Toplumsal ve siyasal kutuplaşma nedenleri…

Türk devleti, Kemalistlerin devleti olarak kuruldu. Yani devlet ulus devlet değil, devletin ulusu olarak kuruldu
k
k

Türkiye’de her zaman ve her dönem tartışılan konulardan biri de toplumsal ve siyasal kutuplaşma olgusudur. Son zamanlarda ise toplumsal ve siyasal kutuplaşma olgusu daha çok konuşulmakta ve tartışılmaktadır. Tartışanların hepsi bu kutuplaşmanın taraflarından biri olmasına, toplumsal ve siyasal kutuplaşmanın nedeni olmasına rağmen, olguyu kendi dışında ele alarak yorumlamakta ve analiz yapmaktadırlar.

Sorunu asıl karmaşık hale getiren de bu yaklaşım ve davranış biçimidir.

Son zamanlarda toplumsal ve siyasi tartışmalar yapılırken kutuplaşmaya neden; siyasetçilerin, farklı toplulukların birbirlerine karşı kullandıkları uygun olmayan üslup olduğu ileri sürülmektedir. Bu görüş kesinlikle yanlıştır. Kutuplaşma açısından ortaya çıkan görüşler ve davranışlardaki üslup sadece gerçek olgudan kaynaklanan bir sonucun kendisini dışa vurumudur. 

Türkiye’de siyasal ve toplumsal kutuplaşmanın nedenleri oldukça derin, eski, tarihi, çok hayati karakterdedir. Bu nedenleri tespit edip, nedenler ortadan kaldırılmadan toplumsal ve siyasal kutuplaşma ortadan kalkmaz. Kayıkçı kavgası da devam eder. Bir anlamda da bu nedenler ortadan kalkmasın diye yaratılan bir hikâye ve gerçek olarak önümüzde çıkmaktadır.

Kutuplaşma en genel anlamda, toplumun/toplumların bireylerinin belirli gruplar halinde kendi içlerinden ya da birbirlerine karşı aşırı ve keskin şekilde ayrışmasıdır. Toplumsal ve siyasi toplulukların, bireylerin, birbirlerini ötekileştirmesi ve şeytanlaştırmasıdır. Birbirlerini ayrıştırması ve aralarına ayrıştırıcı duvarlar çekmesidir.

Türk devleti kurulduğu zaman, kutuplaşma üzerinden kendisinin varlık koşullarını oluşturdu. Var olan ve mevcut olduğu açık olan sosyolojik ve tarihsel gerçeklerin dışından kendisini tanımlamaya, yapılandırmaya çalıştı.

Türk devletinin kuruluşu ile ne oldu da kutuplaştırmayı yarattı, ona bakalım…

Türk devleti, Kemalistlerin devleti olarak kuruldu. Yani devlet ulus devlet değil, devletin ulusu olarak kuruldu. Bu kuruluş doğal olarak Türk milleti içinde iki millet yarattı. Bu milletlerden biri Kemalist millet (sivil ve asker bürokrasi ve eliti), diğer millet vasat Türklerin oluşturduğu millet. Böyle bir kuruluşun, kutuplaşmanın temeli olmaması, bu iki tarafın birbirine karşıt yerlerde konumlanmaması olanaklı değildi. Bu kutuplaşma, ciddi çatışmalara yol açmıştır. Bu çatışma, laikler ve laiklik karşıtları şeklinde siyasette de vücut bulmuştur. Son zamanlara kadar da bu kutuplaşma açıkça bu kavramlaştırmalarla ifade edilmekteydi. Son zamanlarda bu kavramlaştırma gizlenerek, konu daha soyut bir düzeyde ele alınmaktadır.

Şunu kabul etmek gerekir ki, iki millet olarak tanımladığım kesimlerin kavgası siyasi ve toplumsal bir planda keskin ve kutuplaşma tarihsel boyutta oldu. Günümüzde de bu kutuplaşma başka ifadelerle kendisini dışa vurmaktadır.

Türk devletinin kuruluşunda Kürt milletini yok saymak, diğer etnik gurupları görmezlikten gelmek, bu yaklaşımı bir kuruluş felsefesi, bir siyaset enstrümanı olarak ele almak, devlet yapılanmasının temel olgusu haline getirmek de kaçınılmaz olarak Kürtler ve Türkler arasında, gerçekte de Kemalist devlet elitiyle Kürtler arasında bir kutuplaşmaya yol açtı. Kürtlerin ülkesinin işgal edilmesi, sömürgeleştirilmesi, Kürtlerin tüm milli haklarının yok sayılması bu kutuplaştırmayı daha da keskinleştirdi. Bu kutuplaşma, doğal ve haklı olarak Kürdistan’da milli direniş ve ayaklanma hareketlerine yol açtı. Kürdistan’daki milli direniş ve ayaklanma, hak arayışı mücadeleleri bastırıldıktan sonra da bu kutuplaşma perdelenen bir kutuplaşma oldu. Ama ortadan kalkmadı.  Günümüze kadar da değişik düzlemlerde, platformlarda, değişik örgütlenmeler, vasıtalar, siyaset çerçevesi ile devam etmektedir.

Türk devlet kuruluşunda, sınıfsal toplumsal gerçekler reddedildi. Toplumun/toplumların sınıfsız ve imtiyazsız toplum/toplumlar olduğu ileri sürüldü. Buna rağmen, sivil-askerden oluşan Kemalist elit, bütün sınıfların üstünde ve onlara hükmeden, imtiyazlı bir “sınıf” olmaya devam etti. Bu da sınıflar arası ilişkiyi, sosyolojik organikliğinden kopararak, kutuplaşma ve düşmanlaşma düzlemine çıkardı. Sınıflar arası çatışmalara temel oluşturdu. Geçmişte bu çatışma ve çelişki oldukça keskin bir şekilde kendindi dışa vurdu. Şimdilerde bir sessizliğe gömülmesi, hayra alamet olarak görülecek bir durum değildir.

Türkiye’de gelirde, hukukta ve eğitimde eşitsizlik, yoksulluk da kutuplaşmanın en önemli nedenlerinden biridir. İmtiyazlı kesimlere, geliri yüksek olanlara karşı hep büyük bir kin ve nefret olmuştur. Bu kin ve nefreti her yerde görmek de olanaklı.

 Türkiye’de ağırlıkla İslam dini hâkim ve egemen bir dindir. Müslüman dindarların diğer dinleri meşru görmemesi, Müslümanların dışındakileri “gâvur” olarak nitelendirmesi, ötekileştirmeye ve toplumsal kutuplaşmaya yol açmaktadır.

Aynı zamanda ağırlıklı olan İslam’ın Sünni mezhebi topluluğunun, Alevi mezhebi topluluğuna olumlu yaklaşmaması, Aleviliği İslam dışı olarak nitelendirmesi de Sünni İslam topluluğuyla, İslam Alevi topluluğu arasında kutuplaşmaya ve ötekileştirmeye yol açmaktadır.       

Türkiye’de gerçek anlamda bir demokrasi ve demokratiklik olmadığı için, bireysel ve kolektif hak ve özgürlüklerin büyük ihlali; düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğünün olmaması da kişiler ve topluluk arasından kutuplaşmaya ve ötekileştirmeye yol açmaktadır.

Türkiye’deki tarihsel süreçte oluşan tekçi, otoriter, totaliter, faşist siyasi kültür de ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı, ötekileştiricidir.

Otoriter, totaliter, faşist devletler ve sistemler, biteyleri çoğunluğuyla üretimsizliğe mahkûm eden devletlerdir. Bu yapılanma, üretim yapanlarla yapmayanlar arasından da bir kutuplaşmaya, ötekileştirmeye, ayrıştırmaya yol açmaktadır.

Devletin resmi ideolojisi olan Kemalist ideoloji de esas olarak ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı, ötekileştiricidir.

Türk devletinin kurucusu olan ve resmi devlet ideolojisini temsil eden CHP, bu köklü ve tarihsel kutuplaşma zemini üzerinde kuruldu. 1946’dan sonra da kurulan bütün partiler, günümüzdeki tüm partiler de bundan yeterince paylarına düşenleri aldılar.

Bu tarihsel kutuplaşma nedenleri üzerinde kurulan siyasi partilerin siyasi kutuplaştırmayı, ayrıştırıcılığı, ötekileştiriciliği, karşılıklı düşmanlığı yaratmasından daha normal ve doğal ne olabilir ki?

Türkiye kutuplaşmaktan kurtulmak istiyorsa, kutuplaşma nedenlerini ortadan kaldırması gerekir.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.