Türkiye’nin Suriye siyaseti değişir mi?

Kurd24

Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın Sivas’ta yaptığı konuşma birçok bakımdan önemli mesajlar içeriyor. Nitekim söz konusu konuşmanın en kayda değer cümleleri şöyle art arda sıralandı:

“ABD’nin Suriye’den çekilmesinin bölgede terör örgütlerinin istismar edeceği otorite boşluğu oluşturmaması önemlidir. Biz kararlı olarak burada DEAŞ’ı sıfırlarız, El Bab’da bunu gösterdik, dedik. Ama maalesef bu adım YPG/PYD ile yürütüldü. Bunun faturasının yıllar sonra ortaya çıkacağını tahmin ediyorum. Tüm terör örgütleriyle mücadeleye kararlıyız. ABD’nin de bizimle aynı hassasiyetleri paylaştığını düşünüyorum.”

ABD’nin Ortadoğu’da İran’ı kuşatma siyaseti ve buna duyduğu büyük ihtiyaç, Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir sürecin başladığına işaret ediyor. Trump ve Erdoğan’ın başkanlık seviyesinde kurdukları ilişki ve bu ilişkinin rasyonel hale gelebilmesi için Erdoğan’ın esnek davranışları, ilişkinin sanıldığından da daha çok ciddileştiğini gösteriyor. Sivas konuşmasında Erdoğan’ın işaret ettiği “ABD’nin Suriye’den çekilmesinin bölgede oluşturacağı otorite boşluğunu” doldurmak, iki devletin enerjik biçimde müzakere ettiği temel konudur.

Söz konusu bölgede, ABD’nin bıraktığı otorite boşluğunu Türkiye ile doldurmak mümkün müdür? Bu soruyu yanıtlamadan önce her iki tarafın pozisyonlarına bakmakta fayda var. ABD, Türkiye ile çalışmaya kararlı görünüyor. Anlaşılan o ki, Türkiye de ABD ile çalışmayı çok arzuluyor. Hatta Başkan Trump’ın “Ekonominizi çökertiriz” tehditi bile çok yumuşak bir manevra ile görmezlikten gelindi.

ABD öneri paketinin en dikkate değer vaadi, PKK’nin silahsızlandırılması olarak görülüyor. Eğer Türkiye bu önerme temelinde ikna olursa, Suriye’de yeni bir dönemin başlaması hiç de zor olmaz. PKK’nin silahsızlandırılıp tehdit olmaktan çıkarılmasına karşılık, PYD/YPG güçlerinin müttefik olarak değerlendirilmesi, Türkiye açısından daha kolay hazım edilebilir hale gelir.

Bu bağlamı güçlendiren emareler de yok değil. Çözüm masasının dağıtılmasına sebep olan “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemi ilk kez Hatip Dicle’nin ağzından yanlışlandı. Hatip Dicle sadece “Seni başkan yaptırmayacağız”a, yanlış demekle kalmadı, hendek savaşlarının da yanlış olduğunu söyledi. Bu söyleme paralel olarak başlatılan açlık grevleriyle tekrar, Abdullah Öcalan’ın bir siyasi muhatap olarak sahneye sürülme çabaları, sanki bu kurgunun bir bileşeniymiş gibi duruyor.

ABD, siyasetinin mantığı açık; Türkler ile Kürtleri yeniden bir araya getirmek ve Türkiye’yi Ortadoğu’da İran karşısından bölgesel bir güç olarak yeniden konumlandırmak. Kürtlerin büyük bir yoğunlukla yaşadıkları kuzey bölgesinde Türkiye’nin tam bir egemenliği var. Hendek savaşlarından sonra PKK askeri anlamda tam bir yenilgi yaşadı. ABD’nin katkılarıyla Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle ciddi ilişkiler kurulursa, Türkiye güney bölgesinde de çok güçlü hale gelir. Suriye’de PYD/YPG ile kurulacak muhtemel ilişkiler, Türkiye’yi İran karşında Kürt coğrafyasının üç parçasında daha avantajlı hale gelir.

Hem ABD hem de Türkiye bu büyük avantajın farkında. Aşılması gereken iki sorun var. 1- PKK’nin silahsızlandırılması 2- Türkiye’nin “Beka” siyasetinden vazgeçip, son dönem milliyetçi söylemlerden vazgeçmesi. Elbette kolay bir durumdan söz etmiyorum. Halihazırda Türkiye bir seçim sürecinden geçiyor. Seçimler bitmeden, hiç kimsenin ciddi bir adım atacağını düşünmüyorum.

Muhtemelen Nisan ya da Mayıs aylarında bu konjonktürü daha sık tartışacağız. Çünkü Astana sürecinin diğer ortakları da eli boş oturmuyor. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla 12 madde temelinde SDG ile Esad rejimi arasında müzakere yürütüldüğünü biliyoruz. Esasen SDG güçlerinin eğilim olarak, Esad rejimi ile uzlaşmak istedikleri de bir sır değil. Rusya ve İran da bu süreci enerjik olarak destekliyor.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.