92 Yıl Önce Kürdistan Semalarında Kayan Bir Yıldız: Seyyid Abdülkadir

Kurd24

Seyyid Abdülkadir, meşhur Nakşi Şeyhlerinden Şeyh Ubeydullah’ın oğludur ve 1851 yılında Hakkari’de doğmuştur. 1879-80 yıllarında Şeyh Ubeydullah Nehri’nin liderliğinde başlayan Kürt hareketinde, oğlu Ubeydullah 28 yaşlarında ve hareketin askeri örgütlenme hiyerarşisinde babasının sağ kolu konumundadır.

Hareketin bastırılmasından sonra Şeyh Ubeydullah, aile fertleriyle beraber 1881 yılında Hicaz’a sürgün edilmiştir ve yaklaşık on yıllık sürgün hayatından sonra 1890’nın başlarında İstanbul’a dönmelerine izin verilir. Seyyid Abdülkadir, o dönemde İstanbul’da illegal olarak kurulmuş olan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye olur ve II. Abdülhamit rejimine karşı verilen mücadeleye aktif olarak katılır. Bu faaliyetlerinden dolayı 1896 yılında bu sefer Mekke’ye sürgün edilir ve bu sürgünlük hayatı da 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesine kadar devam eder.

Meşrutiyetin ilanından sonra basın-yayın ve örgütlenme alanlarında oluşan kısmi serbestiyet ortamında, Kürtler de kendi kimlikleriyle kurdukları örgütlerle siyasi sahneye dahil olurlar. Bu dönem de İstanbul merkezli olarak kurulan ilk Kürt örgütü, 19 Eylül 1908’de kurulmuş olan Kürt Teavün ve Terraki Cemiyeti’dir. Cemiyetin başkanlığına seçilen Seyyid Abdülkadir, aynı zamanda Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin de kurucuları arasındadır. KTTC kuruluştan kısa bir müddet sonra, diğer kültürel ve eğitimsel çalışmalarla birlikte aynı isimle yani Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi adıyla bir de gazete yayımlamaya başlar ancak cemiyetin faaliyetleri pek uzun sürmemiştir. Yaklaşık bir yıl sonra siyasal yönetimin baskıları sonucu hem yayın faaliyeti durdurulur hem de cemiyet kapatılır. Muhaliflerin susturulması amacıyla dağıtılan mevki ve makamlar bir şekildev Seyyid Abdülkadir’e de sunulur. Bu bağlamda Seyyid Abdülkadir Ayan Meclisi üyeliğine getirilir ve sonra Ferit Paşa Hükümeti döneminde de bir müddet Şüra-yi Devlet (Danıştay) reisliğine tayin edilir.

Birinci Dünya Savaşı;bir taraftan İstanbul merkezli Kürt siyasal ve kültürel faaliyetlerini akamete uğratır, diğer taraftan da Kürdistan’da ve Kürt toplumsal dinamiğinde büyük bir tahribata neden olur. Büyük zorluklar ve değişimlerle dört yıl süren bu savaş, aynı zamanda Kürt aydınları ve siyasi kadrolarında önemli bir siyasal değişime ve dönüşüme de neden olur. Savaştan hemen sonra eski örgütler yeniden çalışmalarına başlar ve bununla birlikte yeni Kürt parti ve örgütleri de kurulur. Bu dönemde kurulan ilk siyasi parti, Mevlanzade Rıfat’ın başkan ve Emin Ali Bedirhan’ın da kurucusu olduğu Radikal Avam Fırkası (22.Ekim 1918)’dır. Bu partinin kuruluşundan yaklaşık iki ay sonra da Seyyid Abdülkadir’in başkanlığında bir şemsiye örgüt şeklinde Kürdistan Teali Cemiyeti (KTTC) kurulur ve adı geçen parti de bu cemiyete katılır. KTTC bünyesinde farklı alanlarda çalışmalar yapmak üzere değişik komisyonlar oluşturulur ve Kürt Şerif Paşa da dışarıda yapılan diplomatik görüşmelerde cemiyeti temsil etmek üzere görevlendirilir.

KTTC’nin tüzüğünde açık olarak bir ulusal amaç ve program belirtilmese de, yürütülen siyasal ve diplomatik görüşmelerde “Wilson Prensipleri”nin Kürt meselesinin çözümü için de uygulanması talebinde bulunulmuş. Bu talep, aynı zamanda Kürt temsilcisi Şerif Paşa tarafından somutlaştırılarak Paris Konferansı’nda şu ifadelerle sunulmuştur: “Wilson Prensiplerine göre Kürtlerin de özgür olma ve kendi devletini kurma hakkı vardır.” Araştırmacı Oğuz Aytepe’ye göre de: “KTTC’nin esas amacı;  Dünya Savaşı’nın yarattığı bu yeni durumdan yararlanarak bağımsız bir Kürdistan devleti kurmaktı.”

Kuruluşundan iki yıl sonra, bir taraftan KTTC üzerindeki siyasi baskılar artmaya başlar, diğer taraftan da dünyadaki ve bölgedeki gelişmelerle ilgili farklı değerlendirmeler, yönetici kadro ve örgütün merkezinin Kürdistan’dan uzak olması nedeniyle gerekli örgütlenme ve kontrolün sağlanamaması durumu,örgüt içerisinde farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olur. Görünürde bu farklılığı taşıran son damla da, Başkan Seyyid Abdülkadir’in gazetelerde yayımlanan “Kürdistan için muhtariyet talep ediyoruz” açıklaması olur. Başkan’ın bu açıklamasına tepki gösteren bağımsızlıkçı kanat örgütten ayrılarak, Emin Ali Bedirhan Bey’in başkanlığında Kürd Teşkilatı İçtimaiye adıyla yeni bir örgüt kurarlar. Uğur Mumcu’nun aktarımına göre bağımsızlıkçı grubun içerisinde “Emin Ali Bedirhan Bey, Ferit Bedirhan Bey, Babanzâde Şükrü Bey, Babanzade Hikmet Bey, Dr. Abdullah Cevdet, Dr. Şükrü Mehmed Bey, Bitlisli Kemal Fevzi, Ekrem Cemil Paşa, Kerküklü Necmettin Hüseyni, Memduh Selim ve Mevlanzade Rıfat”gibi şahsiyetler vardı.

Bölünme, KTTC’nin karşı karşıya olduğu sorunların çözümüne yeni bir alternatif üretemedi. Tam tersine yürütülen örgütsel,  siyasi ve diplomatik çalışmaların zayıflamasına neden oldu. Bu süreç, kurulan yeni örgütlerle birlikte yaklaşık iki yıl devam eder ancak eskisinden daha güçlü ve kucaklayıcı bir örgütlenme ortaya çıkartılamamış. Robert Olson’a göre; siyasi amaç açısından her iki kanat arasında da gerçek anlamda büyük bir çelişki ve farklılık yoktu. “Seyyid Abdülkadir ve Emin Ali Bedirhan arasındaki fark; Seyyid Abdülkadir birleşik bir Kürdistanı parçalanmış bir Kürdistan’a tercih ediyordu.” Araştırmacı Hasan Yıldız da Seyyid Abdülkadir’in, cemiyetin kuruluş yıllarında “otonomist” olarak tanındığını ancak Sevr Antlaşması sürecinde bağımsızlıkçıların etkisine girdiğini belirtir.

Aslında bölünmeden önce hem İstanbul Hükümeti hem de Mustafa Kemal’in Heyeti Temsiliye’si KTTC faaliyetlerinden aynı derecede rahatsızdı. Düzenlenen Erzurum Kongresi’nden hemen sonra, Temmuz 1920’nin sonlarına doğru cemiyetin kapatılması kararı alınmış ve bazı şubeleri de bu süreçten önce kapatılmaya başlanmıştı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Kürdistan’daki etkinliğinin artması ve saha kontrolünün sağlanması, KTTC’nin İstanbul merkezli faaliyetlerini Kürdistan’a taşıma zorunluluğunu ortaya çıkartmıştır. Başkan Seyyid Abdülkadir de bunu kabul edip onaylamıştır. Bu amaçla Erzurum’da Cibranlı Halit Bey’in başkanlığında illegal olarak “Kürdistan Komitesi” kurulmuş ve örgütleme çalışmalarına başlamıştı.

Kemalist hareketin Erzurum ve Sivas’taki kongrelerle daha net bir şekilde açığa çıkan siyasi amaçlarına karşılık, Kürd örgütleri arasında da ulusal birlik çalışmaları hızlanmış ve farklı grupların katılımıyla bir cephe örgütlemesi şeklinde 1922’lerin sonunda “Kürdistan İstiklal Komitesi” ya da diğer adıyla“Kürdistan Özgürlük Komitesi” kurulur ve sahada örgütleme çalışmalarına başlar. Elbette ki bu sürecin gelişmesini ayrıntılı bir şekilde incelemek gerekir ancak bu ayrı bir çalışmada ele alınabilir.

Bu süreçle ilgili kafalardaki en önemli sorulardan biri de, örgütsel devamlılık ve bütünsellikle ilgilidir. Bu da KTTC ve Kürdistan İstiklal Komitesi’nin örgütsel ilişkilerini gündeme getiriyor. Bu konuyla ilgili farklı görüşler olmakla birlikte, KTTC ve Kürdistan İstiklal Komitesi’nin ilişkilerine dair Bağdat’taki İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlığı adına çok gizli ibaresiyle 11 Kasım 1924 tarihinde düzenlenen“FO 371/10121” numaralı raporda; “Kürdistan İstiklal Komitesi’nin, 1918-1919 yıllarında İstanbul’da bulunan KTTC’nin devamı olduğunu ve hükümetin baskıları nedeniyle karargâhını 1921 yılında Erzurum’a taşıdığını.” belirtmiştir.

Sonuç olarak Seyyid Abdülkadir, 1925 Kürt başkaldırısıyla ilişkili olarak 12 Nisan 1925 tarihinde oğlu Seyyid Muhamed, Palolu Sadi ve Hoşnav aşireti reisi Nafiz ile birlikte İstanbul’da yakalanarak mahkeme edilmek üzere Diyarbakır’a getirililer. Seyyid Abdülkadir ve arkadaşlarının göstermelik mahkemesi 14 Mayıs 1925’te başlar ve 25 Mayıs’ta Şark İstiklal Mahkemesi’nin verdiği idam kararıyla sonuçlanır. KTC başkanı Seyyid Abdülkadir, oğlu Seyyid Muhamed, Palolu Abdullah Sadi, Bitlisli Kemal Fevzi, Haci Ahti mahlas isimli Mehmed Tevfik ve Hoca Askeri Efendi 27 Mayıs 1925’te bir şafak vakti Diyarbekir’de idam edilir.

Bu idamın en çirkin ve korkunç yönü, daha sonra Seyyid Rıza’nın idamında da olduğu gibi, önce oğlu babasının gözleri önünde idam edilir ve sonra da babası. Başkan Abdülkadir Ubeydullah Şemzini darağacının önüne gittiğinde dönemin siyasi iktidarına şöyle seslenir:“Zaten sizler yakma ve harap etme konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz. Burasını da Kerbela’ya çevirdiniz. Şunu biliniz ki dehşet ve insafsızca baskı ile şan ve şeref kazanılmaz.” sözlerinden sonra seher yıldızı gibi Kürdistan semalarından kayarak sonsuzluğa karışır. Ruhu şad olsun.

 

  • kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.