Yunus’un sancısı

Kurd24

Peygamber Yunus’un hikâyesi kusursuz bir hikâye değildir. Tutarsızlıklarla dolu olsa da anlattığı kendinden kaçış, tanrısal olana itiraz ve kaybolma arzusu, buhran, çaresizlik ve geri dönüş metaforları onu hem sanat hem de anlatı açısından verimli bir kaynağa dönüştürmüştür.

Kutsal kitaplarda farklı tekrarlarına denk gelinse de hikayenin Kürdistan’daki hali bir başarısızlık ve sitem hikayesi olarak kurgulanmıştır.

Ninova’ya peygamber olarak gönderilen Ûno, tam 33 yıl boyunca vaaz verir. Fakat ona tek bir kişi bile iman etmez. O da neticede bu faydasız çırpınıştan kaçmaya karar verir ve sahile ulaşarak bir gemiye biner. Denizin ortasına geldiklerinde korkunç bir fırtına başlar. Gemidekiler bu ilahi gazabı aralarında bir günahkâr bulunmasına bağlarlar ve Yunus’a kim olduğunu sorarlar. Yunus, efendisinden kaçan bir köle olduğunu söyleyince onu yakalayarak denize atarlar. Fırtına diner ama Yunus’u korkunç bir balık yutar. Yunus günler, aylar boyunca balığın karnındaki çaresizlik içinde rabbinden af diler ve neticede duası kabul olunca, balık, onu karaya kusar. Ona acıyan rabbi, üzerine gölge yapsın diye yerden bir ağaç büyütür. Yunus, rabbinden Ninovalıları helak etmesini ister ama isteği yerine gelmeyince yeniden ona küser. Rab bu sefer ağacı kurutur ve sıcak bir kum fırtınasında savrulan toza çevirir. Yunus ağacın yok olmasına öfkelenir. “Bu ağaç yüzünden öfkelenmeye hakkın var mı?” diye soran Rabbe, “Ölesiye öfkeliyim sana” der.  Rab, “O ağaç bir gecede çıktı ve bir gecede yok oldu” der ve ekler, “Sen emek vermediğin, büyütmediğin bir ağaca acıyorsun da ben Ninova’ya, o koca kente acımayayım mı? O kentte sağını solundan ayırt edemeyen binlerce insan, çok sayıda hayvan var.”

Bu alegori, sahip olduğu kudrete verimsiz toplumlar sebebiyle sırtını dönüp içine çekilen, kendi buhranında boğularak yalnızlaşan, odasına kapanarak hayata küsenleri anlatır. Kurtuluş o kudrete dönüştedir. Orada biten ağaç kendisiyle barışmanın mucizesidir ve umutsuzluğa düşüş mucizenin kaybıdır. Kıstas, sağını solundan ayırt edemeyen binlerce insan ve henüz hayvanlıktan çıkamamış olanlar değil, yeniden terennüm edilmesi gereken anlamın anlamıdır.

Kürt sanatçı Yunus Dişkaya’nın müziğini dinlediğimden beri Peygamber Yunus’un da hikayesi aklımda dolanıp duruyor. “Umutsuzluğa yer yok, vaaz etmeye devam et” diye bağıran o hikaye, ismiyle müsemma sanatçı Yunus Dişkaya’nın da hikayesi çünkü.

“Sahih” olmak dışında müziği tariflenemeyecek olan Yunus Dişkaya, İstanbul Üniversitesi’nde İngilizce hocası bir akademisyenken gittiği askerlikten ruhuna aldığı büyük darbelerle dönmüş. Üstüne gelen nadanlığa daha fazla dayanamayan sanatçı, istifa ederek evine kapanmış ve sonuçta kendisini sadece sese dönüşebilen sayısal bir dua olan müziğe adamıştır. Daha önce yaptığı ve piyasaya uygun görülmediği için elinde kalan üç albüm kaydından sonra ilkel bir stüdyoya dönüştürdüğü odasında 20’den fazla albüm kaydı daha yapmış. Üstelik pek de uzun olmayan bir sürede.

Buhranının bir sonucu olarak piyasada olmak gibi bir kaygısı olmayan sanatçı, piyasanın da kurallarına mahkûm değil. İnternet üzerindeki müzik platformlarından albümlerini dinleyicilerle buluşturan Yunus Dişkaya’nın hatırı sayılır da bir kitlesi, müziğinin müptelaları var artık.

Sadece kendi bestelerini okuyan ve kendisini bir “ev müzisyeni” olarak tanımlayan Yunus Dişkaya, çalışmalarında duyduğumuz tüm sesleri kendi çalıyor, kendi söylüyor. Ritimler, yaylılar, vurmalılar, üflemeliler; onu dinlerken duyduğunuz her ne varsa. Yani tek kişilik dev bir orkestra.

     

 Elbette bunu gelişmiş kayıt tekniklerinin olanaklarıyla yapıyor ama aslında her haliyle tek elden çıkan bir müzik olduğu için ortaya konulan şey kesinlikle “saf müzik” oluyor. Sahihliği buradan. Zira içindeki sesten başka hiçbir şey yok onun müziğinde. Biz tüm şarkılarda müzik olarak Yunus Dişkaya’nın varlığını duyuyoruz. Onun içindeki müziğe bürünen kudret sadece onun aracılığıyla bize doğrudan iletilmiş oluyor, bu sebeple aslında tüm şarkılarında aynı müziği duyuyoruz. Bu, bütün şarkıların aynı olduğu anlamına gelmiyor ama dinlediğimiz her şarkı münhasır ve benzersiz olsa bile bir diğer şarkı ile kesinlikle ikiz durumda. Bu, birbirine bakan iki ayrı aynanın birbirindeki görüntüsüne benziyor.  

Sözlerini kendi yazdıklarının yanı sıra birçok şairin neredeyse tüm şiirlerini bestelemiş Yunus Dişkaya. Rojen Barnas, Ferîd Xan, Arjen Arî, Fêrikê Ûsiv ve Kamiran Bedirxan bunlardan bazıları. Dişkaya, şairleri besteleyerek aslında sözden çok müziğe yakın bir düzleme, içindeki sesi aktarıyor. İster klasik olsun ister modern; Kürt şiiri kesinlikle bir öz müziğe sahip şekilde üretiliyor. Ne var ki sanatçımız şiirlerin orijinalliğine dokunmamak için çoğu zaman müziğinden feragat ediyor ve bu yüzden çoğu şarkıda da prozodi sorunları görülüyor. Ama bu, inanın iyi müziğe gölge düşüremiyor.

    

 Belirtmeliyim ki Yunus Dişkaya’nın sesi yalnızca boğuk çıkan, tizleşen, titreyen, aksayan yahut kusursuzlaşan ama orkestraya eklenmiş ve maddesi insan olan bir enstrüman olarak değil, sözün taşıyıcısı ve sözün de ritmine çağıran bir şekilde seyrediyor. Fakat bu, Yunus Dişkaya’nın bir müzisyen olarak sözün gücüne dayanan bir müzik yaptığı anlamına gelmiyor. Neredeyse her şarkısında çok iyi kurgulanmış ve uzun peşrevlere benzeyen intro ve outrolarla birlikte sololardan oluşan ara kompozisyonlarla karşımıza çıkıyor. Bu yüzden bazı şarkıların süreleri çok uzun. Zira temelde Dişkaya, müziğini sözler etrafında inşa ediyor gibi görünse de müziğin kendisini kırılmaz bir cam kafeste öne sürüyor ve bizi sözün şiddetine karşılık seslerin tahammülüne çağırıyor.

    

 Son günlerde Yunus Dişkaya’nın Sêda (Fêrikê Ûsiv), Qeyfxweşî (Kamiran Bedirxan), Meçe (Fêrikê Ûsiv), Rewşa Min (Rojen Barnas), Bê Dînim Îman Berdayî (Arjen Arî) ve Heyv û Stêr (Kamiran Bedirxan) çalışmalarını onlarca kez üst üste dinledim. Kesinlikle önümüzdeki yıllara kalacak çok az isimden biri o olacak fakat bunun için Yunus gibi balığın karnından çıkması ve kesinlikle çok derin olan yorumuna bir ağaç gölgesi katması gerekiyor. En azından albümlerinden yapılacak bir seçkinin “profesyonel” müzisyenler tarafından yeniden aranje edilmesi gerektiği fikrindeyim. Onun ruhuna başka ruhlar katıldığında sanırım artık tıkanmakta olan müziğimiz sebebiyle helak olmayı bekleyen toplumumuzu da kurtarabiliriz.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.