Halkla inatlaşılmaz

Kurd24

31 Mart’tan sonra hukuken yapılması gereken ve siyaseten doğru olan AK Parti’nin sonuçları kabullenmesi, seçimi geride bırakması ve ileriye bakmasıydı. Zira önünde uzun bir seçimsiz dönem vardı; bu dönemi hem partide baş gösteren çözülmeye hem de toplumdan yükselen itirazlara çareler bulmak için değerlendirebilirdi.

Aslında seçim akşamı verdiği ilk beyanatta Erdoğan neticelere boyun eğmiş bir görüntü verdi. Önce İstanbul’da sonra Ankara’da yaptığı balkon konuşmalarında seçime dair herhangi bir şüphe izhar etmedi. Büyükşehirlerde kaybetmiş olsalar da ilçelerde ipi önde göğüslediklerini ve dolayısıyla belediye meclislerinde çoğunluğun halen kendilerinde olduğunu söyledi. Sözlerinde seçime ve sonuçlarına dair herhangi bir şaibenin izi yoktu.

Ancak sonradan hava değişti. Diğer illerde fark büyük olduğu için büyük bir gürültü koparılmadı ama kıl payı kaybettiği İstanbul seçimlerini yeniletmek için AK Parti bütün ağırlığıyla yüklendi. Birçok dayanaksız iddia tedavüle sokuldu. Aslı astarı olmadığı çok çabuk ortaya çıkarılan türlü gerekçeler ileri sürüldü. Halkın kafası bulandırılmaya çalışıldı. Seçimin iptalini sağlayacak deliller üretilmek için devletin bütün organları seferber edildi. Nihayetinde büyük bir baskı altına alınan YSK, içtihatlarına açık bir aykırılık teşkil eden hukuksuz bir kararla seçimlerin tekrarlanması yoluna gitti. 23 Haziran’da halk yine sandığa çağrıldı.

TÜRKİYE SİYASETİNİN GENEL KURALI

31 Mart’ta CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu % 48.77, AK Parti’nin adayı Binali Yıldırım ise % 48.61 oy almıştı. Nefes nefese geçen yarışta iki aday arasındaki oy farkı sadece 13 bindi. 23 Haziran’ da ise dengeler değişti. Yıldırım % 45’e düştü, İmamoğlu % 54’e çıktı. Yıldırım’ın oylarında 200 binin üzerinde bir azalma yaşandı, İmamoğlu’nun oylarında ise 600 bine yakın bir artış oldu. Bindelik oranlarla ölçülen fark da % 9’a kadar açıldı.    

Bu tablo hakkında birçok çıkarım yapılabilir. Fakat her şeyden evvel bir noktanın altı kalınca çizilmeli: 23 Haziran’ın neticesi, seçmenin bariz bir adaletsizliğe karşı verdiği net bir tepkidir. Türkiye’de seçmen, gerçek manada seçme hakkına sahip olduğu günden beri sandığına dokunulmasına asla müsamaha göstermez. Demokratik katılım olanakları zayıf olduğundan halk, yönetime karşı düşüncelerini çoğunlukla salt sandık yoluyla dile getirir. İtirazını orada yükseltir, müdahalesini orada yapar. Bu nedenle seçmenin gözünde sandık kutsaldır, ona el uzatılmasını affetmez. Sandığa yansıttığı iradesinin kabulünü ister. Eğer birileri verdiği kararı doğrudan ya da dolaylı yollarla saptırmaya kalkarsa, bunu yapanların gözünün yaşına bakmaz ve fırsatını bulduğu anda biletlerini keser.

Türkiye siyasetinin genel kuralıdır bu ve her zaman işler. Yakın tarihte yapılacak kısa bir gezintide bile, seçmenin iradesini rayından çıkarmak isteyenlerin nasıl cezalandırıldıklarını gösteren ibretlik birçok öyküye rastlanabilir. Misal, CHP 1946’da sandığa el koydu seçmen ona dersini 1950’de verdi. 27 Mayıs cuntacılarına tokadı 1961’de attı. 12 Eylül darbecilerine karşı duruşunu 1983’te gösterdi. “Bin yıl sürecek” diye kasılarak ortada gezen 28 Şubatçılara hadlerini 2002’de bildirdi. “367” garabetiyle ve elektronik muhtırayla ülkeye üniforma giydirmeye yeltenen 27 Nisancıları ise fazla bekletmedi, onların boylarının ölçüsünü aynı sene içinde (2007’de) aldı, vs.

Hülasa Türkiye seçmeni az ya da çok bekler ve sabreder. Ama kendisine darbe vuranı asla unutmaz, günü geldiğinde sandığına gider ve hesabını mutlaka sorar. 23 Haziran da böyle bir gündü.

STRATEJİK HATA

AK Parti, İstanbul’u 31 Mart’ta sandıkta kaybetti. Ancak halkın tercihini tanımadı. Hukuku rafa kaldırdı ve seçimi tekrarlattı. Aradaki farkın çok az olmasına güvendi. Dolayısıyla seçmeni kâh korkutarak kâh manipüle ederek bu farkı kapatabileceğini düşündü. Böylelikle İstanbul’u elinde tutabileceğinin hesabını yaptı.

Oysa bu, çok büyük bir stratejik hataydı. Zira kurulduğu günden şimdiye kadar AK Parti, önüne konulan bütün engelleri halkı arkasına alarak aşmıştı. Moderninden post-modernine kadar kendisini hedefleyen bütün darbeleri ve hukuki badireleri halkın gücü sayesinde atlatmıştı. 17 yıllık bütün kazanımları halkın desteği ile mümkün olabilmişti.

Böyle bir tarihi arka plana sahip olan bir partinin, halka rağmen seçimleri yeniletme kararı alması akıl alır gibi değil. Müelliflerinin bile inanmadığı bir gerekçeyle halkın gözünün boyanamayacağı meydanda. Seçmenin Ali Cengiz oyunlarına iltifat etmediğine/etmeyeceğine, aksine bu tür atraksiyonlara çok sert bir reaksiyon verdiğine/vereceğine de tarih tanık. O halde hep halkın yanında durarak kazanmış bir siyasi gelenek nasıl olur da halkla inatlaşmaya girer? Nasıl olur da halkı küçümsemenin, ona kendi kararını dayatmanın ters tepeceğini öngörmez?

HEZİMET

Sanırım bunun altında İstanbul’a “altın yumurtlayan tavuk” muamelesi yapılması yatıyor. Her ne pahasına olursa olsun İstanbul’u yitirmemek düşüncesi aklı başında bir değerlendirme yapmayı imkânsız kıldı. Dizginlerinden boşalmış siyasi ve iktisadi hırs, gözlere perde çekti ve Türkiye siyasetinin bu çok yalın gerçeği bile es geçildi. AK Parti’de gerek teşkilatların gerek yerel yönetimlerin sıradan insanlarla ve gündelik hayatla temas etme eşiği oldukça düşmüş olduğundan herkesin adaletsizliği noktasında hemfikir olduğu bir kararın dahi ambalajlanıp millete yutturulabileceği düşünüldü.

Bu şartlar altında tarihin tekerrür etmesi kaçınılmazdı. Ve tarih tekerrür etti. Seçmenler hukuku rafa kaldıranları, hakkaniyete aykırı davrananları sigaya çekti. Muktedirin mağdur ettiğini düşündüğüne hakkını teslim etti.

31 Mart AK Parti için hazmedilebilir bir yenilgiydi, 23 Haziran ise bir hezimet oldu.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.