27 Mayıs Darbesi: Kemalistlerin zorla yönetime el koyması, Kürt sürgünleri

Kurd24

Avrupa’da Hitlerin faşist diktatörlüğünün sınırlarının genişlemesi, sadece Avrupa için değil, bütün dünya için karanlık bir dönemi başlattı. Avrupa dünyası bu beladan kurtulmak için içerden ve dışarıdan faşist diktatörlüğü yıkmak için mücadele etti. Bu mücadele koca bir İkinci Dünya Savaşına yol açtı. Bu savaş 20 milyon insanın kaybına, 50 milyon insanın sakatlanmasına, büyük toplumsal ve ekonomik yıkıma yol açtı. Bu mücadele sonuçta 1945 yılında zafere ulaştı. Faşist diktatörlüğün yöneticileri, yaptıkları kötülükler, Yahudi, Roman ve yerli halkların katliamından dolayı cezalandırıldılar.

Dünya, bir kez daha faşist diktatörlük ve belası ile karşılaşmamak için de sistem olarak tedbirler aldı. Faşist sisteme karşı güçlü çoğulcu demokratik sistemlerin kurulması, demokrasi kültürünün gelişmesi, demokrasinin bir hayat tarzı olması için çalışmaya başladı. İkinci Dünya Savaşından sonraki gelişmeler ve yeni yapılanma Türk devletini de etkiledi ve belli değişikliklere gitmesini sağladı.

ÇOK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ

İkinci Dünya Savaşı son bulduğu zaman Türk devletinde tek lider (Atatürk), tek parti (CHP), tek ideoloji (Kemalist) diktatörlüğü; faşist diktatörlüğün parametrelerine sahip bir diktatörlük söz konusuydu. Bu diktatörlük, Kemalistlerin Osmanlılardan iktidarı almaları, kendileri için bir devlet kurmalarıyla (1920) bir diktatörlüktü. Hayli uzun ömürlü ve kanlı bir diktatörlüktü. Kürdistan’da katliamlar yapan bir diktatörlüktü. Kürt, Türk, diğer milletlerdeki halklara, değişik dinlere ve mezheplere sahip olan halklara kan kusturan bir diktatörlüktü. Bununla birlikte, İkinci Dünya Savaşı sırasında Türk devletinin faşizme karşı savaşa girmemesi, Almanya’ya yakın duruşu itibariyle de dünya tarafından cezalandırılacağı da beklentisi ayrı bir gerçek ve Kemalist diktatörlerin ayrı bir korkusuydu. Bütün bunları gözeten Kemalist diktatörlük, demokrasiye geçiş adı altında “Çok Partili Sisteme” geçişi benimsedi. CHP (Kemalistler) dışında da diğer toplumsal kesimlerin siyasi partilerini kurabilecekleri çok istenir olmazsa da kabul edildi. Bundan dolayıdır ki, “Çok Partili Sistemin” benimsenmesinin üzerinden 76 geçmiş olmasına rağmen, halen Türk devletinden demokrasi bir yönetim sistemi, yaşam tarzı olarak oluşmuş değildir.

“Çok Partili Sistemin” en problemli sorunu, Kürtlerin siyasi parti kurmalarına izin verilmemesiydi. Kürtlere siyasi partilerini kurma izninin verilmemesi, demokrasinin Türk devletinden bir yönetim sistemi olamayacağının en somut göstergesiydi.

DEMOKRAT PARTİ’NİN KURULUŞU, SEÇİMLERİ KAZANMAK İÇİN KÜRTLERE SICAK YAKLAŞIM GÖTERMESİ, SEÇİMİ KAZANMASI

“Çok Partili Sisteme” geçişli birlikte, Kemalistlerin partisi CHP’nin seçimi kaybetmesinin güçlü ipuçları ortaya çıkmaya başladı. CHP’den ayrılan Celal Bayar ve arkadaşlarının DP’yi kurmalarıyla birlikte CHP-Kemalist diktatörlüğün sonu görülmeye başlandı. Ayrıca 1925 yılında yapılan mahalli seçimlerde de Atatürk’ün partisi seçimleri kaybetmişti. Seçimi kazanan partilerin yöneticileri 1925 Kürt milli ayaklanmasını desteklediği gerekçesiyle İstiklal mahkemelerinde yargılanmışlardı.

Kemalist-CHP, seçimi kaybetmenin telaşıyla DP’nin seçimi kazanmaması için anti-demokratik ve hukuk dışı tedbirler aldılar. 1946 genel seçimlerinde açık oy kullanma ve gizli sayım metoduyla DP’ye seçimi kaybettirdiler. CHP-Kemalistlerin bu anti-demokratik ve hukuk dışı halkta daha büyük tepkiye yol açtı.

DP 1950 seçimlerinde tek başına iktidar oldu.  

DP, halka yaptıkları hizmetler, Kemalistlerde farklı halkla diyalog kurmaları, vatandaşa değer vermeleri, devletçiliği sınırlandırmaya çalışmaları, Kürtlerle sıcak ilişkiler kurmaları, dışarı açılım yapmaları, üretime ve sanayiye yönelmelerinden dolayı 1950 sonrası seçimlerde de Türk halkının ve Kürtlerin DP’ye oy vermeleri, seçim kazanmasına neden oldu. CHP-Kemalistler, bu gelişmelerden sonra bir kez daha hiç seçim kazanmayacaklarının telaşına düştüler. DP’nin sürekli seçim kazanmaması için yol ve yöntem arayışı içine girdiler. Bu tedbir de, Askeri darbeleri gerçekleştirmek olabileceğiydi.

KÜRTLERİN ÇOĞUNLUĞU DP’YE OY VERDİ

Kemalistlerin, Kürdistan’da, en son yaptıkları katliam Dersim Katliamı’ydı. Katliam 1938 yılından sonuçlandırıldı. Çok partili sisteme, Dersim Katliamı’ndan 8 yıl sonra geçiş yapıldı. Çok partili sisteme geçişle birlikte, Kürtler Kemalistlerin katliamlarına, devlet bürokrasinin Kürdistan’daki zulmüne karşı tepki gösterme, Kemalistleri bir anlamda cezalandırma fırsatına kavuştuklarını düşündüler. Kürtler, DP’nin kuruluşundan sonra Kemalistlere tepki ve ders olsun diye çoğunlukla DP’ye oy verdiler, bu durum devletin sahibi Kemalistleri korkuttu.

Böylece DP’nin Kürtlere sıcak yaklaşımı da Kürtlerin DP’yi desteklemelerine fazlasıyla olanak sağladı. Kürt büyüklerinden Şeyh Abdulmelik Fırat, Halis Beg Öztürk gibi birçok Kürt şahsiyeti ve kanaat önderi parlamentoda yer aldılar.

DARBE İÇİN İLERİ SÜRÜLEN İDDİALAR: SİVİL DİKTATÖRLÜK, DEMOKRASİDEN UZAKLAŞMA, DEVLETİ YÖNETEMEMEK, YOLSUZLUK İDDİALARI…

Kemalistler, DP’deki bu gelişmenin önüne geçmek için DP hükümeti hakkında kendilerine ait olan bir vasfı, “sivil diktatörlük” vasfını layık görmeye, bu diktatörlüğün yıkılması gerektiğini açık bir kampanya haline getirdiler. Oysa Türk devletinin kuruluş felsefesi, otoriter ve diktatörlük koşullarını beslemekteydi. Menderes hükümetindeki, otoriterlik hiçbir zaman Kemalistlerin-CHP’nin tek parti diktatörlüğü dönemi gibi olmadı, olamazdı da. Demokratiklikten uzaklaşma iddiası da abesle iştigal ve saçma bir iddiaydı. Çünkü çok partili sistem geçildiği zaman demokratik bir sistem ve yapılanma da yoktu. DP, demokratik bir mirası devir almamıştı. O zaman da DP’nin demokrasiden uzaklaştığını ileri sürmek ne kadar doğru olur?

Yolsuzluklardan bahsediliyordu. Türk devletinde hayatı boyunca yolsuzluklar ve hırsızlıklar vardı. Kemalist dönemde Türkiye tam bir çiftlikti. Sivil ve asker bürokrasinin çiftliğiydi. Kendi suçlarını ve yaptıklarını DP hükümetine yüklüyorlardı, hem de mübalağalı bir şekilde. Darbeden sonra, uçak dolusu altınlarla, mücevherlerle, paralarla kaçarken yakalandıkları ileri sürüldü. Darbe sonrasından bu konuda bir kanıt gösterilemedi.

Devleti yönetmeme konusunda kendileri ve kendilerine bağlı güç odakları olaylar yaratarak, provokasyonlar yaparak, cinayetler işleyerek ortaya sürmeye çalışıyorlardı. Sonuçta seçim yoluyla hükümeti değiştirmek olanakları var iken Kemalistler, ordu cuntası/darbesiyle zorla 27 Mayıs 1960’ta yönetime el koydu.

27 MAYIS DARBESİNİN GERÇEK NEDENLERİ

Darbenin birinci ve temel nedeni, Kemalistlerin-CHP’nin yönetimi kaybetmiş olmaları; halkın bir kere daha onları hükümet yapmayacağı korku ve endişesiydi. Bu endişede haklıydılar çünkü onlar halka karşıydılar. Halk onları sevmiyordu halk Kemalistleri kendinden bir parça kabul etmiyorlardı.

Darbe sonrasında, anayasa ve diğer yasalarda kendi lehlerine düzenlemeler yapmalarına rağmen, seçimi kazanamamaları da bunun en somut delilidir. Daha sonraki zamanlarda her 10 yılda bir darbe yapmalarının nedeni de buydu.

İkinci ve gizli neden Kürtlerdi. Kürtlerin, DP’ye olan destekleriydi. Biliniyor ki daha sonraki darbelerde Kürtler, Kürtlerin milli hak davası, açık darbe gerekçesi oldu.

27 Mayıs darbesi sözde özgürlük savunuculuğunu yapıyordu ama hiçbir Kürt kalkışması olmamasına rağmen, gerekçesiz bir şekilde Kürtlerin 600 ileri gelen şahsiyetlerini ve kanaat önderlerini Sivas kamplarında aylarca gözaltında tuttu. 55’ini sürgüne gönderdi. 1959 yılında yine hiçbir gerekçe olmadan yakaladıkları 49 Kürt aydınını askeri cezaevinde tutmaya devam ettiler. Bu da darbenin, Kemalistlerin yaman Kürt düşmanı olduklarının somut göstergelerinden biridir.

DP’de Menderes ve arkadaşlarıyla yargılanan onlarca Kürt’ün olduğu da ayrı bir gerçek.

Darbe, kendi olağanüstü hukukunu, İstiklal Mahkemelerindeki hukukunu, yani hukuksuzluğunu ve keyfiliğini işleterek, Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan’ı idam cezasına çarptırdı ve infaz etti.

27 Mayıs Darbesinin yarası da daha sonraki darbelerde olduğu gibi kanamaya devam ediyor.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir