Psikolog Prof. Dr. Kızılhan: Depremden kurtulanlara yalnız olmadıklarını hissettirmeliyiz

Psikolog Prof. Dr. Jan İlhan Kızılhan, “Herkes depremzedelere yardım ediyor ve onların acılarını paylaşıyor. Bu güzel bir şey. Önemli olan felaketten sağ kurtulanlara yalnız olmadıklarını hissettirmektir” diyor.
Maraş'taki depremzedeler (Foto: Ozan Köse/AFP)
Maraş'taki depremzedeler (Foto: Ozan Köse/AFP)

ERBİL (K24)

Maraş’ın ilçelerinden Pazarcık ve Elbistan merkezli depremler 10 kentin yanı sıra Batı Kürdistan (Rojava) ile Suriye’de yıkıcı etkiler yarattı.

Resmi rakamlara göre 10 kentteki can kaybı 21 bine, Rojava ve Suriye’de ise 4 bine yakın.

Yaşanan depremlerin ardından Rojava ve Suriyeli mülteciler de dahi binlerce insan göç etmek durumunda kalıyor.

Öte yandan hem sosyal medyada hem de televizyon ekranlarında mültecilere yönelik nefret söylemleri ve fiziki şiddet görüntüleri de artıyor.

Bu denli büyük afetlerde ve krizlerde devletlerin koordinasyonda öncülük etmesi gerektiğini dile getiren psikolog Prof. Dr. Jan İlhan Kızılhan, depremden etkilenenlerin o an yıkımdan uzaklaştırılması, çadırların bir an önce kurulması, sıcak alanların oluşturulması ve sağlık ekiplerinin alana gönderilmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Uzman Psikolog Kızılhan, doğal afetlerin ve savaşların yarattığı travmalarla ilgili dünyanın pek çok yerinde çalışmalar yapan bir bilim insanı. DAİŞ’in elinden kurtarılan bin 100 kadın ve çocuğu yeniden hayata kazandırdı.

K24’e konuşan Kızılhan, dünyada böylesi afetlerin ardından koordinasyonların hızlı ve disiplinli bir şekilde sürdürüldüğünü kaydederek, büyük spor organizasyonları öncesinde bile terör saldırılarının ve yıkıcı afetlerin olasılığı üzerinde düşünüldüğünü anımsatıyor.

Depremden etkilenenlerin ve yardım için bölgeye gidenlerin devlet yetkilileri ile koordine bir şekilde çalışması gerektiğini söyleyen Kızılhan, daha çok kayıp yaşanmaması için organizasyonların doğru yürütülmesini dile getiriyor.

“HIZLI HAREKET ETMELİ, TOPLUMUN UMUDU KIRILMAMALI”

Kızılhan, yıkıcı afetlerin ardından insanlarda panik ve katastrofik durum oluştuğunu, bunun için neler yapılması gerektiğini şu sözlerle ifade ediyor:

“Bu tür felaketlerin ardından toplumsal, kültürel ve psikolojik anlamda negatif durumlarla karşılaşıyoruz. İleride başka problemlerle de karşılaşacağız; eğer bunun önüne hızlı bir şekilde geçmezsek toplum olarak kendimizi kaybederiz. Toplumun umudunu kırarız.”

DAİŞ’in Şengal’de Ezidi Kürtlere yönelik saldırısını örnek veren Kızılhan, “Bu saldırıların ardından Ezidiler dünyanın her yerine dağıldı. Kürdistan’da büyük bir göç başladı ve bu depremden sonra da göçler başlayacak” diyor.

İnsanların enkaz altındaki çocuklarını ve yakınlarını düşündüğünü kaydeden Kızılhan, “Ben bir anne ya da baba olsam o an kendi çocuğumu düşünürüm. Deprem anında aklıma politika, ulus bilinci ya da Kürtlük gelmez. Çocuğum kurtarıldıktan sonra ona nasıl bir gelecek inşa edeceğimi hesaplarım. O zaman ‘Maraş, Adıyaman, Hatay veya diğer yerlerde imkanım yok, neden buralarda kalayım ki?’ diye düşünmeye başlarım” ifadelerini kullanıyor.

Bu yüzden hem Kürtlerin hem de depremden etkilenen diğer toplumsal grupların devletle koordinasyon içerisinde olması gerektiğini vurguluyor: “Elbette eksiklikler var, o zaman devletin eksiklikleri neyse onları tamamlamak için çalışılmalı.”

Bundan sonraki süreci doğru atlatmak veya benzeri krizleri azaltmak için kişilere doğru eğitim verilmesi ve dünyadaki örneklerin anlatılması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Jan İlhan Kızılhan, “Kürdistan’da pek çok gencimiz var. Onlara eğitim verilmeli, hatta Almanya gibi ülkelere getirilerek daha önceki tecrübeler aktarılmalıdır. Onlar da aldıkları eğitimi Kürdistan’a veya başka yerlere anlatmalıdır” şeklinde konuşuyor.

Altı hafta ile üç aylık zaman diliminin travma için çok önemli olduğunun altını çizen Kızılhan, “O zaman yaşadıkları acıları ve hatıraları anımsarlar: Neler kaybettiler, ailelerinden kimleri yitirdiler... Hatıra böyle bir şeydir. Beyin şu anda bir kriz durumunda, yas tutmasına vakit bırakmıyor. Altı hafta ile üç aylık zaman içerisinde hatıralar film şeridi gibi gözlerinin önünden geçecek” şeklinde konuşuyor.

“KÜRTLER BİRBİRİYLE DAYANIŞMAYI BİLDİ, ŞİMDİ DE ÖYLE”

Bu sürecin travma için çok önemli bir süreç olduğunu, psikolojik hastalıkların o zaman ortaya çıktığını vurgulayan Kızılhan, şöyle ifade ediyor durumu:

“Bu yüzden bahsettiğim zaman aralığında insanların bir şeyler yapması gerekir. Herkes kendince küçük bir terapist olacak ve depremzedelere yardım edecek. Kanımca bu, özellikle Kürtlerin yabancı olduğu bir durum değil. Zira Kürtler doğal afetler, katliamlar, göçler gördü; mültecilik yaşadı ve zor zamanlarda birbiriyle dayanışmayı bildi. Herkes birbirine evini açtı, şimdi de evini açıyor.”

Yapılan toplumsal desteklerin çok önemli olduğunu ama sınırsız olmadığını söyleyen Kızılhan, bir süre sonra insanların kendi işlerine döneceğini, otellerin sonsuza kadar kapılarını depremzedelere açmayacağını vurgulayarak, “Tüm bunlar belirli süreler içindir. Yapmamız gereken öncelikli şey bu krizin aşılması için şu an o insanlara yardım etmek. Özellikle insanların travmalarını atlatmaları için ne yapması gerektiği üzerinde düşünmektir” diyor.

“YANLARINDA DURMALI, SABIRLA ONLARLA KONUŞMALIYIZ”

“Her yerden depremzedeler için yardım geliyor, insanlar evlerini açıyor, parasını bölüşüyor. Afetten sağ kurtulanlara evlerini açan insanlar nasıl davranmalı?” sorumuza yanıt veren Psikolog Kızılhan, şunları ifade ediyor:

“İnsanlar, doğası gereği nasıl davranması gerektiğini biliyor aslında. En önemlisi, onlara yalnız olmadıklarını hissettirmektir. Herkes depremzedelere yardım ediyor ve onların acılarını paylaşıyor. Bunları hissettirmeliyiz. Ağlamak, haykırmak veya bağırmak istiyorlarsa bırakın içlerinden geldiği gibi davransınlar, müdahale edilmemeli. Yanlarında durmalı, sabırla ve arkadaşça konuşmalıyız. Eğer yalnız olmadıklarını hissederlerse yaşadıkları travmayı daha çabuk atlatırlar.”

“ALDIKLARI FİZİKİ YARALARDAN BAHSEDİLMEMELİ, DETAYLARA GİRİLMEMELİ”

Kriz anında otellere yerleştirilmelerinin de “olumlu” olduğunu söyleyen Kızılhan, ancak otel odalarında yalnız kalmanın bazı “riskler” taşıdığını ekliyor:

“Kişiler yalnız kaldıklarında derin düşüncelere dalar ve başlarına bir şey getirebilir, ağır hastalıklar ortaya çıkabilir. Bir evde, bir aileyle birlikte, hatta sıcak bir çadırda yirmi kişiyle kalmaları otel odalarından daha iyidir. Çünkü o an konuşabilir, derdini anlatabilir ve dayanışma duygusu gelişir. Başka bir konu da depremzedelerle konuşurken derin konulara girilmemesidir. Onlara aldıkları fiziki yaralardan bahsedilmemeli, böylesi detaylara girilmemelidir. Ayrıca insanları tamamen hayal dünyasına koymak gibi, sürekli afetten bahsetmek de risklidir.”

“GERÇEKLİKTEN KOPARILMAMALILAR”

“Misafirlerimize televizyon haberleri açmalı mıyız?” diye sorduğumuz Kızılhan, “İnsanlar haberleri izlemeli. Onları gerçekten koparmak doğru değil. Çünkü bu durum insanları rüya alemine koymaya zorlamak gibidir. Ancak sürekli haber izlemek de doğru değil, bir kontrol olmalıdır” diyor.

ALANDAKİ GAZETECİLER NASIL DAVRANMALI?

Öte yandan depremlerin yıktığı kentlerde habercilik yapan gazetecilerin nasıl davranması ve nelere dikkat etmesi gerektiğini sorduğumuz Kızılhan, şu hususlara dikkat çekiyor:

“Uzun zamandır gazetecilerin bu tür travmaları nasıl atlatmaları gerektiği konusunda dersler veriyoruz, çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ağlamalar, feryatlar ve dile getirilen pek çok şey ister istemez insanlarda büyük bir etki yaratıyor. İnsanlar bu anlarda duygusunu gizleyemiyor. Dolayısıyla gazeteciler baştan itibaren bu travmaların farkında olmalıdır. Çünkü birçok gazeteci bu tür krizler ve afetler sonrası psikolojik hastalıklar yaşadı. Haber takibi sırasında pek çok şeyle karşılaşıyorlar ve tüm gördükleri gözlerinin önünden geçip duruyor. Pulitzer Ödülü’nü aldıktan sonra intihar eden gazeteciler var.”

Gazetecilerin olaylara ve tanık olacağı şeylere hazır olması gerektiğini dile getiren Kızılhan, sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Gazeteciler profesyoneldir. ‘Kürt’üm, Alevi’yim ya da bu bölgenin insanıyım. Bu felaket halkımın başına geldi. Felaketin yaşandığı yerlere gideceğim ve bilinçli adımlar atacağım, işimi yapacağım. Yaşanan problem benim başıma gelmiş değil, bu yüzden onların yaşadıklarını aktarmalıyım’ demeliler. İşkence gören, tecavüze uğrayan, kaçırılan binlerce insanla görüştüm. Yaşanılan her travmayla yüzde yüz empati kursam bu travmalar beni de bulur, hasta ederdi. Bu, empati duygumun olmadığını göstermiyor, fakat empatinin de bir sınırı vardır. Göreceğiniz duygular sizin değil, felaketi yaşayanlarındır. Gazetecinin yapacağı şey, duygularından ziyade işini yapmak, yani haber yazmaktır. ‘Halkımın yaşadıklarını nasıl doğru aktarabilirim?’ diye düşünmektir.”