Kemalizm şahlanırken

Kurd24

Muhalefeti ve iktidarıyla, sağıyla ve soluyla hemen her kesim Atatürk’ü sahiplenmede birbiriyle yarışıyor. Resmi törenlere sivil katılım artıyor. Devlet kuruluşlarının ve özel şirketlerin reklam kampanyalarında muazzam bir Kemalizm güzellemesi yapılıyor. Anıtkabir’e kitleler sel halinde akıyor.  Sosyal medyada Atatürk’ün sözleri ve görselleri her tarafı kaplıyor. Dış görünüşü Atatürk’e benzeyen bir şahsa “Paşa” muamelesi yapılıyor ve insanlar ona sarılıp geçmişe duydukları hasreti dile getiriyorlar, vs.

Evet, Kemalizm’in bu ülkede her daim geçer akçe olduğuna şüphe yok. Lakin bugünlerde hangi parametreye bakılırsa bakılsın Kemalizm’in şaha kalktığı görülebilir. Göz gözü görmüyor ve aykırı ya da aykırı olması muhtemel her ses Kemalist sloganlarla bastırılıyor. Tozun dumana karıştığı bir vasatta sakin bir şekilde konuşmak güç ama yine de Kemalizm’in düşünsel temellerini tartışmak faydalı olabilir.

MİLLİYETÇİLİK VE LAİKLİK

Kemalizm, iki temel ilke üzerine inşa edilmiştir: Milliyetçilik ve laiklik. Milliyetçiliğin gayesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi olan ve tabiatı gereği çok sayıda farklılığı içeren bir coğrafyada tek bir kimliğe (Türk) dayalı bir ulus-devlet yaratmaktı. Laiklikten murat edilen ise, gerilemenin müsebbibi olarak görülen dinin kamusal ağırlığını azaltmaktı. Hedef bellenen çağdaş uygarlığa ancak bu yolla varılabilirdi.

Cumhuriyetin kurucu kadrosu, toplumsal hayatın her alanını bu kodlar dâhilinde tanzim etmeye soyundular. Siyasetten kültüre, bilimden spora, eğitimden sanata kadar bütün sahalar milliyetçi ve laikçi umdeler doğrultusunda biçimlendirilmeye çalışıldı. Özelikle Cumhuriyetin ilanından 1950’ye kadar geçen sürede, Kemalist proje, örgütlü bir muhalefete izin vermeden, sert bir şekilde uygulandı. Projenin kesin hatlarla belirlenmiş bir çerçevesi vardı, bunun dışına çıkan bireyler ve gruplar dışlandılar ve ağır baskılara maruz kaldılar.

Kendisine çizdiği hedefler gözetildiğinde Kemalizm’in önemli “kazanımlara” imza attığı teslim edilmelidir. Örneğin, yüzyıllardır bu toprakların sakinleri olan gayrimüslimler tasfiye edildi, varlıkları rejim için “tehlike” arz etmeyecek bir seviyeye indirildi. Dindar-muhafazakâr kitleler uzunca bir süre iktidardan uzak tutuldu. Etnik olarak Türk olmayan birçok Müslüman grup Türklük dairesinin içine alındılar. En büyük tehdit olarak görülen Kürtlerin bir kısmı sistemin içine çekildi, sistem dışında kalanların talepleri ise bastırıldı vs.

“CUMHURİYETİN EN MUHKEM EZBERİ”

Cumhuriyetçi söylemde, Cumhuriyetin bu şekilde demokrasiyi paranteze alarak kurulmasının bir zorunluluk olduğu söylenir. Gerek ülkenin tarihsel arka planının, insani ve iktisadi kalkınmışlık düzeyinin ve gerek o vakitler Avrupa’da esen sert totaliter rüzgârların, demokrasiyi imkânsız kıldığı belirtilir.

Oysa bu, Alper Görmüş’ün ifadesiyle, “Cumhuriyetin en muhkem ezberidir.” Tarihi olgular, demokrasisiz bir Cumhuriyeti meşrulaştırmak için ileri sürülen her iki argümanı da doğrulamaz. Çünkü hem Osmanlı, içinde kısa süreli olsa da parlamentarizmi ve çoğulculuğu içeren, bir modernleşme süreci yaşadı. Hem de Cumhuriyet’in ilan edildiği dönemde Avrupa’nın birçok ülkesinde demokratik yönetimler işbaşındaydı. Dolayısıyla Cumhuriyet demokratik bir temelde kurulmaması bir mecburiyet değildi, bir tercihti.

Bu tercihin elde ettiği bazı “başarılara” rağmen tasavvur ettiği gibi milliyetçi ve laikçi ilkeleri şiar edinmiş kaynaşmış bir kitle yaratamadığı da belirtilmelidir. İki büyük sorun alanı vardı: Kürtler ve nüfusun büyük bir çoğunluğuna tekabül eden dindar-muhafazakârlar. Kürtler, tekçi bir kimliği kabullenmediler. Muhafazakârlar geri çekildiler ama olanak bulduklarında çoğunluklarına dayanarak Kemalizm ile arasına mesafe koyan anlayışları iktidara taşıdılar.

Zamanla Cumhuriyet’teki demokrasi açığı daha fazla göze batar oldu. Dünyada farklı kimliklerin daha fazla siyaset alanına girmesine paralel olarak Türkiye’de de 1990’lı yıllardan itibaren Kemalist projeye muhalefetin dozu arttı. Etnik, dini, mezhebi veya cinsel kimliğinden ötürü kendini makbul vatandaşın içinde görmeyen kesimlerin taleplerini yoğunlaştırması Kemalizm’in hem fikri hem de fiili olarak kuvvet kaybetmesi sonucunu doğurdu.

KEMALİZM’E DEMİR ATMAK

AK Parti, böyle bir ortamda iktidara geldi. İddialıydı; geçmişten günümüze uzanan sorunları demokrasiyi tahkim ederek aşacak, herkesin kendisini eşit vatandaşı olarak sayacağı yeni bir Türkiye yaratacaktı. Bu perspektif, Kemalizm’in aşılmasını imliyordu. İlk başlarda bu hedefe uygun adımlar da atıldı.

Ne var ki bugün, bu yoldan çok keskin bir şekilde dönülmüş durumda. AK Parti, demokraside geri vitese taktı, hukuku etkisizleştirdi ve iktidarı kişiselleştirdi. Yeni Türkiye iddiasından vazgeçince, geçmişte radikal bir şekilde karşı çıktığı davranışları sergilemeye başladı ve en güvenilir liman olarak gidip Kemalizm’e demir attı. Artık CHP’den bile daha Atatürkçü olduğunu savunan bir AK Parti var.

Birçok yüzü olan Kemalizm şimdi de biraz dini ve muhafazakâr değerlerle bulanmış yüzüyle hâkimiyet kuruyor. Kemalistler ne kadar sevinse azdır!

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.