Seçimlerin meşruiyeti ve CHP

Kurd24

 

Bir konuya değinip bir şeyler yazmaya çalışırken, bir de bakıyorsunuz gündemde bir başka konu ağırlık kazanmış oluyor. Onu da haftaya yazarım derken, bu kez de, önemli bulduğunuz konu veya gelişmeler gündemdeki sıcaklığını kaybetmiş oluyor. Böylece diğer konu veya konular hakkında ne düşündüğünüzü yazmak veya öne çıkarmak üzere bir düşünceniz varken, meseleyi gözden çıkarmış veya atlamış gibi oluyorsunuz. Bu nedenle, bugünkü yazımda, geçen hafta da belirttiğim gibi, “Önce Vatan” başlıklı yazımda yerimin kalmadığı ve eksik bıraktığımı düşündüğüm birkaç noktaya daha değinmek istiyorum.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 17 Temmuz günü TBMM’de partisinin grup toplantısında oldukça iddialı ve tartışma götürür bir konuşma yapmıştı ve ne hikmetse, medya ve siyasi çevrelerde bunun üzerinde pek durulmamıştı. Belki kendisinin de üzerinde fazla durulmasını istemediği o konuşmasında demişti ki:
" Meşru olmayan bir zeminde anayasa değişiklikleri gerçekleşti ve hileli bir demokrasiyle bir seçim sürecinin içine girdik. Seçimlerde meşru bir sonuç elde ettiklerini düşünüyorlar. Ne anayasa değişikliği ne de bu seçimler asla ve asla meşru değildir. Ne anayasa değişikliğindeki referandum ne de bu seçimler asla ve asla meşru değildir. Demokrasilerde sandık önemlidir bunu biliyorum ama sandık tek başına demokrasinin gerekçesi değildir. Tek başına sandık bir seçime meşruiyet kazandırmaz. Biliyorum itiraz edecekler buna da.
82 Anayasası yüzde 92’yle kabul edildi, meşru muydu? O anayasa meşru bir anayasa değil. Sizin yaptığınız seçim de meşru bir seçim değil. Eşit koşullarda adil koşullarda seçim yapıyorsan, referandum yapıyorsan o zaman o seçim o referandum meşru olur. Eşit koşullarda yapılmıyorsa meşru olamaz, olmaz da zaten. Lekeli bir demokrasiyle biz seçimlere gittik. Şimdi bana dönüp diyorlar ki ‘Biz kazandık. Bu seçimler meşrudur.’ Hayır efendim bu seçimler gayrimeşrudur, adil koşullarda yapılmadı.”
Bildiğim kadarıyla, 24 Haziran genel seçimlerini de, 16 Nisan referandumunu da, ondan önceki seçim ve bilumum oylamaları da hiçbir biçimde meşru görmeyen ve yan yana yazılı bazı sessiz harflerden oluşan isimlerle bildiğimiz ve genel olarak illegal kalmayı tercih eden birtakım radikal sol siyasi düşüncelere sahip yapılar da hep vardır. Yine seçimlere pek itibar etmeyen bazı Kürt siyasi grupları da vardır.
Tabii bu gruplar veya hareketler, hiçbir zaman kendilerini mevcut sistemin bir parçası olarak görmedikleri için, sistemin müesseselerini de reddederler. Radikal sol gruplar, yapılanların bir oyun olduğunu ileri sürerek, kendilerini mevcut sistemin karşıt bir alternatifi olarak görürken, Kürt siyasi yapıları da, sistemle bağlarını tamamen koparmak ve farklı bir devlet çatısı altında yaşamak yönünde tercih ve talepleri olduğunu ifade ederler. Dolayısıyla, ne legal siyasi partiler kurmayı, ne de seçimlere katılmayı akıllarından geçirmezler; doğal olarak sistem içerisinde kalarak bir pozisyon arayışı peşinde de olmazlar.
Ama eğer ağzından çıkanları kulakları da duymuşsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olmakla övünen, hatta müesses nizamın bizzat sahibi sayılan CHP’nin Genel Başkanı tarafından böyle sözlerin söylenmesi, oldukça enteresandır. Ama sanıyorum kendisi bile, sözlerini ciddiye almamış olmalı ki, hala o gayrimeşru saydığı seçimlerin bir neticesi olarak elde ettiği statüsünü sürdürüp korumaya devam ediyor.
Kılıçdaroğlu, referandumun ve genel seçimlerin meşru olmadıklarını net olarak ilan ediyor, ama insana sormazlar mı, meşru olmadığını bildiğiniz halde neden bu suçlara ortak oldunuz? Neden ve hangi gerekçeyle milyonlarca seçmen yurttaşınızı da, ortak olduğunuz bir suça yönlendirdiniz? Keza seçimlerde çoğunluk size verilseydi veya referandumda “hayır” oyu çoğunlukta olsaydı, o zaman da bu oylamaların meşruiyetini sorgular mıydınız? Neden bu gayrimeşru oylamalara katıldınız?
Tabii çoğunlukta olan tarafın oyları meşru değilse, aynı oylamanın çoğunluk elde edememiş tarafının oyları da meşru sayılmaz.
1982 Anayasası da elbette meşru değildir. Ancak eğer CHP açısından da meşru görülmüyorduysa, neden o gayrimeşru anayasaya göre 1989, 1993 ve 1999 yıllarında TBMM’de Cumhurbaşkanı seçilirken, 2007 yılında yine aynı usule göre yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 367 krizi yaratıldı? Neden o gayrimeşru anayasadaki karışık bir maddeye yeni bir yorum getirerek, bir siyasi kriz yaratılmasına neden olundu? Dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın böylesi bir krizin öncülüğünü üstlenip, Anayasa Mahkemesi’ni tehditler savurarak kendi talebine uygun bir karar vermeye zorladığı günlerde, partinin MYK üyeleri ve parlamenterleri kimlerdi ve Anayasa Mahkemesi’ne verilen dava dilekçesini kimler imzalamıştı?
Yaratılan 367 krizinin yol açtığı kaosun bertaraf edilmesi için düzenlenen Anayasa değişikliğiyle, Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi sonucu, nereye vardığımız bugün ortadadır. Eğer bugün siyasi hayatımıza bir tek adam veya Başbuğ sistemi girdiyse, bu noktaya gelinmesindeki en büyük günahkârın kim olduğu da açıktır. Buradaki büyük günahın, Kılıçdaroğlu’nun da yönetiminde yer aldığı CHP ve Genel Başkanı Deniz Baykal’da olduğu gerçeğini kabul etmek gerekir.
Geçmişte CHP hiçbir zaman seçim kazanarak iktidar olma şansı elde edememiş olsa da, en azından sıkı bir muhalefet partisi olmakla tanımlanırdı. Pek özlenen bir dönem olmasa bile, hükümet partileri, attıkları veya atacakları her adımda, CHP’den gelecek tavrı veya tepkiyi dikkate alıp, hesaplarını ona göre yaparlardı. Deniz Baykal ve sonrası CHP ise, neredeyse hükümetlerin tercih ettikleri bir makbul muhalefet partisi karakterine sahip oldu. Bugün bir muhalefet partisi olmayı bile beceremeyen ve iktidar alternatifi olmak üzere politikalar üretmek yerine, sadece kendi iç hesaplaşmalarıyla meşgul bir hizipler partisi haline geldi.
CHP’li yöneticiler, seçmen tercihinin yüzde 52 ile iktidar yaptığı AK Parti ve Reislerine, haklı olarak yüzde 48’lik bir muhalif kitle gerçeğini sık sık hatırlatırlar. Ama aynı zamanda kendi partileri içerisindeki yüzde 48-49 oranındaki delegenin kongre talebini de, imza sayısının yüzde 51’i bulmadığı için geçersiz sayarlar. Bu kabiliyetteki bir partinin, gönlüme göre bir parti olmasını, kendisini toparlamasını beklemiyorum elbette. Zaten hiçbir zaman böylesi bir derdim veya dileğim de sözkonusu olmadı. Ama sol, sosyal demokrat gibi sıfatlarla anılan CHP, bugün demokratik muhalefet kanallarının çok büyük kısmını bloke ederek, alternatif muhalif hareketlerin önünü kesmekte. Bunun büyük bir siyasi boşluk ve sıkıntı yarattığı da bir gerçek.
Topluma aydınlık bir gelecek vaat edemeyen, umut olamayan, demokrat olamayan CHP’nin hala yaşıyor olması siyaset bilimcilerin araştırma konusu olacak ciddi ve tartışılmaya değer bir meseledir.
Ama bence CHP, siyasi bir parti olmak yerine bir vakıf haline dönüşerek hayatını çok daha anlamlı ve değerli bir konuma dönüştürebilir, dönüştürmelidir.
İyi haftalar diliyorum.

 

 *kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir..