Bağdat sıkıştırırsa Erbil yükselir

Kurd24

Kürdistan jeolojisi ile Kürdistan siyasetinin ilginç bir benzerliği vardır; Avrasya ve Afrika tektonik plakalarının çarpışması Kürdistan’ın yükselmesine sebep olur.

Arap yarımadası olarak bildiğimiz levha Kürdistan levhasının altında hareket eder ve her yıl kuzeye doğru birkaç santimetrelik bir sürtünme yaratır. Bunun sonucunda da Kürdistan dağları her yıl 1-3 santimetre dolayında yükselir. En az 15 milyon yıldır devam eden bu kıtasal çarpışma, Kürdistan’ın olduğu bölgeyi, Tetis Denizi’nin tabanından yukarı doğru ittiği için Kürdistan dağları ortaya çıkmıştır.

Ne zaman Kürt-Arap ilişkilerinde bir gerilme yaşansa bu çarpışma ve yükselme meselesi aklıma geliyor. Bugünlerde Bağdat-Erbil arasındaki gelişmelerde olduğu gibi.

Bu artık bir sır değil; şimdilik radikal değişimler beklenmese de Irak-Kürdistan ilişkilerinin dikiş tutmadığı ayan beyan ortada. Merkezi hükümetin, Kürdistanlı memurlara maaş ödemeyeceğini açık etmesiyle başlayan sorun, belki kendi başına bir kırılma yaratacak güçte değil; ancak mevcut sürtüşmenin bir devamı olarak toplamda büyük bir anlama tekabül ediyor. Zira siyasette menzil belli ama o hedefe varmanın ne kadar zaman alacağı, tarafların toplam zaman içindeki hamlelerine bağlı.

2002 yılından bu yana Bağdat’tan bağımsız bir şekilde petrol şirketleri aracılığıyla arama çalışmaları sürdüren Kürdistan hükümeti, bu faaliyetler sebebiyle pek çok kez merkezi hükümet ile karşı karşıya geldi. Bağdat, petrol gelirlerinin kendisine teslim edilmesini istiyor. Kürtler ise bu durumda şirketlerin mevcut borçlarının, arama-tarama faaliyetlerinin masraflarının, yatırım maliyetlerinin ve Irak devletinde birikmiş paylarının ödenmesini talep ediyor. Nitekim Bağdat, anayasal olarak Kürtlere yıllık bütçenin %17’sini ve memur maaşlarını ödemekle yükümlü; fakat bu, her yıl bir soruna dönüşüyor.

Dönemin başbakanı Nuri el-Maliki ile başlayan ve daha sonra önü alınamayan krizin en yüksek noktasında Kürdistan Hükümeti resti çekmiş ve Mayıs 2014’te merkezi hükümetten bağımsız bir şekilde petrol ihraç etmeye başlamıştı. Buna karşılık Bağdat’ın hamlesi bütçe paylarını kanunsuz bir şekilde askıya almak, maaşları ödememek ve Kürdistan Bölgesi’ndeki havaalanlarını uçuşlara kapamak oldu. IŞİD saldırıları, Kürdistan Bağımsızlık Referandumu, Kerkük’ün kaybedilmesi ve diğer sorunların ortaya çıkmasıyla kördüğüme dönen kriz, Mart 2018’de Başbakan Haydar el-İbadi’nin memur maaşlarını tekrar ödemeye başlamasıyla yatışmıştı. Kasım 2019’da taraflar İbadi’nin halefi Adil Abdulmehdi döneminde Erbil’in günlük 250 bin varil petrolü Bağdat’a teslimi konusunda anlaşmış, ancak Kürdistan Hükümeti üstüne düşeni yapmasına rağmen 900 milyon $ tutarındaki memur ve çalışan maaşlarını alamamıştı. Bugünkü kriz tam olarak bu paranın ödenmemesi ile ilgili.

Aslında her seferinde yeni bir krizmiş gibi ortaya serilen bu durum; Irak’ın yapay bir ülke olarak ortaya çıkarılmasından bu yana süren sorunların görünür bir parçası. Evet, bugün Irak ve Kürdistan’da bütün otoriteler krizin hukuki değil siyasi olduğu konusunda hemfikir ama görmezden gelinen şey, Kürtler ve Araplar arasındaki hukukun, tarafların siyasi gücüne göre belirlendiği. Irak’taki asıl problem, Kürdistan’ın Bağdat’a bağlı olmasında ve bu kısır döngünün kırılamamasında yatıyor. Artık aşikâr olan şey krizin kendisi değil; Irak’ta federal sistemin çöktüğü ve Kürdistan’ın bağımsızlaşması yahut hiç değilse Irak’ın konfederal bir yapıya geçmesi gerektiği.

Elbette Irak Anayasası, Kürdistan Bağımsızlık Referandumu zamanında Federal Mahkeme’nin verdiği kararda da açıkça belirttiği üzere Kürtlere yahut diğer herhangi bir bileşene ayrılma hakkı tanımıyor. Ancak Anayasa askıya alınmadığı halde Kürtlerin anayasal hakları neredeyse iktidara gelmiş bütün hükümetlerce görmezden geliniyor. 140. Madde sorunu halen 2003’te karara bağlandığı gibi duruyor; demografisi Saddam döneminde değiştirilen Kürdistani bölgelerin anayasa gereği Erbil’e bağlanmasıyla ilgili süreç hiçbir şekilde işletilmiyor. Kürdistan’ın bütçeden payının ve memur maaşlarının verilmemesiyle yapılan ayrımcılıkla anayasa ihlal ediliyor.

Diğer taraftan merkezi hükümet Kürdistan bölgesini dışarıdan gelen saldırılara karşı koruyamaz halde. İran’ın füze saldırıları ve Türkiye’nin PKK bahanesiyle sınır bölgelerine ve Mahmur’a yaptığı askeri operasyonlar ortada. Her ne kadar Kürdistan bugünlerde ABD tarafından bölgeye yerleştirilen Patriotların korumasındaysa da bu defacto durum hükümetin sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor.

Bu haliyle Kürtlerin nezdinde Irak’ın üzerinde durduğu hiçbir meşru dayanak kalmamışken Kürtler ayrılma süreçlerini bölgesel faktörler sebebiyle ağırdan alıyor, durumu daha çok bir pazarlık seviyesinde tutuyorlar. Aslında Erbil, özellikle Celal Talabani’nin Irak Cumhurbaşkanlığı sonrası Kürtlerin Bağdat’taki temsilinin işlevsiz bir hal aldığının gayet farkında ama henüz parlamentodan, hükümeti kurma çalışmalarından ve Iraki sistemden çekilmeyi tartışmıyor. Kürdistan Hükümeti ve Başkanlık Ofisi’nin olumlu mesajlar vermeye devam etmesi ve sorunun çözümü için Bağdat’la iletişim kanallarını sürekli açık tutması anlaşılır bir tutum. Zira referandum dönemindekine benzer bir yol kazasıyla karşılaşmak istemiyorlar.

Kürdistan Anayasası’nın birinci maddesi Kürdistan Bölgesi’nin Federal Irak Cumhuriyeti’nin içinde demokratik parlamenter sisteme ve kuvvetler ayrılığına dayandığını belirtmektedir. Bu anayasanın ikinci maddesi; coğrafi ve tarihsel bir entite olarak nitelediği Kürdistan Bölgesi’ni, Irak’ın 1968 yılından önceki idari sınırlarını dikkate alarak içinde Kerkük, Süleymaniye, Erbil, Diyala, Musul ve Xaneqin’e kadar olan yerlerden müteşekkil kabul eder ve siyasal sınırlarının Irak Anayasası’nın 140. Maddesinin yerine getirilmesiyle belirleneceğine değinir.

Aslında Kürdistan Anayasası açısından Kürdistan’ın sınırları belli. Dolayısıyla ikinci maddede geçen “Irak Anayasası’nın 140. Maddesi beklenir” ifadesinin değiştirilmesi bile Irak-Kürdistan ilişkisini başka bir boyuta taşır, Kürtler için büyük bir pazarlık kozu oluşturur. Böylesi bir durumda İran ve Türkiye gibi komşuların ne yapacağı, AB ve ABD’nin tutumunun ne olacağı kestirilemiyor. Dünya Covid-19 salgınıyla uğraşırken, olası risklerin daha büyük sorunlara yol açması ise cabası. Öte yandan ABD seçimleri neticelenmeden bölgede radikal bir değişiklik beklenmemeli. Post-Corona dönemi için ekonomik ve siyasal durumlar her ne kadar tahmin edilse de şartların oturması için geniş bir zamana ihtiyaç var.

Bütün bu riskler ortada. Ancak diğer taraftan Kürdistan’ın dikkat etmesi gereken bir noktaya daha dikkat çekmek gerekir. Petrol fiyatları bu yıl %80 düşerken petrole olan küresel talep %30 daralmış görünüyor. Enerji şirketleri arz fazlası petrolü depolayacak yer bulmakta zorlanıyor. OPEC, üretimi kısma konusunda üretici ülkelerle anlaşsa da bu önlem Mayıs ayından itibaren ancak %10’luk bir üretim azalması içeriyor. Yani salgında ani bir değişiklik olmazsa fiyatların daha da düşmesi kaçınılmaz. Nakit döndüğü bilinen petrol piyasasında durum böyleyken, Bağdat’ın Kürdistan’da üretilen petrolü gerekçe göstermesi anlamsız. Zira Irak ve Kürdistan ilişkisi bağlamında petrol ve petrol gelirleri en azından bir süreliğine stratejik bir kart olmaktan çıkmış durumdadır.

Görünen o ki Arap yarımadası yeniden Kürdistan’ı sıkıştırıyor ve bu sebeple kaçınılmaz olarak Kürdistan yükselişe geçmek, bir şeyler yapmak zorunda kalacak. Fakat tektonik plakaların sürtünmesi aynı zamanda fay hatlarında kırılmalar yaratıyor ve depremlere de sebep oluyor. Bu benzeşimde Kürdistan’ın iç siyasetindeki durum da bundan beri değil. Görebilecek zararı en aza indirgemek için bir an önce PDK, YNK ve Kürt siyasetindeki diğer bütün aktörler arasında kalıcı bir uzlaşma sağlanmalıdır. Yoksa yükselme büyük bir çöküşe de sebep olacaktır.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.