Maruz kalmak, mahsur kalmak...

Kurd24

“Size böylesine hâkim olan kişinin iki gözü, iki eli, bir bedeni var. Yalnızca sizden fazla bir şeyi var: O da sizi ezmesi için ona sağlamış olduğunuz üstünlük.” (Etienne de La Boetie / Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev)

Barbarların istilası artık yabancısı olduğumuz uzaklardan bize doğru gelen bir şey değil. Onun bizdeki varlığı, içimize ekilen başka’nın hakikatimizi esir almasına dayanıyor.

Önce maruz kaldığımız ve sonra normalleştirdiğimiz ne varsa, mağduriyetimiz olmaktan çıkıp, yeni kimliklerimize dönüşüyor. Çünkü bizim hikâyemizde el konulan şey sadece topraklarımız ve buradaki geleceğimiz değil, özne olarak bilincimizin ta kendisidir. Sonunda başka’sının fikriyle oluşan “kendi” bilincimizde mahsur kalıyoruz.

İstismar, bizdedir. Bu yüzden direnmek anlamsızlaşıyor; artık kendisine düşman olan biziz. Kendisinden koparılan bilincimiz, bizi başkalarına ait nesnelere dönüştürüyor. Tam bilince çıkmamış olsa da bir itirazımızın olması ve ters giden bir şeyler olduğunu hissetmemiz gerekiyor.  İhtiyaç duyduğumuz yegane şey, itiraz, güncellenme ve köklü bir aydın kavrayışıdır.

Oysa fikri sermayesi dahi mülksüzleştirilen Kürt aydınları, kendine ait bir bilinç oluşturamadığı gibi başka bir tarihi okumanın imkânları üzerine dahi kafa yoracak durumda değil.

Bu, böyledir. Kabul etmeliyiz. Politik ve kültürel tahayyülümüzün, bizi kendine mülk kılanlar tarafından dayatılan biçimlerden öteye geçememesini, başka hiçbir şey açıklamaya yetmiyor. Başkasına mal olmuşuz.

Bırakın bağımsız düşünmeyi, kendine dair bir ruhi ve zihni özerkliğe bile sahip olmayan aydınlarımız, politik-ideolojik bir savaş aygıtı olarak kullanılan bütün bilinçleri başkalarından devralıyor ve bununla intihar ediyor. Çünkü tarihin, kültürün, siyasetin ve en önemlisi doğrunun meşruiyetini efendilerinin tekelinde görüyor. Bundan mütevellid, kendi diliyle (salt Kürtçe'yi kastetmiyorum) konuşamayan Kürt aydını, Kürdistan meselesinde asla ontolojik sorular soramayacaktır.

Kürdistan'da entelektüel algı, kendisini istila edenler tarafından bağlamı oluşturulmuş kavramların ve bilgilerin çerçevesine sıkışmış kalmıştır. Kürt aydınındaki körleşme ve cesaretsizlik; başkaları tarafından oluşturulan siyasal dil ve söylemin, tarih bilincinin, din algısının, sosyal ve kültürel önermelerin siyasal tahakküm ile ilgili olduğunu görmesine engel oluyor. Sistematik bir şekilde oluşturulan siyasa, dil, din ve kültür propagandası ve saldırısına maruz kalanlar, hakikati bulmaya, onu derinleştirmeye, onu ortaya çıkarmaya ve yeni bir kurtuluş reçetesi yaratmaya ihtiyaç duymuyor.

Ürettiği bilgi ve ortaya çıkardığı sosyal-siyasal ortam ile eksiksiz bir bütün olarak çalışan sömürgecilik, eninde sonunda Kürt aydınını önce dilsiz bırakıyor; ardından, ancak karşıdakine yarayan bir düşünce evrenine sokuyor. Dilimizi bozan, bizi ele geçiren yapıyla bir türlü kopuşun sağlanamamasının arkasında, malikin artık nesneye dönüştürdüğü ve hatta araçsallaştırdığı bir “yeni” aydın bilinci yatmaktadır.

Oysa aydınların hakikati zamanında söylemek gibi bir görevi vardır.

Hakikat değersizleştirilince, onun peşine düşenlerin de ucubeye dönüştürülmesi kolaylaşır. Örneğin Kürdistan meselesindeki vazgeçilemez hakikat, millî egemenliktir. Bunu müjdelemeyen her şey bizi köleliğe çağırır. Köleliğe itiraz edenleri ve hakikati gösterenleri barbarca itibarsızlaştırırken yaptığınız şey, kendi sonunuzu hazırlamaktır. Ama nedense bir koltuk kapma telaşında buna en çok yine aydınlar alkış çalmaktadır.

Öte yandan liderlerin, partilerin, iktidarların çadırına gelecek kaygısıyla sığınan aydınlar var. Yeni bir putperestliğin parçası olmaya, yeni peygamberler yaratmaya hevesli aydınlar yeni bir bilinç yaratabilirler mi? Faşizmin egemen olduğu toplumlarda, bireylerin neyi tercih edecekleri iktidar tarafından ortaya konulur. Aydının ne düşüneceği, ne diyeceği ve nasıl tavır alacağı da bir muktedir tarafından belirlenirse, geriye ne kalır?

Artık bizde olan şudur: Hiç kimse yanlış politikaları sorgulama ve eleştirme cesaretini göstermediği için, herkes, mevcut politikaları ve bunların ortaya çıkardığı kötü şartları içselleştirmek, bunların sonuçlarını normal olarak algılamak durumunda kalıyor.

Oysa bir milletin, hiçbir partinin bakış açısına hapsedilmeyeceğini, hiçbir liderin tasarrufunda olamayacağı gerçeğini ilkesel bir tutuma, ahlaki bir bilince dönüştürmek gerekir.

Bağımsız bir düşünce yaratamayanlar, bağımsız bir gelecek yaratamazlar.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.