Hakikat, açgözlülük ve payımıza düşen

Kurd24

Radikal Kurbanı tamımlarken, Terry Eagleton, günah keçisi seçilme bahsinde şunları söyler: “Kirletilmiş olduklarına inanıldığı için kurbanlaştırılanlar vardır, oysa antikçağın günah keçisi kurban için kirletilir. Varoluşu ne denli az kirletilmişse, statüsü o denli berrak olur. Kutsal olmak, illa ötekilerden üstün tutulmak değil, ayrı tutulmaktır.”

Kürt olma hakikatini gerekçelendirip temellendirirken gözettiğim hassasiyet, Kürtlerin herkesten üstün olduğu iddiası değildir. Eagleton’un altını parlak biçimde çizdiği gibi, Kürt olma hakikatini, öteki hakikatlerden ayrı tutmaktır. Kendi hakikatimizin kimlik kartını, biz doldurmalıyız. Ötekilerin bundan ne anlaması gerektiğini biz tayin etmeliyiz, yoksa günah keçisi olma kaderinden kaçamayız.

Hakikatlerin kendilerine dair fikirleri yoktur. Hakikat, her şeyden önce hakikat olduğunu bilmez. Onun böyle bir algısı ve bilinci yoktur. Hakikat kavramının içini dolduran ona bir değer ve karakter katan, hakikat, diye inleyen, yeri göğü birbirine katıp, bas basa bağıran insandır. Hakikatlere sözcülük eden, ona kefil olan, yine insandır. Hakikat kavrayışımız ve algımız aslında bir başkasının hakikat kavrayışı ve algının teyididir. Hakikatin biricik koruyucusu ve muhafızı olmak, hakikat için ve hakikat adına müritleşmek demektir. Hakikat, bir başkasının hakikat konusundaki fikriyse, diğer bir ifadeyle, hakikat, o hakikat savunucusunun o, hakikat konusundaki bilgisiyse, bu durum hakikat karşısında bize de özerk bir vaziyet alma imkanı yaratır. Hakikat karşısındaki özerkliğimiz, hakikati bizce tanımlamaya yeni den imkan verir.

Sonsuza kadar yaşamayı istemek bir hakikattir ve bu talep mutlak surette bizi açgözlü yapmaz. Açgözlü olmak, payımıza düşenden fazlasını talep etmek demektir. Kürt olmak da bir hakikat türüdür ve Kürt olma adına pay talep etmek, hiç kimseyi dilenci yapmaz. Daha onca yoksunluğu dikkate aldığımızda, pay talebi Kürtleri asla açgözlü yapmaz. Peki, payımıza düşeni ısrarla talep etmek ne anlama gelir? Mevcut hakikatlerin yanına kendi hakikatimizi koymak mümkün değil mi? Bu çok mu cüretkar bir tavır olur?

Tam tersine her talep bizi, diğer hakikatler gibi, hakikatler sahnesinde daha çok görünür kılar. Var olmak her şeyden önce talepkar olmak demektir. Talepkar olmadan diğer hakikatler tarafından algılanmak pek mümkün olamıyor.

Var olma talebi, bitişik bütünlüklü bir taleptir. Bunun parçalı, kısmi ve nispi hali olmaz. Ya varsın ve payına düşenler bunlar, bunlardır ya da yoksun, hiçbir şeyde pay sahibi değilsin. Var olmak için neye ihtiyacımız var? Bunun için sadece yüksek sesle ben varım demek, kendi başına yeterli nedendir. Bir kez yüksek sesle ben varım dedikten sonra, bu durum kendi başına bizi pay sahibi yapar. Payımıza düşeni almak, başka hakikatler alanına kapı aralasa bile, bu durum pay sahibi olduğumuz gerçeğini değiştirmez.

Mutlak hakikatler dünyasında kendimize bir yer açıp, orada diğer hakikatler gibi onurluca bir yer edinmek, sadece yüksek sesli, bende varım haykırışına bakar. Burada sonsuz değişkeni olan bir keyfiyetten söz etmiyorum. Varlığın, varlık sahipleri tarafından sahiplenilmesini biricik koşul olarak ileri sürüyorum. Kendi varlığımızı sahiplenmeden hakikatler oyununa dahil olamayız.

Kendi hakikatimizi başkalarının hakikatleriyle ilişkilendirmeli miyiz? Ya da kendi hakikatimizden başka ulvi hakikatler için feragat etmeli miyiz?  Bu sorulara cevabım kesinlikle hayırdır. Belki bir hakikati başka hakikatlerin varlığıyla bir parça açıklayabilir ya da kısmen ilişkilendirebiliriz. Ama unutmamak lazım bu işlem her zaman bir indirgeme olur ve her indirgeme değer kaybına yol açar. Her değer kaybı da payları küçültür. İlişkilendirmeyi bir tür hakikatler arasılık olarak kabul ettiğimizde, o zaman başlangıç ve sonu kaybederiz. Bu da o hakikat konusunda inisiyatif yitimine yol açar. Feragat meselesi de kelimenin tam anlamıyla bir faciadır. Radikal biçimde kurban edilmek demektir.

Hakikatlerimiz için kimseye minnettarlık duymak zorunda değiliz. Hakikatimizin ötekiler tarafından tanınması bir erdem değildir, dolayısıyla onları ödüllendirmek mecburiyetinde değiliz. Hakikatler ve bundan doğan hakların tanınması, bir minnettarlık sorunu değildir. Hakikatler ve haklar evvel emirde medeniyet sorundur. Hakikatimizi ve haklarımızı tanıyan herkes medenidir, tanımayan diğer bütün herkes bila istisna gayri medenidir.

Unutmamak lazım gelir ki hiç kimse bizden daha iyi, daha kapsamlı ve daha eksizsiz olarak hakikatlerimizi ve haklarımızı tanımlayamaz. O nedenle hakikat ve hakların tanımlanması hiç kimseye devir edilemez. Bu iş başkalarına bırakılamaz. Kendi nesnemizin bilgisini üretmek, bizim ahlaki görevimizdir. Tıpkı insan birey gibi, bir insanı, kendisinden başka hiç kimse daha iyi tanıyamaz. Kendi hakikat ve haklarımızın bilgisini ne kadar kapsamlı ve eksiksiz üretirsek, varlığımız o kadar kapsamlı ve eksiksiz olarak algılanır.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.