“Rahman Dayım” ve İran Şahı

Kurd24

Tarihçi-yazar Ali Kerimi, dayısı Abdulrahman Zebihi’nin hayatını anlattığı Jîyan û Beserhatî Ebdulrehman Zebîhî (“Abdulrahman Zebihi’nin Yaşamı ve Hatıraları”, Kürdistan Hükümeti Kültür Bakanlığı Yayınları, 2005, Süleymaniye) adlı çalışmasının önsözünü dayısı ve İran Şahı (Muhammed Rıza Şah Pehlevi) temasına ayırmıştır. Kerimi, kitabını annesine adar zira hayatındaki en önemli birkaç kelimeyi ondan öğrendiğini söylemiştir. Bunlardan ikisi “Jê-Kaf” yani Kürtçe tam adıyla Komeley Jîyanewey Kurdistan (Kürdistan Diriliş ya da Yeniden Doğuş Derneği, Mahabad, çelişkili kaynaklara göre 1941 ya da 1942) ve xalit Rehman yani “Rahman dayın”dır. Öyle ki, ev ahalisinin çocukları, Bağdat’ta sürgünde olan ve hiç göremedikleri Rahman dayılarının ismi üzerine yeminler dahi edecek kadar sevmeye başlarlar annelerinin anlattığı esrarengiz, cesur, güçlü ve kararlı Kürt milliyetçisi dayılarını. Dayılarını tekrar görmelerinin bir koşulu vardır: Onu sürgüne gönderen İran Şahı’nın devrilmesi yani İran’da rejimin değişmesi.

Abdulrahman Zebihi Kürdistan tarihindeki nadide kişiliklerden biridir. Kaynaklardaki çelişkiler sebebiyle tam olarak 1941’de mi ya da 1942’de mi kurulduğundan emin olamadığımız Jê-Kaf’ın* kurucuları arasında yer aldığında henüz 21 ya da 22 yaşında genç bir Kürt entelektüeldir. Zebihi, dönemin iki etkin Kürt milliyetçi güçleri olan Jê-Kaf ve güney Kürdistan’daki Hîwa örgütlerinin başını çektikleri, kuzey ve batı Kürdistan’dan da temsilcilerin de katıldığı Üç Sınır Anlaşması’nda (Peymanî Sê Sinor) delgelik yapmış, Jê-Kaf’ın tüm yayınlarının sorumluluğunu almış, Kürdistan Cumhuriyeti (1946) dönemini hapiste olduğu için görememiş, ardından Irak Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve hatta batı Kürdistan’daki Suriye Kürt Demokrat Partisi (El-Parti) içinde görevler alarak hayatını üç parça Kürdistan’da siyaset yaparak geçirmiş oldukça ilgi çekici bir tarihi kişiliktir.

Çok özel bir çalışma olan adını zikrettiğim kitabın önsözünde, Kerimi, annesinin öz ağabeyinden 34 yıllık ayrılığını, bu ayrılığın nasıl Şah’ın demir yumruk rejimine yorulduğunu ve her gün Şah’ın devrilmesi için evlerinde edilen duaları anlatır. Nitekim, 1979 yılında Şah devrilmiştir. Kerimi şöyle der: “Annemin acı ve elem dolu gözyaşları bir anda mutluluk ve gülücük dolu gözyaşlarına dönüverdi zira ağabey ve kardeşi 34 yıl sonra kavuşmuşlardı.” Fakat Şah’ın devrilmesinden sonra Kürdistan’da yaşanacaklar hiç de Kerimi’nin gözü yaşlı annesinin, ev ahalisinin ve hatta Zebihi’nin dahi tahmin ettiği gibi olmamıştır. Kerimi bu durumu şöyle anlatır: “Şah, annemden iki ağabeyini almıştı. Molla rejiminin gelişiyle annem sadece Rahman dayımı bir daha görmemek üzere yitirmedi, on sekiz yaşındaki kızı da öldürüldü. molla rejimi annemden üç oğlunu daha ayırdı.”

1980 yılında, İran’da Şah’ı deviren rejimin milisleri Bağdat’ta Zebihi’yi suikastle öldürürler. Ali Kerimi de birkaç yıl sonra dayısı ve iki erkek kardeşi gibi sürgüne gider ve bir daha dönmez.

Uzun uçak yolculuklarımdan birinde okuduğum bu kitabı, kendi yazılarından ve doktora tez çalışmamdan bildiğim Zebihi’yi, ve Ali Kerimi’nin annesini düşünürken hep aynı soruyu sordum kendime: Zebihi ile konuşma şansım olsaydı, acaba bana da Şah’ı devirmenin ne kadar elzem ve stratejik olduğunu mu anlatırdı? Cevap maalesef evet. Merhum Zebihi, kırk yıllık siyasi tecrübesine karşın, Kürdistan Cumhuriyeti’ni yıkan Şah’ın devrilmesi yani İran’da rejimin değişmesini Kürdistan’daki tüm diğer sorunların ve hatta öz kardeşini görebilmenin ön koşulu olarak görüyordu. Zamanda uçup yanına, 1977’nin Bağdat’ına gidebilseydim, muhtemelen bu tezi hararetle savunduğunu görecektim.

Fakat, bu sanrısal durum Zebihi’nin bilgisizliğiyle ilgili olmasa gerekti. İran’da Anayasal Devrim sürecinde (1905-1911), “hak, hukuk, meşrutiyet” sloganıyla mevcut Kaçar monarşisini anayasayı imzalamaya zorlayan özgürlükçü kitleler hiçbir surette aynı monarşinin Kürtçe yasağını tartışmayı dahi kabul etmemişlerdi. 1921’de ilk olarak Savaş Bakanı olan ve dört yıl sonra Kaçar hanedanını yıkarak Pehlevi hanedanını kuran Rıza Şah’ın siyasi maceraları içerisinde ittifaklar kurduğu muhtelif liberal, ilerici, seküler ve dindar gruplardan herhangi biri de Rıza’nın Kürt ulusal kıyafetlerini dahi yasaklamaya kadar giden demir yumruk siyasetlerini eleştirmeyi akıllarından bile geçirmemişlerdi. Aksine, Tahran’da çıkan farklı siyasi fikirlere ait gazetelerinin üzerinde uzlaştıkları tek konu Rıza’nın bakanken de, başbakanken de ve hanedanını kurduktan sonra da “İran’ın bölünmez bütünlüğünü” korumasına olan destekti. Zebihi, elbette ki, tüm bunları biliyordu.

1979 İslam devriminde yaşananlar ile 1905-1911 Anayasal Devrim ve 1921-1925 Pehlevi devrimi döneminde İran’da yaşananlar arasında Kürdistan açısından hiçbir fark bulmak mümkün değildir. Anayasal Devrim’in savunucuları kendilerinden 68 yıl sonra iktidara gelen Kum mollalarıyla Kürdistan ve Kürtler konusunda pek de dişe dokunur ayrılıklara düşmemişlerdir. Kaçar, Pehlevi ve Humeyni iktidarlarının Kürdistan hakkında müzakere edebileceklerinin sınırları yirminci asır boyunca değişmemiştir. 1947’de Saqiz’da, Kürt siyasi figürleri idamlarından sonra teşhir eden iktidar aklıyla 1982’de Sine katliamını yapanların aklı ya da 1992’de Sadık Şerefkendi’yi öldürenlerin aklı hep aynı kalmıştır. Zebihi’yi sürgün eden akıl ile onu suikastle öldüren akıl da aynıdır. Nitekim Kürtlerin “rejim değiştirme aklı” da değişmemiş, değişen her rejimle beraber yeni bir rejim değişikliğinin peşinden sürüklenmişlerdir.

Rahman dayımız, kız kardeşi ve İran Şahı’nın öykülerini bir kenara bırakarak devam edersek; Kürdistan tarihi okuyucusunun karşılaşacağı en bariz sonucun Kürdistan’a siyasi, sosyal ve ekonomik hayatiyet kazandıran gelişmelerin rejim değişiklikleri değil mevcut rejimlerle yapılan müzakereler olduğunu görürürüz. 1946 Kürdistan Cumhuriyeti, en yüzeysel tanımıyla, orta ve kuzey İran’daki hakim Sovyet rejimiyle yapılmış bir müzakerenin sonucudur. Kürdistan’ın kolektif aklına modern ve demokratik milliyetçilik mirasını bırakmış, hatta kurucusu KDP dört parça Kürdistan’da istisnasız tüm siyasi hareketlerin çıkış platformu olmuştur. Öte yandan, 1991 Kürdistan Bölgesi Hükümeti, Irak rejimiyle 1970’de yapılan Otonomi Anlaşması’nın bir sonucudur zira Birinci Körfez Savaşı’ndaki uçuşa yasak bölge bu anlaşmanın belirlediği otonomi sınırlarını kapsayacak şekilde uygulanarak Kürtlere sıfırdan da olsa yerel bir yönetim kurma şansını sunmuştur. Aynı şekilde, 2005 Irak Anayasası Kürdistan Bölgesi Hükümeti’nin sınırlarını 1970 anlaşmasının tanımları üzerinden tanımıştır. Yani, bugün yaşayan tek güvenli Kürdistan yönetimi sırasıyla Irak-Baas, ABD-koalisyon ve yeni Irak rejimleriyle yapılan müzakerelerdeki kazanımların bir sonucudur, rejim değişikliklerinin değil.

Bu hususu konuşurken basit ama etkili matematiksel bir formül uygulanabilir. Bir rejimin değişebilmesi için rejimi değiştiren kuvvetin mevcut rejimden daha güçlü olması gerekir. Yani, örneğin, İran’da molla rejimi değişecekse, bu değişimin itici aktörü olan muhalif tarafın molla rejiminden daha güçlü olması ve ardından eski rejimin varlıklarına da el koyarak devrim sürecinden daha da güçlenerek çıkmasıyla mümkündür. Kısacası, bir rejimi değiştiren aktörler bir önceki rejimden her zaman daha güçlüdür ve bu da siyasi azınlıkların savaş ya da müzakere üzerinden kazanımlar elde etmelerini neredeyse imkansız kılar.

Merhum Zebihi, kız kardeşi, yeğeni ve daha nicelerinin kaçırdıkları nokta, saflarında mücadele ettikleri ya da uzaktan destekledikleri muhaliflerin mevcut düşmanlarından daha güçlü olmalarına katkı sağladıklarıdır. Rejim değişikliklerinin kaçınılmaz birer olgu olarak hesaba katılması yerine Kürdistan’daki egemenlik sorununa, en yalın haliyle, bir çözüm olarak planlanması Kürdistan tarihi okumaları ışığında defalarca yanlışlanmış bir tez olarak halen karşımızda durmaktadır.

Peki, rasyonel aklın yaşadığı bu tutukluk halen Kürdistan’ın tüm parçalarında aynıyla devam etmemekte midir?

*Cemal Nebez gibi bazı tarihçilerin vurguladığı ve 1950’lerde güney Kürdistan’da yayınlanan bazı dergilerde basılan yazı, söyleşi ve hatıratlar Jê-Kaf’ın 1938 yılında Hizbî Azadîxwazanî Kurdistan (Kürdistan Özgürlükçüler Partisi) adında bir partinin devamı olduğudur. Bu kaynaklara göre, bu parti 1941’deki Anglo-Sovyet işgali ile beraber değişen koşullara uyum sağlamak amacıyla isim değiştirerek Jê-Kaf’a dönüşmüştür. Nitekim, Jê-Kaf’ın Sovyet liderlerine gönderdiği bir mektupta da buna değinilir. En olası ihtimal ise partinin isim değiştirmediği fakat akamete uğradığı, aynı kurucu kadronun da Jê-Kaf’ı hayata getirdikleridir.

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.