Körfezin 11 Eylül’ü

Kurd24

Dünya uzun bir aradan sonra yeni bir 11 Eylül girişimine, birkaç gün gecikmeyle 14 Eylül sabahında Suudi Arabistan’da uyandı. Dünyanın en büyük enerji şirketi Aramco’nun Abqaiq’teki petrol tesisleri on yedi ayrı noktadan saldırıya uğradı.

Saldırılar, her şeyden önce küresel ekonomi için kritik önemdeki bir petrol tesisinin ne kadar savunmasız olduğunu ortaya çıkardı. Abqaiq bütün dünya için çok önemli; çünkü dünya petrol ve gaz arzına günlük 5.7 milyon varil ile muazzam bir katkı sunuyor. Öyle ki saldırı sonrası küresel petrol arzı %6 oranında azalırken petrol fiyatlarındaki artış, 28 yıl aradan sonra %20’yi bulan sert bir yükselişe de imza attı. Bu durumun kendisi bile saldırının sonuçlarının ne derece büyük ve kaçınılmaz olduğunu göstermeye yetecektir. 

Saldırıyı kısa bir süre sonra Yemen’deki İran destekli Husiler üstlendi. Zaten Ağustos ayında Shaybah petrol sahalarına, Mayıs ayında da iki ayrı petrol istasyonuna silahlı drone ile yapılan saldırlar sebebiyle Husiler olağan şüpheliydi. Zira Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon dört yıldır Husilere karşı savaşıyor.

Trump tarafından Suudi Arabistan’a gönderilmeden önce Twitter hesabı üzerinden bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo olayı, "Dünya enerji arzına yönelik eşi görülmemiş bir saldırı" olarak tanımlarken Yemen bağlantısını da reddetti ve İran’ı suçladı. Bu yüzden olayın Yemenli Husiler tarafından İran vekalet savaşlarının bir parçası olarak üstlenmesiyle çözülebilecek kadar sıradan bir drone saldırısı olduğunu düşünmek kanımca uluslararası siyasetin teamüllerine ters olur.

Hatırlamaya çalışalım:

-Politico dergisi ABD emniyet birimlerinin eski üst düzey yöneticilerine dayandırdığı haberinde, 2017 yılında Washington'ın merkezinde telefon ve kısa mesajları izleyen bir sistemin ortaya çıkartıldığını öne sürmüş ve bu iş sebebiyle İsrail’i suçlamıştı. İsrail Başbakanı Netanyahu, 13 Eylül Perşembe günü Rusya’da Putin’e yaptığı ziyaret sırasında bir açıklama yaparak ABD Başkanı çevresindekilerin cep telefonlarının dinlenmediğini belirterek, ABD'ye yönelik espiyonajı yasakladığını vurguladı. Bunun yanında ABD’de eskimeyen bir gündem olarak ABD’nin İsrail’e çok fazla siyasi kredi verdiğine dair içerikte bir süredir yoğun bir faaliyet var.

-Bir süredir İran ve İsrail arasında drone savaşları var. İsrail, Tahran’ın bölgedeki nüfuzunu engellemek için Suriye’deki İran hedeflerine bir süredir hava saldırıları gerçekleştiriyor. Şimdilerdeyse hava operasyonları için harekat alanını kısa süreliğine de olsa Irak ve Lübnan’ı da içine alacak şekilde genişletmiş durumda.

-3 Eylül’de ABD'nin müzakerecisi Zalmay Halilzad, ABD ve Taliban arasında uzun süredir devam eden müzakerelerle ilgili tarafların bir barış anlaşması üzerinde prensipte anlaştığını duyurdu. Taraflar arasında Katar’ın başkenti Doha’da dokuz tur görüşme gerçekleştiği biliniyordu Taliban ile imzalanması beklenen anlaşmanın çıkmaza girdiğini söyleyen ABD Başkanı Donald Trump, Twitter hesabından 7 Eylül’de yaptığı açıklama ile müzakerelerin "öldüğünü" söyledi.

-Trump hiç de beklenmeyen bir kararla İran hakkındaki şahin görüşleriyle bilinen Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’u görevden aldı. Bu durum, İran ile bir süredir kesilmiş olan görüşmelerin yeniden başlayacağı beklentisi de uyandı.
 -Bir süredir Hong Kong meselesi etrafında Çin ile İngiltere arasındaki ilişkiler gerginleşiyor. Çin Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Hong Kong'un artık bir "İngiliz sömürgesi olmadığını" belirterek, İngiltere'nin bir an önce Hong Kong'a ve Çin'in iç işlerine müdahale eden davranışlarını bırakmasını talep etmişti. Geçtiğimiz hafta Çin, İngiltere’yi Güney Çin Denizi’nde ABD ile birlikte yaptığı manevralar konusunda da sert bir şekilde uyarmış ve bu hareketliliklerin askeri müdahale ile karşılanacağını duyurmuştu.

-İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in Ağustos ayındaki Pekin ziyareti sırasında İran ve Çin’in 2016 yılında imzaladığı 25 yıllık stratejik ortaklık anlaşmasını güncellediği biliniyordu. Petrolleum Economist’te yer alan rapora göre Çin ve İran arasındaki enerji anlaşması, İran’daki tesisleri koruması için 5000 kişilik Çinli asker varlığı da dahil 400 milyar dolarlık bir yatırımdan oluşuyor. Bu yatırımın 5 yıl içinde uygulanacağı öngörülüyor.

-Ünlü ABD düşünce kuruluşu CSIS, Suudi Arabistan’daki saldırıdan on gün önce Abqaiq Petrol Tesislerine dair bir rapor yayınladı. Petrol tesislerinin ilk kez yayınlanan harita ve görüntülerinin yanında rapor, tesislerin saldırıya açık olduğunu da vurgulamıştı.

Birbiriyle ilişkisi çok hızlı kurulamayacak olsa da son birkaç haftada vukuu bulan bu olayları ve siyasi hamleleri Batı’nın dünya egemenliğine dair bir tezahürü olarak okumak mümkün. Kanımca bu çekişmeler; Çin’in yükselişinin önlenmesini, Pax-Americana’nın istikrarlı bir şekilde devamını ve İsrail’in bölgedeki güvenliğini esas alan Amerikan Grand Strategy’sinin bunlar üzerine kurulmasını savunan Ulusalcılar ve sermayenin kar önceliğini savunan Elitlerin kapışması. Fakat daha ilgi çekici olan şu ki iki taraf da dönemsel olarak lobilerinin ve baskılarının etkisiyle politik olarak birbirinin tersi kararlar verebilen çağın Madman’ı Trump üzerinde anlaşabiliyorlar. En azından şimdilik.

Robert Kaplan’ın New York Times’taki yazısında belirttiği gibi, “Körfez’de yaşanan her şey İran değil, Çin ile ilgilidir.”

Kuşak-Yol (OBOR) dahil tüm hibrit projeleri ile yükselişte olan Çin’in çevrelenmesi, yavaşlatılması ve engellenmesi şu sıralar Amerikan jeopolitik stratejisinin temelini oluşturmaktadır. Dahası ABD, sağlıklı sonuçlar için küresel ve bölgesel müttefiklerinin de aynı strateji çerçevesinde pozisyon almasını sağlamak mecburiyetindedir. Güneybatı Kürdistan’a (Rojava) gönderilen silahlar dahil büyük alımların körfezdeki Arap ülkelerine ödetilmesi ve İran tehdidinin sürekli olarak güncelliğini koruması, en azından ABD tarafından tansiyonun düşürülmemesi de kanımca bununla ilgilidir.

Abqaiq’taki olayın ortaya çıkan uydu görüntüleri, saldırının İran’ın vekilleri tarafından yapılamayacak kadar profesyonel olduğunu gösteriyor. Böylesi bir nokta atışı saldırıyı İran’ın yapıp yapamayacağı da meçhul. ABD’nin olayın hemen ardından İran’ı işaret ederek suçlaması ve Suudi yönetiminin geç de olsa İran’ı direkt olarak suçlamadan kaçınması ve BM ile uluslararası hakem kuruluşlarını saldırıyı araştırmaya davet etmesi saldırının mahiyeti ve sonuçları hakkında ipuçları veriyor. Suudilerin tedirginlik ve çekingenliklerinin, saldırının nasıl bir cevaba kapıyı araladığını anlamış olmalarından kaynaklanıyor sanırım. Zira olup bitenler akla henüz üzerindeki manipülasyon ve tartışmalar aralanmamış olan 11 Eylül saldırılarını getirmiyor değil. Hatırlatmalıyım ki 11 Eylül saldırısı ve sonrasında olanlar, Ortadoğu’da yeniden yapılanmanın işaret fişeği olmuştu. 

Kürdistan’ı işgal edenler, Kürt meselesini hala kendi sınırları içinde tutmak için çaba harcıyorlar ve onu bölgesel bir soruna dönüştürüyorlar. Çünkü küresel ölçekte gelişen jeopolitik patlamaların onları da yerle bir edecek düzeye ulaşmış olduğunu görüyorlar.

Oysa Kürtler, ABD-Çin arasındaki küresel egemenlik savaşında jeopolitiğin kendilerine nasıl bir alan ve fırsatlar kapısı açtığının henüz farkında değil. Bu yüzden örneğin Kürdistan’ın kuzeyinde bir süredir Kürtlerin de gündemini belediyeye atanan kayyımlar, onların fıstıklı kadayıf ve leblebi faturaları ile gerçek bir siyaset yapamadığı için durmadan liseli ergenler gibi duygusal devrim şiirleri paylaşan siyasilerinin anlamsız açıklamalarından oluşuyor. 

Doğaldır. Kürtler önemlerinin farkına varmadıkça ve ülkelerinin uluslararası arenada vazgeçilmezliğini anlamadıkça, Kürt hafızasında yüz yıllık katliamların ve kandırmacanın sembolü olan Mustafa Kemal’in kendilerine hediye edilen tablolarını da almaktan kurtulamayacaklardır.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.