Seni Belediye Başkanı Yaptırmayacağız

Kurd24

Türk siyaset tarihinin en kısa konuşmasını Selahattin Demirtaş, 17 Mart 2015’te HDP’nin grup toplantısında yaptı.

Konuşmasını tek cümleyle özetleyeceğini söyleyen Demirtaş, dönemin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a, "Biz var oldukça sen başkan olamayacaksın" diye seslendi ve sonra üç kere “Seni başkan yaptırmayacağız” dedi. Salonda kopan alkış fırtınası ve ülkenin gündemini uzun süre işgal edecek bu motto, artık yeni bir döneme girildiğinin ilanı gibiydi.

Bu mühim cümlenin, sürekli olarak Türk devletinin Kürtlere dair sert müdahalelerinin hemen öncesinde arz-ı endam eden ve kötü günlerde de sırra kadem basan Sırrı Süreyya Önder tarafından Demirtaş’ın kulağına fısıldandığı söylendi. HDP’nin seçim kampanyası bu slogan üzerinden şekillendirildi ve neticede Türk siyasetinin bu en kısa konuşması, Kürt siyasetinin en büyük ve uzun süreli kayıplarından birinin simgesi haline getirildi.

7 Haziran 2015 seçimleri, Kürtlerin her türlü meşru hakkının siyasette savunulmasının Erdoğan karşıtlığına indirgenmiş olduğu bir iklim yarattı. Şüphesiz HDP başarılı bir seçim sonucu aldı fakat seçim ringindeki kavga orada kalmadı.

80 milletvekili ile güçlü bir temsil hakkı kazanan HDP, doğru bir siyasetle hükümet ortağı veya hiç değilse TBMM’de denge unsuru olabilirdi. Ne var ki yine Sırrı Süreyya Önder’in “emanet oylar” ve hemen akabinde gelen “AKP ile uzlaşmayacağız” çıkışları, siyaseten elde edilmiş bir fırsatın berhava edilmesi anlamına geliyordu.

Ertuğrul Kürkçü, 10 Haziran 2015’te, yani seçimlerden üç gün sonra yaptığı açıklamada “AKP’nin içinde olduğu herhangi bir koalisyonda yer almayacağız, bu konuda netiz” dediğinde henüz çalınmamış kapı da kapatılmış oldu.

Bu çoğu zaman karşılığı da olmayan restleşme birkaç ay sürdü ve dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun HDP’den randevu talebine nedense yine Sırrı Süreyya Önder, partide bunu yapacak herhangi bir görevi olmamasına rağmen,“Gelir, kaçak çayını içer gider” diyerek cevap verdi. Zaten Kürt illerinde DBP’li belediyelerin yaptığı özerklik ilanları ve hendekler, şehir savaşlarına dönecek ortamı yeterince germişken, meseleyi makul ölçüler içerisinde bertaraf etmesi gereken siyaset, üstüne düşeni bu ateşi körüklemekle yerine getir(m)iyordu.

Şırnak Halk Meclisi’nin 10 Ağustos 2015’te yaptığı ilk özerklik ilanı sonrası ok yaydan çıktı ve bir gün sonra Recep Tayyip Erdoğan, “Bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti’nin dışında bir devlet asla kabul edilemez. Bu açıklamayı kimler yapıyorsa ağır bir bedel öderler. Hem yasal bir bedel öderler, hem diğer tür bir bedel öderler” dedi. Neticede de öyle oldu. Binlerce Kürt genci bu yanlış siyasete kurban edilirken, ondan fazla Kürt şehri de yerle bir edildi. Olup bitenler, konunun hassasiyeti sebebiyle yeterince yazılıp incelenmediyse de bütün bu dönem Kürtlerin hanesine büyük, çok büyük bir kayıp olarak yazıldığı ortada.

Denilebilir ki Türk devleti zaten böyle bir hazırlık içerisindeydi ve hem Kürt şehirlerine operasyon düzenleyecek hem de Kürtlerin sınır hattındaki şehirlerini boşaltacaktı. Bu düşünce doğru dahi olsa, HDP’nin makul bir siyaset yürütmediği, en azından kendi gücünün dışında bir çaba içinde olduğu ve bunun da kendisine oy vermiş 6 milyondan fazla Kürt’ün menfaatlerini korumaya yönelik olmadığı görülecektir. Siyaset çoğu zaman tansiyonu düşürme görevidir. Karşı tarafın germek istediği ortamı gevşetmek, gelebilecek sert vuruşları yumuşatarak halkın en az zararı görmesini sağlaması gereken siyaset, eğer orantısız gücüne rağmen gerginliğin kaynaklığını yapıyorsa, bu ya akılsızlığa işaret eder yahut kötülüğe koşullanmış bir inşaya.

Hatırlanacak olursa o dönemde dahi Erdoğan, hem siyaset hem de devlet yönetiminde tek adam olarak hareket ediyordu. Dahası artık onun sultanlığı dahi şüphe götürmüyordu. Yapmak istediği kanuni değişiklikler bu konumunun meşruiyetini değil ama yeterince aşikar edilmesini amaçlıyordu. Rejimi korumakla görevli Türk ordusunun ve Türk devletinin kurucu partisi olan ana muhalefetin bile tüm gücüne rağmen sessiz kaldığı ve sorumluluk yüklenmediği bir durumda, HDP’nin “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı sonuçları da göz önüne alındığında bir budalalık örneğidir.

Bu sürecin mimarları olan legal ve illegal yapılar, bu meselede herhangi bir hesap yahut “özeleştiri” vermediler. Kürt siyasetçileri de Türkiyelileşme uğruna kaybettiklerine dair bir muhasebe yapmadılar ama Kürtler çok şey kaybetti. Bu sonuçlardan biri olarak -kötü bir belediyecilik sergilemelerine rağmen- yaklaşık 20 yıldır ellerinde tuttukları belediyeleri kaybettiler. Kayyım atanan belediyeler bugün aynı zamanda Türklüğün birer kalesi olarak işlev görmeye başladı ve pompalanan bir yeni asimilasyon kültürünün de başını çekiyorlar.

Herhangi bir erkene alma durumu olmazsa 31 Mart 2019’da yerel seçimler yapılacak. Bu seçimlerin durumunu 7 Ekim 2018’de Recep Tayyip Erdoğan, “Teröre bulaşmış olan kişiler tekrar sandıktan çıkacak olursa, anında gereğini yapıp kayyum atarız” diyerek önceden belirlemiş oldu. Zira artık bağımsız bir yargısı olmayan Türkiye’de kimin “terör”e bulaşıp bulaşmadığını yasalar yahut mahkemelerin hukuk ilkeleri değil hükümetin keyfi belirliyor.

Türk hapishanelerinin Kürtlerle dolup taştığı bu dönemde, artık yasalarda bölücülük ve Kürtçülük gibi suçlar olmadığı için Kürdistan’dan ve Kürtlerin meşru haklarından bahseden herkes, kategorik olarak PKK veya FETÖ’yle ilişkilendirilerek “terör örgütü propagandası yapmak” yahut “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla yargılanıyor ve cezalandırılıyor.

Bu durumda önümüzdeki seçimlerin sonuçlarını sandıklar belirlese dahi belediye başkanlığı koltuğuna kimin oturacağını seçmenler değil hükümet belirlemiş olacak. Bu durum demokrasinin ruhuna ve doğal hukuka tümüyle ters olsa dahi Türkiye’nin pozitif hukukuna ve Yeni Türkiye’nin ruhuna tümüyle uyan bir durumdur. İçişleri Bakanı’nın TBMM’deki konuşmasında Kürt köylülere işkenceyi savunduğu bir dönemden başka bir şey beklemek abes olur. Asıl terslik bu realiteyi görmezden gelerek maceracı bir ruhla siyaset yapmakta ve kim olduğu belli olmayan bir grubun güdümüne girerek Kürtlerin tüm kazanımları üzerinde kumar oynamakta beis görmeyenlerdedir.

HDP bugün teknik olarak Kürtler açısından AKP yahut MHP’den farksız bir Türk partisi olmasına rağmen ana akım Kürt siyasetinin bütün enerjisini kendisinde toplamış, Kürtlerin geçmişten bugüne gelen siyasetine el koymuş bir partidir. Tayyip Erdoğan karşıtlığına endekslenen siyaset gereği de Kürt illerindeki tek alternatiftir. Kürtlere hakikatte bir şey vaadetmeyen politikası ve programına rağmen halkın namus belasına oy verdiği -ve vereceği- bir partidir. Bu yüzden Kürt illerindeki hiçbir değerlendirmede görmezden gelinemez ama halka bir kazanç sağlayacağı da söylenemez.

Seçimlerle ilgili stratejiler henüz netleşmemişken bir şey söylemek için erken olsa dahi düşüncem, Kürtlerin mevcut şartları göz önüne alarak seçimlerden çekilmesinin daha doğru olacağı yönündedir. Eğer Türkiye’deki demokrasi deneyimi bu niteliksiz durumunu sürdürecekse bu durumu meşru hale getirmenin hesabını daha sonra kimse veremez.

Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı her ne kadar popüler de olsa bir hakikatten ve kudretten yoksundu ama Kürtlere “Seni belediye başkanı yaptırmayacağız” diyen Recep Tayyip Erdoğan bugün bir devletin tüm kurumlarını elinde tutmaktadır. Kendi eşbaşkanlarını dahi hapishanelerde çürümeye bırakan, onlara sırtını dönen bir güçsüzlüğün bugün halk dışında kimsesi kalmamıştır. Halk kitleleri ise doğru bir temsiliyete ve yönetime sahip olduğu sürece bir anlam ifade eder; kontrolsüz güç, güç değildir.

Bu handikabı aşmanın tek yolu, siyasetinizi tıkayanların siyasetini tıkamaktan geçer. 

Kürtlere her türlü zulmün reva görüldüğü dönemlerde dahi meclisten çekilmeyen, sine-i millete dönmeye cesaret edemeyen HDP’nin ve onun peşine takılmakta bir beis görmeyen diğer Kürt partilerinin bu dönemde yapacağı en büyük yanlış, seçimlere girerek mevcut durumu meşrulaştırmaktır.

Sandıklardan çıkacak kişilerin yerine yeniden kayyım atanması, sol bilinçaltı ile siyaset yapanlarda “AKP zulmü” olarak kodlansa da bu, halk kitlelerinde büyük psikolojik yenilginin önünü açar ve artık iktidarın koşulsuz kabulüne sebebiyet verir. Oysa Kürtlerin nakavt olmaya değil, maçı uzatmaya ve büyük silahlar kuşanmış rakibinin kendi kendisini tüketmesine ihtiyacı vardır.  

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.