Kürt Baharı mı, Kürt Kışı mı?

Kurd24

Son on yılda Arap Halkları kendi otoriter ve teokratik yönetimlerine karşı toplumsal ayaklanma içine girdiler. Bu toplumsal ayaklanmaların bir kısmı iktidar değişikliğine yol açmasına rağmen, bazı toplumsal ayaklanmalar da sonuçsuz kaldı ve bastırıldı.

Arap Dünyasında meydana gelen bu toplumsal ayaklanmalar ve bu toplumsal ayaklanmaların yarattığı sonuçlar, uluslararası siyaset literatürüne “Arap Baharı” diye not olarak düştü.

Araplar, son on yılda “Arap Baharı”nı not olarak tarihe düşerken. Kürtler yüzyıllar önce “Kürt Baharı’nı” tarihe not düşmekle kalmadılar, kanlarıyla, canlarıyla “Kürt Baharı”nı tarihe yazdırdılar.

“Kürt Baharı” tanımı benim son yıllarda literatüre kavram ve tanım olarak yerleştirmeye çalıştığım bir kavramdı. Ama ne yazık ki, “Kürt Baharı” oldukça silik ve kışla iç içe geçen bir mevsimi andırıyor. Biz Kürtler daha tam anlamıyla Baharı tatmadan ve yaşamadan, kışın çetin koşullarıyla karşı karşıya gelmek gibi tarihsel bir kadere sahip olduk. Bu kaderi değiştirme mücadelemiz de hep var oldu. Ama bu kaderi tümden değiştirmedik.

Bahar da, yılın mevsimlerinden biridir. Bütün yılın mevsimlerinin insanlık için bir anlamı ve hoşlukları olan, vazgeçilmez olan olgulardır. Ama dünyanın ekolojik ve iklimsel koşullarında her mevsim çok net sınırlarla birbirinden ayrılmış değildir, iç içe geçmiştir. Bir mevsim başlayıp bitmeden diğer mevsim başlar.

Kürt milletinin yaşamında ve tarihinde de böyle bir gerçeklik var. Bahar’ı daha yaşamadan kışa girmek halimiz var!!!

Bahar, en verimli, tabiatın yeşerdiği ay olduğu için insanlığın ve milletlerin yaşamında iyi, güzel, hayırlı, amaca ulaşmışlık hali “bahar” ile tanımlanır.

Mart ayı da, baharın ilk ayı ve hayatın yeşermeye başladığı aydır. Bu ay, Kürtler için çok önemli bir aydır. Kürtler, bu ayda çok iyi şeyler başardıkları gibi, çoğu şeylerini de kaybetmişlerdir.

Bu bağlamda Kürtlerin, Kürdistanlıların, Kürt milletinin, hızla kışla iç içe geçen baharının tarihsel temel vakıalarına bakmak aydınlatıcı olacaktır.

KÜRTLERİN EN BÜYÜK VE TARİHİ BAHARI: NEWROZ…

Newroz, Bahar’ın, Mart’ın 21. günüdür. 

Kürtlerin için en anlamlı, manevi, geleneksel, kültürel günlerinden biridir.

Kürtlerin milli bayramıdır.

Kürtler için haksızlığa karşı direnişin, milli bağımsızlığın, özgürlüğün sembolüdür.

Newroz ateşi Kürt milletini sardığı zaman, özgürlük ve bağımsızlık duyguları tavan yapar.

Milli ve toplumsal kucaklaşma başlar.

Milli mücadele içinde olanların daha ileri atılım yapmasına vesile olur.

Milli mücadeleye dışarıdan katkı sağlayanları daha aktif desteğe ve heyecana sürükler.

Çünkü Newroz, çocuklarını Dehak denilen zalimden kurtarmak için Kawa etrafından birleşerek mücadele eden Kürtlerin sembolü ve motivasyonudur.

 Bu nedenle zalimlerden, faşistlerden, sömürgecilerden, hak gaspı yapanlardan bahsedildiği ve bunlara karşı mücadele geliştirildiği zaman, Newroz akla gelir.

Bu bağlamda Newroz, Kürtlerin en büyük ve tarihi Baharıdır. Kürtler her koşulda bu baharı yaşatıyorlar. Kürtlerin bu baharı, kışı dönmüş değildir. Dönmeyecek de. Sonsuza kadar yaşayan “baharı”, yüce değeri, kültürel ve tarihi mirası olmaya devam edecektir.

KOÇGİRİ KÜRT MİLLİ HAREKETİNİN BASTIRILMASI VE KÜRT KATLİAMI (6 MART/17 HAZİRAN 1920)…

Türk Kemalistlerinin Osmanlı İmparatorluğunu yıkmaları, kendi devletlerini kurup iktidar olmaları sürecinde, Kürtlerle ilgili düşünce, proje, stratejileri açığa çıkmıştı.

Kürt Teali Cemiyeti’nin bir kesim üyeleri, Kemalistleri desteklemenin tehlikeli olacağını savunmakla kalmadılar, 1919 yılından itibaren millet olmaktan doğan milli haklarını açıkça talep ettiler. Bu taleplerinin karşılanmaması, Kemalist elitin saldırıya geçmesiyle çatışmaya dönüştü. Kürtler, milli ayaklanmaya başladılar.

Halk ayaklanmayı sevinçle karşıladı. Bu milli ayaklanma, halk içinde büyüdü ve destek buldu. Bu hareketin bağımsızlığına ve özgürlüğüne yol açacağını bilerek, gelişmesini istedi.

Ama ne yazı ki, Kürtlerin bu milli ayaklanması, bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi 1920 yılının Mart ayında, HDP’nin şimdiki milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün dedesi Nurettin Paşa’nın askeri komutasında kanla ve katliamla bastırıldı. Kürtlerin toplu sürgüne gönderilmesi sağlandı.

Böylece Kürt Baharı, fırtınalı Kışa döndü.

Koçgiri Kürt Milli Ayaklanmasının kanla ve katliamla bastırılması, hem Kürt soykırımının ve katliamının başlangıcı oldu; hem de yeni Kürt milli ayaklanmalarının gelişmesi için de kapı araladı.

KÜRDİSTAN’IN KUZEYİNDE MİLLİ DİRENİŞİN SÜREKLİĞİNİ ORTADAN KALDIRMA BAŞARISI: ŞEYH SAİT EFENDİ VE ARKADAŞLARININ İDAM EDİLMESİ (30 Mart 1925)…

Koçgiri Kürt Milli Ayaklanmasının bastırılmasıyla birlikte kurumlaşmaya başlayan Kemalist Devlet, M. Kemal ve arkadaşlarının Kürtlerin desteğini almak için, Osmanlı İmparatorluğu döneminden daha geniş bir otonomiyi Kürtlere tanıyacakları konusunda verdikleri sözü unuttu. Yeni ırkçı tezler geliştir ve Ant-Kürt bir resmi ırkçı devlet ideolojisini benimsedi.

Kürtlerin, bir millet olmadığı, Türk olduklarını ortaya koyan. Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezleri gibi ırkçı tezleri üretmeye başladılar. Kürtlerin ülkesi Kürdistan’ı işgal ve ilhak ettiler. Kürdistan’ın coğrafyadan silinmesi için gerçeğe dayalı olmayan teoriler oluşturdular. Kürt Dili ve Kültürü yasaklandı. Kürtçe konuşanlar, ağır para ve hapis cezalarına maruz bırakıldılar. Kürtlerin bütün milli hakları gasp edildi.

Bu felaketin başına geleceğini bilen Kürtler, Cibranlı Halit Bey’in öncülüğünde Kürdistan İstiklal Teşkilatını (Azadi Örgütünü) gizli plânda örgütlenmeye başladılar. Bu örgütlenmenin amacı, Kürdistan’ın bağımsızlığı ve özgürlüğüydü. Kürtlerin milli haklarının kazanılması ve geliştirilmesi, Kürtlerin kendi kaderlerini kendi iradeleri ile tayin etmeleri, Kürdistan’da iktidar ve egemenlik hakkını kazanmasıydı.

Ama ne yazık ki, bunu tespit eden Kemalist Devlet erken harekete geçerek, Kürdistan İstiklal Örgütü Başkanını ve arkadaşı aynı zamanda milletvekili olan Yusuf Ziya Beyi yakalayıp, Bitlis’te acele ve hukuk dışı bir yargılamayla idam etti.

Bu tutuklamaların genişleyeceği belliydi. Bunun için de devlet harekete geçti. Devletin Şeyh Sait Efendi’ye yönelik provokasyonu Şubat 1925 yılında Milli Ayaklanmanın zorunlu olarak gelişmesine yol açtı.

Kürt Milli Ayaklanmaya öncülük eden Şey Sait Efendi ve diğer öncü arkadaşlarının toplumsal güçleri, Milli Ayaklanmanın kısa sürede gelişmesini, toplumsallaşmasını, “silahlı bir mitinge” dönüşmesini, birçok bölgede iktidarı ele geçirmesini sağladı.

Ama ne yazık ki, devlet büyük bir askeri güçle ve katliamcı Kürtleri yok etme metoduyla Milli Ayaklanmayı bastırmak için harekete geçti.

1925 Kürt Milli Ayaklanması lideri Şeyh Sait Efendi’nin esir düşmesiyle birlikte, hareket katliamla bastırıldı. Hareketin birçok değişik toplumsal kesimlerden gelen ve etkin olan liderleri (Şeyhler, Ağalar, Beyler, Aşiret Reisleri, Aydınlar) yakalandılar. Olağanüstü olarak kurulan İstiklal Mahkemelerinde hukuk dışı yargılamalarla hızla idama mahkum edildiler.

1925 Kürt Milli Ayaklanmasının lideri Şeyh Sait Efendi ve 47 arkadaşı 30 Mart 1925 yılında idam edildiler. Mezarlarından bile korkulduğundan, gizlendiler. Halen de mezarlarının yeri bilinmemektedir.

1925 Kürt Milli Hareketinden sonra da Kürtler milli hakları, bağımsızlıklarını elde etmek için ayaklandılar. Ama 1925 Milli Ayaklanması Kürtlerin en kapsamlı ve toplumsallaşan milli ayaklanmasıydı.

Bu hareketin lideri Şeyh Sait Efendi ve arkadaşlarının idam edilmesi, Kürdistan’ın Kuzeyinde milli hareketin sürekliliğini kırmanın başlangıcı oldu.

Böylece başlayan Kürt Baharı kısa sürede felakete dönüşerek, son buldu.

“KÜRTLERİN GÜNEŞİ” SÖNDÜ: EFSANEVİ LİDER MELE MUSTAFA BARZANİ’NİN ÖLÜMÜ…

Kürt milletinin efsanevi lideri Mustafa Barzani, 1975 yenilgisinden sonra kanser hastalığına yakalandı.

Bu hastalığında, 1975 yenilgisinin, Kürdistan Otonomisinin yıkılmasının, İran ve ABD ihanetinin büyük etkisi olduğunu ileri sürmek yanlış olmazsa gerek.

Hastalığı sırasında tedavi için ABD’ye götürüldü. Ne yazık ki kendisine yapılan tedavi, kanser hastalığından kurtulmasını sağlayamadı.

1 Mart 1979 Tarihinde yani bundan 39 yıl önce çok sevdiği ve uğruna ölümleri göze aldığı Kürdistan’ı ve sevgili milletini istemeyerek de olsa terk etti. ABD’nin Başkenti Waşington’da hayata gözlerini kapattı.

Büyük Kürt liderleri Übeydullah Nehri’nin, Bedirhan Beyin, Şeyh Abdulselam Barzani’nin, Şeyh Sait Efendi’nin, Cibranlı Halit Beyin, Seyit Rıza’nın, Sımko Ağa’nın, Qazi Mihemed’in yanına gitme sevincini ve mutluluğunu yaşadı.

Efsanevi Kürt liderinin ölümü, bütün Kürdistan parçalarındaki ve dünyadaki Kürtler arasında büyük bir üzüntü ve şoka yol açtı. Kürdistan yasa boğuldu.

Kürtlerin güneşi olarak nitelendirilen Efsanevi Lider Mele Mustafa Barzani’nin ölümünden sonra, uluslararası düzeyde Kürt liderini tanıyan yazarlar ve gazeteciler, “Kürlerin Güneşi söndü” diye yazdılar.

Tartışmasız denilebilir ki, Kürt milletinin Efsanevi Lideri Mustafa Barzani’ni ölümü, 1975 yılında umutları kırılan Kürtler üzerinde bir tank gibi geçti. Kürtlerin Bahar’ını fırtınalı kışa döndürdü.

KÜRTLERİN 20.YÜZYILDAKİ EN BÜYÜK İKİNCİ BAHARI: KÜRDİSTAN’DA OTONOMİNİN KURULUŞU…

Kürtler, 20. Yüzyılda, iki dönem, ülkelerinde statü, iktidar ve egemenlik sahibi oldular. Bu dönemlerde biri, 1946 yılında Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti’nin kuruluşu dönemidir.  İkinci dönem de, 11 Mart 1970’de Kürdistan Otonomisinin oluşumu dönemidir.

Bu dönemler aynı zamanda, Kürtler için iki bahara da işaret etmektedir.

Kürdistan’ın parçalanmasından sonra Kürdistan’ın Güneyinde de hem Irak Merkezi Sömürgeci otoriteye ve hem de onları himaye eden İngilizlere karşı bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi devam etti.

Şeyh Mahmut Berzenci’den sonra da, 20. Yüzyılın başlarından itibaren Kürtlerin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi içinde olan Barzaniler, Irak merkezi Sömürgeci yönetimine karşı sürekli bir mücadele sürdürdüler.

Barzanilerin öncülüğündeki bu mücadele, 1945 yılında yenilgiyle sonuçlandı. Bunun üzerine Kürdistan Lideri Mustafa Barzani, silahlı güçleriyle birlikte İran’a geçti. 1946 yılında Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti’nin kuruluşuna katıldı. Kendisi silahlı güçleriyle birlikte Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Qazî Mihemed’e tabi oldu. Genelkurmay Başkanlığı görevini üstlendi.

Ne yazık ki, Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti’nin ömrü uzun olmadı. ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin İran’dan çekilmelerinden sonra, Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti, yok edilmek ve yaşamına son verilmek üzere, İran silahlı güçlerinin saldırısıyla karşı karşıya kaldı. Buna karşılık, Kürdistan Lideri Mustafa Barzani, Kürdistan Cumhurbaşkanı’na savaşma önerisi yaptı. Bu önerisi kabul edilmedi. O zaman, birlikte Sovyetler Birliği’ne geçişi önerdi. Bu önerisi de, Qazî Mihemed’in “halkımla birlikte kalacağım” ulu düşüncesiyle ret edildi.

Qazî Mihemed, Mustafa Barzani ve arkadaşlarının Sovyetler Birliğine geçişi konusunda izin verdi. Kürdistan Lideri Mustafa Barzani, kan ağlayarak, bu öneriyi kabul etti.

Kürdistan lideri, İran, Irak ve Türk silahlı güçleriyle savaşarak arkadaşlarıyla birlikte Sovyetler Birliği’ne geçti. 1958 yılına kadar orada sürgün hayatına devam etti.

Irak’ta Abdülkerim Kasım tarafından yönetim değişikliğinin gerçekleşmesinden sonra, Kürdistan Lideri Mustafa Barzani ve arkadaşlarının Irak’a gelmeleri için davet yapıldı.

Kürdistan lideri, Irak’a ve Kürdistan’a dönüş yaptığı zaman, 1946 yılının Ağustos ayında Hamza Abdullah’ın öncülüğünde Hîva, Şoreş, Rizgarî örgütlerinin de birleşmesiyle oluşan Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin de genel başkanıydı.

Kürdistan lideri Mustafa Barzani ve arkadaşlarının Irak’a dönüşüyle birlikte, Irak Anayasa’sında değişiklik yapıldı. Irak’ın iki ulus (Arap ve Kürt) ve iki bölgeden (Arap ve Kürt) oluştuğu kabul edildi. Böylece Irak Devleti, üniter, tekçi ve Arap milli devleti olmadan çıkarılıp, otonom ve adem-i merkeziyetçi bir devlete; Kürtlerin ve Arapların devletine dönüşmeye başladı.

Irak’ın, Anayasa’nın bu hükümlerine göre, idari, siyasi, ekonomik, askeri anlamda yapılandırılması gerekirdi. Ne yazık ki, Irak Merkezi yönetimi, aradan uzun zaman geçmeden ırkçı ve sömürgeci özelliklerine geri dönerek, yeni Anayasa’ya aykırı hareket etmeye başladı.

Irak Kürdistan Demokrat Partisi de, buna karşılık, haklı olarak, Eylül 1961 yılında, bağımsızlığını ve özgürlüğünü elde etmek için meşru olan silahlı mücadeleye karar verdi.

Kürdistan Lideri Mustafa Barzani öncülüğünde devam eden bu mücadele, sonuçta başarı elde etti. Baas Yönetimi Kürtlerle anlaşmayı kabul etmek zorunda kaldı.

Merkezi Sömürgeci Hükümet, Kürtlerle, onun öncü partisi Irak KDP ile 11 Mart 1970’de antlaşma yapmak zorunda kaldı. Bu antlaşmayla, Kürdistan’ın, özerk/otonom bir bölge olması benimsendi.

11 Mart 1970 Antlaşmasında, Kerkük’ün statüsünün de plebisit ile tayin edileceği karar altına alındı. Plebisitin 4 yıl sonra yapılması yine aynı anlaşmayla benimsendi.

Bu atılım ve oluşum, Kürtlerin 20. Yüzyıldaki İkinci Büyük ve Tarihi Baharıydı.

Ne yazık ki, bu bahar 1975 yılında, savaş sonucunda son buldu.

KÜRTLERİN EN BÜYÜK KIŞI VE FELAKETİ: KÜRDİSTAN’DAKİ KATLİAMLAR VE HALEPÇE KATLİAMI…

Irak Sömürgeci Faşist Baas Rejimi, Kürdistan’ın Güneyindeki Halepçe Şehrinde, İran ve Irak Savaşı’nın devam ettiği koşullarda, zehirli gazlarla ve kimyasal silahlarla çağın, ikinci büyük katliamını, dünyanın gözünün önünde, gerçekleştirdi.

Aynı Baas Rejimi, 1974 yılındaki Kürt-Arap Savaşında da Sovyetler Birliği’nin sağladığı silah olanaklarıyla napalm bombaları kullanmıştı. O zaman da bir katliam gerçekleşmişti.

Halepçe’de 16 Mart 1988’da gerçekleşen felaket, bir katliam ve soykırım hareketidir.

Halepçe Katliamı, sömürgeci devletler tarafından, 20. Yüzyılın başlarından itibaren, 1919’da Koçgiri ile başlayan ve Lozan Antlaşması sonrası Kürdistan’da devam eden milli mücadelelerden sonra, Kürt milletine (milletimize) yönelik gerçekleştirilen katliamların bir devamıdır.

Sömürgeci Devletlerin, 20. Yüzyılın başlarından itibaren planlı ve sürekli hale getirdikleri Kürt Soykırım Hareketinin bir halkasıdır.

Halepçe Katliamı, Kürdistan’ın güneyinde 1983 yılında başlayan ve 180.000 kişinin katliamıyla sonuçlanan Enfal Kürt katliamının devamıdır.

Halepçe, insanlığın katledilmesidir. İnsanlığın buna karşılık susmasıdır.

Bu nedenle de Halepçe, insanlığın yüzkarasıdır ve hukuksal sorgulayıcısıdır.

Halepçe, Birleşmiş Milletlerin Kürtler için hiçbir şey ifade etmemesidir.

Halepçe, Batı Demokrasisinin iflasıdır.

Halepçe, insanlık değerlerinin tümünün ayaklar altına alınmasıdır.

Amed, 11 Mart 1970

İbrahim GÜÇLÜ

[email protected]

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.