette bunun birinci faktörü Türkçe dışında anadilinde eğitimin olmamasıdır. Bu durumun nedeni Cumhuriyetin başında beri uygulanan tekçi ve asimilasyonist politikalardır. Uygulanagelen eğitim ve öğretimdir, öğretilen yanlış bilgiler ve oluşturulan algılardır. Diğer bir nedeni de ebeveynlerin kendi dillerine karşı almış oldukları olumsuz tutumdur. Her ne gerekçeyle veya saikle olursa olsun, en azından kendi evlerinde anadillerinin egemenliğini resmi dile devretmeleridir, ev ortamını dahi başka dile bırakmalarıdır.

Devlet tek dille kendi monist anlayışına uygun olarak bütün kurum ve kuruluşlarıyla, araç ve gereçleriyle, eğitim ve öğretim kurumlarıyla tek tip bireyleri yetiştirmeyi hedefler. İnandığı politikası gereği bunu hayata geçirir. Bunun propagandasını da yapar ve tahayyül ettiği böylesi bir toplumu yaratmayı amaçlar. Bu uygulamalara karşı, varlığını sürdürebilmek adına bir direnç göstermemek asimilasyona teslim olmak anlamına gelir.

Gelelim farklı anadile sahip halkların, dilsel grupların tutumlarına. Çünkü biraz da belirleyici olan onların tutum ve davranışlarıdır. Mesela pedagojik çalışmalar bir çocuğun aynı anda birden fazla dili öğrenebilecek zekâya, kapasite ve kabiliyete sahip olduğunu bilimsel verilerle ortaya koymuştur. Çok dilli çocuklar aynı zamanda çok kültürlü, çeşitliliği ve farklılıkları zenginlik olarak gören, bir arada yaşamayı ve demokratik kültürü özümseyen bireylerin yetişmesine de katkı sağlıyor.

“DİL KİMLİKTİR, KİMLİĞİN SİMGESİDİR”

Anadili duygusunun zayıf olduğu ailelerde, anne ve babalarda, ev içinde kendi dillerini daha bebeklik yaşlarında çocuklarına aktarmadıkları için, çocukların dil edinimi ya olmuyor ya da o dili anlayan ama konuşamayan bireyler olarak daha çok egemen dile maruz kalıyorlar. Zira ebeveynlerin şöyle bir kaygılarının olduğunu da biliyoruz. Çocuk bebeklikte Türkçeyi öğrensin, okulda sıkıntı çekmesin, derslerinde başarılı olsun, hatta Kürtçe konuştuğu için ayrımcılığa uğramasın vb. nedenlerden ötürü kendi dillerinden vebadan kaçar gibi kaçıyorlar. Çünkü dil kimliktir, kimliğin simgesidir, egemen kimlik dışındaki kimlikler ise tekçi anlayışa sahip toplumlarda, rejimlerde ateşten gömlek gibidir.

Bu durumda Kürtçenin kullanımına dair ebeveynlerin sorumluluğu nedir?

Aslında bu sorunun cevabını biraz önce verdim. Her şeyden önce ailelerin dil konusunda bilinçlendirilmeleri lazım. Eğer ille de ebeveynler çocuklarını egemen, resmi dille yetiştirmek, büyütmek istiyorlarsa, şu alternatif de onlara sunulabilir. Çocuklar yetişme çağlarında her şeyi çok çabuk kapma yeteneğine sahipler. Ev ortamında kendi dillerini, örneğin Kürtçeyi rahatlıkla öğretebilirler. Zaten Kürtçe ile Türkçeyi birbiriyle kıyasladığımızda Kürtçenin çok dezavantajlı olduğunu, örgün eğitim yüzünden, televizyon yayınlarından dolayı, dijital medya olanaklarından ötürü çocuk zaten Türkçeye sürekli maruz kalıyor. Bu durum artık kırsal kesimlerde de böyledir. İster istemez Türkçeyi öğreniyorlar. Zira çocuklar televizyonların önünde büyüyorlar, bilgisayar, tablet ve akıllı telefonları ellerinden düşürmüyorlar. Seyrettikleri programlar, oynadıkları oyunlar, dinledikleri şarkıların kahir ekseriyeti Türkçedir. Tabiri caiz ise artık Türkçenin içinde dünyaya geliyorlar.

“TEK DİLLİ OLMAK DEZAVANTAJDIR”

Diğer taraftan, unutmayalım ki günümüz dünyasında tek dilli olmak dezavantajdır. Çünkü artık eğitim ve öğretimden geçenler, özelikle lisans ve lisansüstü öğrenim görenler neredeyse çok dilliler. Çok dilli olmak zihinsel gelişime de zekâya da akademik eğitime de katkısı olan bir durumdur. Her dil dünyaya açılan ayrı bir penceredir, farklı bakış açıları sunan imkândır.

Hasılıkelam ebeveynler bu durumu avantajlı hale getirip çok dilli bireyleri de yetiştirebilirler. Hem kendi dillerini hem de resmi dili çocuklarına öğretebilirler ya da çocukların yeteneklerini körleştirip onların dil edinme kapasitelerine ket vurabilirler. Bununla alakalı son olarak şunu söyleyebilirim: Aileler bu dil emaneti, bir dilin geleceği olan çocuklarına aktarabilirler ya da onları bilinçli olarak asimilasyon uygulama mekanizmalarına teslim edebilirler. Bu konuda ilk elde sorumluluk onlarındır.

Peki, şu anda Türkiye’de Kürtçeye yönelik ne tür engellemeler söz konusu?

Her ne kadar AKP “Biz ret, inkâr ve asimilasyonu sonlandırdık” dese de fazla bir şey değişmiş değil. Çünkü anadilinde eğitim hakkı tanınmış değil. Dil öğrenme hakkı, seçmeli ders olarak dil öğrenme hakkı kâğıt üzerinde tanınmışsa da pratikte farklı gerekçelerle bu hakkın kullanımı engellenmektedir. Kamusal alanda anadilinde hizmet alma hakkı yok. Örneğin insanlar hâlâ dilini konuştuğu için, anadilinde müzik dinlediği için kötü muamelelere uğrayabiliyor. İnsanlara davalar açılabiliyor. Mahkemelerde, hatta parlamentoda konuştuğu dil “anlaşılmayan” ve “x” ibaresi şeklinde tutanaklara geçiriliyor. Dilinin ismi bilinçli olarak zikredilmiyor. Bilinçlerden çıkarılmaya çalışılıyor.

“KÜRTÇEYE YÖNELİK NEGATİF DURUM SÜRÜYOR”

Bilindiği gibi, HDP’li belediyelere kayyumlar atandıktan sonra Kürtçe tabelalar, park, cadde, sokak, mahalle isimleri, tabelalardaki Kürtçe köy isimleri değiştirildi. Belediyelere bağlı Kürtçe tiyatro, konservatuar, kreşler kapatıldı. Kürtçe görünürlüğünü azaltmak için, göze kulağa yansımalarını engellemek için çeşitli uygulamalara başvuruluyor. Kürtçeye, Kürde ait simge ve sembollere yönelik negatif durum devam ediyor.

Neredeyse geriye doğru bir gidiş söz konusu. İnsanlar da bu uygulamalardan ötürü Kürtçe konuşmaktan, Kürtçe müzik dinlemekten, kamuya açık yerlerde Kürtçe bir yayın okumaktan, varlıklarını sembolize eden objeleri kullanmaktan imtina ediyorlar. Bilhassa Batı illerinde insanlar kendilerini saklama, kabuklarına çekilmeyi tercih eder duruma gelmiş. Özcesi bir tedirginlik ve sindirilme durumu söz konusu diyebiliriz.

Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılmasına, Türkiye Milli Eğitim Bakanlığınca Kürtçenin seçmeli ders olarak müfredata girmesine rağmen hâlâ Kürtçe öğretmen atamalarında eşitsizlik söz konusu. Hem anadilinde eğitimin önemini hem de Kürtçe öğretmenlerin yaşadıkları sorunları değerlendirmenizi isteyeceğim.

Demokratik mücadeleler sonucu zar zor olarak elde edilen kısmı haklar her ne kadar kanunlarla garanti altına alınmışsa da pratikteki yansımalarına bakıldığında bu hakların bir şekilde engellendiğini söyleyebiliriz. Örneğin Kürt Dil ve Edebiyat Bölümlerinin açılması, seçmeli Kürtçe derslerinin olması, Kürt dili ve kültürüyle ilgili master ve doktoraların yapılması elbette önemli kazanımlar. Lakin fiiliyatta bakıldığında bu hakların pek de cazibesinin kalmadığını söylemek mümkün. Mesela eğer Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinden mezun olanlar iş bulamıyorlarsa, öğretmen olarak atamaları yapılmıyorsa, o bölümleri bitirenler işsiz kalıyorsa, gelecekleri yoksa niçin o bölümleri tercih etsinler ki? Hem hak tanı hem de başka yöntemlerle o hakkını kullanımını engelle. Yaşanan budur.

“YETERLİ KÜRTÇE MATERYALLER HAZIRLANMIYOR”

Kürtçe öğretmenlerin durumuna bir bakalım. Her sene komik bir şekilde bir iki Kürtçe öğretmen atanması yapılıyor. Hatta atanması yapılmış bazı Kürtçe öğretmenlerinin baskılardan ötürü branş değiştirdiğine dair bilgiler basına düşüyor. Bazı üniversitelerde Kürtçe master tezi hazırlamak bile yasaklandı, sonra bazıları gelen tepkiler üzerine bu kararlarından vazgeçtiler. Kürtçe dili seçmek isteyen ebeveynlerin, öğretmen olmadığı gerekçesiyle talepleri geri çevriliyor okul yönetimlerince. Yeterli Kürtçe materyaller hazırlanmıyor veya var olanlara bu sefer erişim sorunu yaşanıyor.

İnsanlar bir dili eğitim ve öğretimde, üniversitelerde o bölümleri niçin tercih eder? Eğer ilerde hayatını idame edebilmek için aldığı eğitim bir işe yaramıyorsa, o dilin prestiji yoksa, onunla aş ve iş bulamıyorsa o zaman o bölümlerin de bir kıymet-i harbiyesi yok demektir. O dille öğrenim görmüş olanların gelecek kaygısı olmamalı, onunla bir statü elde etmeli ve teşvik görmelidir. O da istihdam meselesidir. Üstelik Kürtçe gibi dillere uygulanan politikalardan dolayı pozitif ayrım yapılmalıdır

Kürt yazarların, akademisyenlerin veya medyasının Kürtçe üzerindeki baskıları kırmak, Kürtçenin yeniden gündelik hayatta kullanımını arttırmak için ne yapması gerekir?

Devletlerin politikası, farklı dil ve kültürlere, kimliklere yaklaşımı elbette çok önemli ve hatta belirleyicidir. Bu önemli bir dış faktördür. Ama diğer önemli etken de bir dile mensup olan bireylerin kendi dillerine karşı sergilemiş oldukları tutum ve davranışlarıdır. Bu da çok ama çok önemlidir. Hele o dilin yazar ve çizerleri, sanatçı ve siyasetçileri, entelektüel ve akademisyenleri, ki en çok asimile olanlar eğitim düzeyi yüksek olanlardır, bu konudaki düşünce ve görüşleri, yapıp ettikleri, hal ve davranışları daha bir önem arz ediyor. Zira onlar halkın gözünde birer rol modeldirler.

Okuma ve yazması olmayan, egemen dile fazla da maruz kalmayan halk yığınlarından ziyade asıl sorumluluk eğitimlilerin omuzunda hatta bu işin vebali de onların boynunda bence. Bir de Kürt sivil toplum kuruluşları, parti, örgüt ve organizasyonlarına da büyük sorumluluklar düşüyor. Kendi dillerine ne kadar sahip çıktıkları, çalışmalarında Kürtçeye ne kadar yer verdikleri, en azında asimilasyon çarkının hızının azaltılmasında ne kadar rol aldıkları önemli göstergelerdir. Bahsettiğimiz bu kesimler Kürtlerle iletişimde Kürtçeden ziyade daha fazla Türkçeyi kullanıyorlarsa bu da oto-asimilasyonun oluşmasına neden olur.

“KÜRT MEDYASINA BÜYÜK GÖREVLER DÜŞÜYOR”

Kürtçe sadece eğitimsizlerin, yaşlıların, okul yüzü görmemişlerin, düşük gelirlilerin, hayat standardı düşük olan kesimlerin dili olmamalıdır. İyi bir örnek olarak eğitimliler de dillerine gereken hassasiyeti vermelidir. Zira göz önünde olan onlardır. Halk göz önünde olanlara bakarak da tutum belirliyor. Yukarıda daha önce değindiğimiz gibi Kürt yazarlar, aydınlar akademisyenler Kürt ebeveynlerde yaratılan yanlış algıyı tersyüz edebilirler. Bilimsel çalışma ve verilerle halkta dil duygusunu geliştirebilirler, dilin önemini ortaya koyan çalışmalar, etkinlikler yapabilirler. Bu konuda, zihniyet değişimi için Kürt medyasına da büyük görevler düştüğünü söylemek lazım gelir.

Dolayısıyla Kürt edebiyatının, Kürt entelektüel hareketinin bugünkü durumunu nasıl buluyorsunuz?

Geçmişle kıyasla Kürt siyasetinde, Kürt kurum ve kuruluşlarında, Kürt entelijansiyasında bir dil bilincinin gelişmesinden yeterli olmazsa da bahsedebiliriz. Eğer bir dilin geleceği yeni nesillerdir, çocuklardır deniliyorsa o zaman çocuklara yönelik Kürtçe edebi eserler, Kürtçe eğitim ve öğretim materyalleri, sadece yazılı olarak değil, görsel ve işitsel olarak hazırlanmalı. Televizyonlar da dili sevdirecek, toplumun bütününe hitap edecek programlar yapmalıdır. Dili bilen, güzel kullanan, yazabilen insanlar üretimlerini buna göre de yapmalıdır. Unutulmasın ki her açıdan dezavantajlı bir dilden bahsediyoruz. O yüzden çocukların bütün gereksinimleri göz önünde bulundurularak çocuklara yönelik bu dille üretimler yapılmalıdır.

Kürt medyası da politik programlarının bir kısmını bu alana ayırabilmeli, televizyonlar çocuklara, gençlere, kadınlara, yaşlılar, toplumun demografik yapısını göz önünde bulundurarak yayınlar yapmalı. Kürtçe eğlence programları, diziler, filmler vb. gibi programlara da ağırlık vermelidir. Zira hayat sadece siyasetten, haber programlarından ibaret değil. Araştırmalara baksınlar, insanlar günlerinin kaç saatini televizyon izleyerek geçiriyorlar, ne tür programlar rağbet görüyor. Dili geliştirmek, tekrar canlı hale getirmek, geniş kitlelere ulaşmak için onların beğeni ve taleplerini de dikkate almak gerek.

“DİL İÇİN TEHLİKE ÇANLARI ÇALIYOR DEMEKTİR…”

Dil duygusunun zayıflığı konusunda halkın bir kusur veya suçlarının olduğunu düşünmüyorum, zaten Kürtçe en çok onların arasında zinde. Dili daha çok yaşatan onlar. Eğitimliler, halka öncülük edenler, onların adına siyaset yapanlar daha çok kendilerine yönelip bir halkı var eden, onu başkalarından farklı kılan, onda ortak aidiyeti oluşturan bu temel harca bir baksınlar, biraz daha kafa yorup çareler üretsinler derim.

Kürtlerde dil kullanımı yaş itibariyle yaşlılardan çocuklara doğru indikçe düşüyor. Bu da dilin geleceğinin tehlikede olduğunun bir işaretidir.  Bir topluma mensup olanların yüzde kaçının kendi anadilini kullandığı çok önemli olduğu gibi bu oranın çocuk ve gençlerde de ne kadar olduğu da çok önemlidir. Eğer çocuklar ve gençler arasında ana dilini kullanma oranı düşükse o dil için tehlike çanları çalıyor demektir.

21 Şubat da Dünya Anadili günü olduğu için, her kesin anadili gününü kutluyor ve bütün dillerin eşdeğerde önemli olduğunu vurgulamak istiyorum:

Roja Zimanê dayikê ya Cîhanî li me hemûyan pîroz be.